26 Şubat 2014 Çarşamba

Ses kaydı montajsa bu panik neden?

Tayyip-Bilal ses kaydıyla ilgili dün neler yaşadık?

Ses kaydı düşünce, ilk olarak panik yaşadılar.

Sonra ses kayıtlarında Sümeyye Erdoğan'ın Bilal Erdoğan'ın yanına gittiği ile ilgili sözlerin yalan olduğunu ortaya çıkarmaya çalıştılar ve sosyal medyada hızla bir fotoğraf paylaştılar. Bilal Erdoğan'ın "Sümeyye yanımda" dediği saatlerde Sümeyye'nin aslında Konya'da Şebi Arus töreninde olduğu iddia ediliyordu.


Kısa sürede bu fotoğrafın 2013 değil, 2012 Şebi Arus töreninde çekildiği ortaya çıktı. 2013 Şebi Arus törenine ise Sümeyye katılmamıştı. Buyrun;



Bir sonraki denemeyi uydurma ses kaydı ile yaptılar.
AKP'li bebelerle tiyatro bir ses kaydı hazırladılar. Sözde, Erdoğan'ın montajını yapanlar kendi aralarında konuşuyordu. Tiyatro olduğu her halinden belliydi. 3. sınıf oyunculuk örneği seslerinden belli oluyordu. Ses kaydını da belli ki masanın ortasına konulan bir telefon vasıtasıyla almışlardı. Tiyatral ses kaydını manşete taşıyan iktidar medyası birkaç saat içinde silmek zorunda kaldı.

Onu da paylaşayım:



Daha sonra bir başka haber çıktı. Bu haber 15.30'da düştü sitelere. Haberde AKP'nin, ses kaydını ABD'de uzmanlara incelettiği yazıyordu. Ama rapor yoktu, hangi firma hangi uzman incelemiş hiçbir detay yoktu. Dünyanın en gelişmiş stüdyolarında incelendi" yazıyordu. Algı yönetimi bu kadar basit ne de olsa... ABD'de saat farkından dolayı gün yeni başlıyordu üstelik, bunu atlamışlardı. Birkaç saat sonra bu haberler de yayından çekildi.

Hala bir kaç sitede duruyor; paylaşayım: http://www.internethaber.com/abd-inceledi-erdogan-ses-kaydi-sahte-mi-645101h.htm

Aynı sıralarda Bahçeli'nin grup toplantısından bir bölümü alıp servis ettiler. Bahçeli Şivan Perwer'in sözlerinden alıntılar yapıyordu aslında. Bunu Bahçeli'nin ağzındanmış gibi servis ettiler, montaj işinin ne kadar kolay olduğu algısı yaratmaya çalıştılar. Gereğinden fazlaca basitti, tutmadı. Kaldırdılar.


Daha sonra Kılıçdaroğlu'nun grup toplantısından konuşmalarını montajlayıp "Bakın montaj bu kadar basit" algısı yaratmaya çalıştılar. Atladıkları bir şey vardı; evet video montajdı ama birleştirilen cümlelerin Kılıçdaroğlu'nun ağzından çıktığı gerçekti. Montajda da cümlelerdeki tonlama farklılıkları çıplak kulakla dahi belli oluyordu. Eğer tezleri buysa, malum ses kaydını tekrar dinleyip bir düşünsünler.


Şimdi son haber olarak TRT HD Kanal Koordinatörü Kürşad Özkök'ün yaptığı açıklama var. Özkök TRT'de inceleme yaptırıp kayıtların montaj olduğunu ifade etmiş. Bu kadar. Çok detaylı bir açıklama. İnanılmaz profesyonel çalışmışlar belli ki. (!)

Bu panik hali kafamızdaki "Acaba?"ları azaltıyor, hepsi bu...

Eğer konuşmalar gerçekse, Erdoğan "Bunlar montaj" diyerek kimi kandırmaya çalışmış oluyor? Biz muhaliflerini değil herhalde dimi? O çok sevdiğini söylediği kendi seçmenini aptal yerine koymuş oluyor.

Kendisini savunma hakkı olanlar, bu hakkı sonuna kadar kullansın. Ortada bir iftira varsa bilimsel olarak ortaya koysun. Biz biat kültüründen gelmiyoruz, insanlara iman etmiyoruz, "montaj bunlar" dendiğinde koşulsuz kabul etmiyoruz. Kayıt, bilimsel çalışmalar yapan uzmanlara, kuruluşlara gönderilir ve çok kısa sürede kayıtların hangi bölümlerine eklemeler yapılmış ortaya çıkarılır. Çok basit bu. Bunu yapmak yerine uyduruk montajlarla, sahte haberlerle olayı temize çıkarmaya çalışmak, sadece kayıtlara olan güveni artırıyor, hepsi bu.

Elinden çıkanlara her halukarda tereddütle yaklaştığımız Cemaat olgusu var ortada. Her söylediklerinden, her servis ettiklerinden kuşkulandığımız bir ekip bu. Eğer ortada montaj varsa, bunu bilimsel olarak ortaya koyup karşı tarafa olan güveni yıkmak çok büyük kazanç sağlayacaktır. Hem AKP'ye, hem ülkeye... Kendilerine inanıyorlarsa bunu yapsınlar. Yapmıyorlarsa, peşinden gidenler de bize gereksiz bahaneler sunmasın. Çünkü onların çoğunun "Çalıyor ama çalışıyor" algısına sahip olduklarını iyi biliyoruz.

13 Şubat 2014 Perşembe

Kabataş yalanı ve muhafazakar insan tipolojisi

Gezi olaylarında güç kaybeden Erdoğan'ın en büyük manipülasyon malzemesi "Kabataş olayı" olmuştu malumunuz.

Kolay değildi. Bir ülkenin Başbakan'ı meydanlarda bağırıp çağırıyor, "Bir yakınıma başörtülü olduğu için Kabataş'ta saldırdılar" diyordu.

Adeta iç savaş provası!

Neyse ki o çok güvendiği radikal kitlesi Erdoğan'a uyup evlerinden çıkmamıştı.

Daha sonra gazeteci türevleri ortaya çıkıp, malum kadınla röportajlar yapıp, manipülasyona ortak olmuşlardı. Öyle ki, "Görüntüleri izledim" diyenler bile vardı...

Bir kaç örnek verelim, hafızalar tazelensin:

Elif Çakır:


Hilal Kaplan:

"Gezi süreci boyunca, pek çok başörtülü kadının taciz edilmiş hatta saldırıya uğramış olması, gözlerin nedense başı açık kadın yazarlara çevrilmesine sebep oldu.

Tamam, belki kadınlık üzerinden ortaklaşmamız daha mümkün. Ve evet, başörtülü kadınları bir ay boyunca evlerine hapseden ruh halini sadece demokrasi söylevleriyle gözardı edenler oldu. Ancak ben yine de bu durum karşısında sadece başı açık kadın yazarların sigaya çekilmesini haksız buluyorum. Üstelik içlerinde, elli yıldır süren başörtüsü yasağına karşı ilk defa bu dönemde bildiri yazıp imzaya açanlar bile var. Neticede bunun takdir edilmesi lazım.

Peki, 'bağzı' erkek yazarlar ne yaptı? Sadece Kabataş'ta, bebeğiyle beraber saldırıya uğrayan Zehra Develioğlu'nun durumu üzerinden baktığımızda bile karşılaştığımız manzara feci.

Mesela en vicdanlı, pek muhalif solcu bir bıyıklı, yazdığı bir yazıda 'türbanlı kadının dövülüp üzerine işenmesi gibi hâlâ kanıtlanmamış, dolayısıyla açıkça yalan ve iftira olan argümanların…' diyebildi..."

Nihal Bengisu Karaca:


Alıntılar yaptığım 3 isim de başörtülü gazeteciler; kendilerine göre dindarlar da... "Müslüman kadınları" temsil ettiklerine inanıyorlar. Fakat nasıl oluyorsa liberal müslüman bunlar. Eşitlik, adalet, hak, emek, ekmek. Bunlara değinen bir satır yazıları yok. Merdiven altlarında sigortasız çalıştırılan on binlerce başörtülü kardeşleri ile ilgili bir cümle kurmadılar bugüne kadar. Anadolu'da tarlalarda, Karadeniz'de çay bahçelerinde alın teri ile üç kuruş para kazanmaya çalışan ama emeğinin karşılığını asla alamayan başörtülü kardeşleri/teyzeleri hiç umurlarında olmadı bunların.

Hem de başörtüleri sayesinde gazetecilik yapan isimler bunlar. Aylık maaşları da 20 bin civarında...

Müslümanlıkları "Başbakan'ımızı yedirmeyiz"de kaldı. Ama çiftçiyi, işçiyi, emekçiyi hep yedirdiler.



5 dakikadan fazla dinlemek de mümkün değil bunları. Çünkü bilgi de yok, zeka kırıntısı da... Ama ne var? Başörtüsü! Ne var? Din istismarı!

Bu akşam Kanal D haber ilgili görüntüleri yayınladı.


Yalanı tescillendi Sn. Başbakan'ın... Bir kez daha yalancı olduğu ispatlandı.

Manipülasyona "odun taşıyan" gazeteciler günah çıkarıyor şimdi; yerseniz buyrun:


Başbakan'ın yalanlarını da geçtim.

Savcıya gidip ifade veren, gazetelerle röportaj yapan o kadın ne tür bir yaratık?

Bir insan hangi ideoloji için, hangi çıkar için "Üzeri çıplak 80-100 kişi bana saldırdı... Tayyip'in orospusu dedi... 3-4 kişi üzerime işedi." yalanını söyler?

Orospu yapmaz bunu!

Sonra da internet yasağına baş kaldıranlara "pornocu" diyorlar. Asıl pornocu bu hikayeyi uydurup Türk halkına anlatanlardır.

Bu insan türü, 1950'de başlayan, Özal döneminde kademe atlayan, Erdoğan döneminde şaha kalkan siyasal İslam'ın yarattığı muhafazakarlık adı altına sığdırabileceğimiz, benim bazen "namaz-oruç müslümanı" dediğim tiplerdir.

Bu tipler çıkarları söz konusu olunca dini unutur, bazen de çıkarlarına alet eder. Konu namaz-oruç-hac olunca da bu ibadetleri yaşamayanlara saldırgan tavır sergilerler.

Müslümanlığın temeli insan olmaktır. 60 yıllık sağ siyasetin ürettiği insan tipi, Mevlana'dan Yunus Emre'den, Hacı Bektaş'tan kopmuştur. Yani insanlığını bir kenara bırakmıştır. Tıpkı dillerinden düşmeyen o Kur'an gibi, insanlıklarını da rafa kaldırmışlardır.

Fakat görüyorsunuz, çöküyor bu sistem. Can çekişiyorlar adeta.

Artık çok net söyleyelim; Siyasal İslam bu milletin ayaklarının altında ezilecek!


10 Şubat 2014 Pazartesi

Erdoğan'dan Gül'e tuzak! Konu: İnternet yasası

İnternet yasası konusunun ne kadar antidemokratik olduğundan, hukuka uygun hiçbir yanının olmadığından, faşizmin günümüzdeki karşılığını olduğundan bahsetmeye gerek yok sanırım; o yüzden asıl meseleye geleyim.

3 dönem kuralı yüzünden Başbakanlığa veda edecek ve bir dönemlik 'gölge Başbakanlık' sistemine geçmek isteyen Erdoğan, bunu gerçekleştirmek için Abdullah Gül'ü devre dışı bırakmak istiyor.

Dershane konusu neyse, internet yasası konusu da odur.

Seçim öncesi Cemaat'in saldırısına maruz kalacağını farkeden Erdoğan, nasıl dershane üzerinden kavga başlatıp AKP kitlesi ile Cemaat arasında bir kırılma yaratıp savaş için cepheleri ayırdıysa, internet yasası üzerinden de Gül'e tuzak kurmuştur.

Abdullah Gül, Cemaat'in yarattığı kaosun büyümesini bekliyordu, Erdoğan'ın internet yasası hamlesi Gül'ü "pusuda bekleyen" pasif izleyici pozisyonundan aktif pozisyona çekti. Kaostan yararlanıp bir kurtarıcı gibi sahaya çıkmayı planlayan Gül'ün önünde artık 2 seçenek var.

1. AKP kitlesinden kopmama adına yasayı imzalayıp, meydana inmek için doğru zamanı beklemek.
2. Yasayı veto edip, hem dünyada hem Türkiye'de Erdoğan'ın otoriterleşmesinden sıkılanlara göz kırpmak.

Yasayı veto ederse, AKP içerisinde Gül üzerinden zaten başlamış olan bir ayrışma daha da tartışılır hale gelecektir. Muhtemelen bu seçmene de bir süre sonra yansımaya başlayacaktır.

TBB Başkanı Metin Feyzioğlu, Gül-Erdoğan kavgasının geldiği boyutu fark edip, internet yasası ile ilgili verdiği her demecin sonuna bir cümle ekliyor; "Veto yoksa, oy da yok!"

Türkiye'nin dışında gerek AB'den, gerek ABD'den de ince mesajlar veriliyor.

Alan Makovsky ve Michael Werz Gül'e en net mesajı veren isimler.

Makovsyk: ‘’..Eğer Gül, özgürlükler adına çok problemli olan, adeta Ortadoğu otoriter rejimlerini andıran bu internet sansürü yasa teklifinin altına imza atarsa, Washington, Gül'ün de Erdoğan’dan farklı olmadığı kanaatine varacak ve kendisine olan umudunu da kaybedecek. Onun için, Washington bakımından, bu karar çok önemli- kader kararı bile diyebiliriz... ’’

Michael Werz: ‘’Cumhurbaşkanı Gül, bir zamandır gidişattan rahatsız olduğu yönde bazı sinyaller vermişti. Washington’da yasayı imzalamayacağı yönünde yüksek bir beklenti var.
‘’..Gül’ün oldukça farklı yelpazelere sahip olan Türk toplumunu temsil etmesinden dolayı, bu yasayı imzaladığı takdirde, yasaya karşı çıkan birçok çevrenin taleplerini dikkate almadığını göstermiş olacak. İkinci olarak da Türkiye’nin marka ismi ciddi bir zarara uğrayacak. Bunların yanısıra, eğer Gül bu yasayı imzalarsa, partiden ayrılan çok az sayıdaki bazı milletvekilleri hariç, kendisi de dahil olmak üzere herkesin AKP’nin parti çizgisinde sıralandıklarını göstermiş olacak...’’ 
‘’Zaman, demokrasi mi yoksa parti çizgisinin mi daha önemli olduğunu gösterme zamanı.’’

Alan Makovsky, 97'de ABD Savunma Başdanışmanı iken "Erbakan ile nasıl mücadele edilmeli?" başlıklı bir makale hazırlayan adam. Şu an Erbakan, 28 Şubat'la ilgili konuşurken kendisinin adını çok zikretmiştir.
Bir diğer ilginç bilgi ise, Kılıçdaroğlu'nun son ABD ziyaretinde bu isimle de görüşme yapmış olmasıdır.

Michael Werz ise Center for American Progress’in Türkiye uzmanı. Uzun süre AKP politikaları fazlaca övmüşlüğü vardır. Özellikle "Kürt meselesi"nde.

Eminim ki Abdullah Gül, hiçbir yasa için bu kadar kararsız kalmamıştır. Gül'ün önünde 10 küsür gün var. Benim tahminim Gül'ün yasayı veto edeceği yönünde.

Bakalım Abdullah Gül yol ayrımına hazır mı?