24 Aralık 2013 Salı

Operasyonda hedef neden Erdoğan?

İçinde bulunduğumuz süreçte, herkesin kafası karışık. Maddeler halinde benim son yaşananları okuyuşum ve önümüzdeki süreçle ilgili tahminlerim şöyledir:

1. Erdoğan'ın geleceğini uluslararası konjonktür belirleyecek. Suriye'de yaptıklarının yanına kar kalması pek mümkün değil.
2. Hatırlayın... Suriye, 7 Kasım'da BM'ye "Erdoğan'ı terör örgütlerini desteklemekle" şikayette bulunmuştu.
3. Birleşmiş Milletler'in, Suriye'nin şikayetini haklı bulması halinde, Erdoğan "istenmeyen adam" ilan edilebilir.
4. 22 Ocak'ta Cenevre 2 konferansı var. Suriye konusu da masaya yatırılacak. Burada da Erdoğan suçlu ilan edilebilir.
5. "Terör örgütlerine destek" suçlaması çok ağır. Kapitalizmin mabedi olan bankalara bile geçmişte bu konuda ağır yaptırımlar uygulandı.
6. Erdoğan'ın Suriye konusunda suçlu ilan edilmesi = Erdoğan'ın dış dünyaya kapanması/Ülke içerisine hapsolması demek.
7. Erdoğan ile birlikte Türkiye de bölgede nefes alamaz hale gelebilir. Ekonomiyi ayakta tutan "sıcak parayı" unutmak zorunda kalırız.
8. BM ya da Cenevre 2'den çıkabilecek bir kararla Erdoğan'a yönelik yaptırım da uygulanabilir. Tüm mal varlığına el konulabilir.
9. Erdoğan sıkışmıştır. Küresel çetelere ve dünyaya büyük bir şey vaad etmediği sürece siyaset tarihinden silinecektir.
10. Küresel çetelere vaadlerde bulunup ikna etse, bu sefer Türk milletinin iki eli yakasında olmaya devam edecektir.
11. Suriye yenilgisi ve halkın kıyamı/baş kaldırışı, küresel çetelerin Erdoğan'dan vazgeçmesinde en büyük iki etken.
12. Erdoğan 15 yıldır ortaklık yürüttüğü küresel çeteler ile Türk milleti arasında sıkışıp kaldı. Dikkat; sıkışan faşizme sarılır.
13. Erdoğan sıkıştıkça, dili daha da sertleşecek, daha baskıcı hal alacak. Bkz: Saddamlaşma sendromu.
14. Erdoğan'ın Yüce Divan korkusu var. Ve bir de mağlubiyeti kabul edememe hırsı. Asla kolay kolay vazgeçmeyecektir.
15. Daha önce de söyledim. Türkiye zor bir süreçten geçecek. Ancak artık Amerika’ya göbekten bağlı iktidarlar dönemi bitmiştir.
16. Bugün Erdoğan'ın gerçek yüzünü ortaya çıkarmak için gerçekleştirilen operasyon daha başlangıç. Bu operasyon ‘doğrudan’ ABD operasyonu değil.
17. Yolsuzluk operasyonunda ABD parmağı var ama ABD eli yok. Eğer ABD elini tamamen bu işe atarsa Erdoğan'ın tüm kirli dosyaları servis edilir.
18. ABD, kendi içerisinde bir çatışmanın içerisinde. Bu çatışma, dünyadaki Amerikancı iktidarlara da yansıyor.
19. ABD'nin şahin kanadı Neoconlar başarısızlığın hesabını hem Obama yönetiminden hem de dünyadaki Amerikancı iktidarlardan sormak istiyor.
20. Erdoğan küresel çetelerin desteğini tamamen kaybettiğinde bir Saddam, bir Chavez bir Ahmedinejad dili kullanmaya başlayabilir.
21. ABD'nin Ortadoğu'daki tüm kuklaları, kullanılıp çöpe atılma süreçlerinde iş işten geçince Anti Amerikancı karaktere bürünmüştür.
22. Türk halkı, dış politikayla dünya devletleri ile pek alakası olmadığından bu numarayı şimdilik yiyor. Çünkü alışık değiller.
23. Ecevit defalarca ABD operasyonuna tabi tutulmasına rağmen bir kez olsun çıkıp TV'lerde ağlamamıştır. 2001 krizi dahil.
24. Çünkü devlet adamı olmak, devletin sorunlarını çözmektir. Halka "bahaneler yaratarak" duygu manipülasyonu yapmak çıkarcılıktır.
25. Erdoğan'ın manipülatif çıkışları özellikle şehir hayatı yaşayan ama eğitim seviyesi düşük kitlelerde çok tutuyor.
26. Anadolu halkı politikayla falan pek ilgilenmez. Hırsızlık, yolsuzluk ortaya çıktığında babasının oğlunu tanımazDI. Umarım hala öyledir.
27. Yolsuzlukların ortaya çıkması devam ederse, hükümet daha baskıcı/yasakçı olacak, halk RTE'nin daha da üzerine gidecektir.
28. Erdoğan önümüzdeki süreçte "yolsuzluk" kavramını değersizleştirmek için muhalefet partilerinin adını yolsuzluğa karıştırabilir.
29. En nihayetinde gün geçtikçe çürüyen bir iktidar söz konusu. Oy oranı çok da önemli değil. Sallanıyor, düşmemesi imkansız.
30. Türkiye milli iktidar kurabilme gücünü kendisinde görmelidir. Muhalefet partileri kendine çeki düzen vermelidir.
31. ABD, her kuklasından vazgeçtiği gibi, Gülen'den de vazgeçecektir. Yeter ki bölgede dengeli dış politika izleyebilen bir iktidar gelsin.
32. ABD bile Türkiye'de güçlü, başarılı bir iktidara muhtaç. Kuklaların dönemi bitiyor. Dengeli dış politika izleyenlerin dönemi başlıyor.
33. "ABD izin vermeden iktidar olunmaz" fikri aşılanan halk, bu aşağılık kompleksinden derhal kurtulmalıdır.
34. ABD, Irak'ta Maliki'yi, Suriye'de Esad'ı, İran'da hiçbir iktidarı deviremezken, Türkiye'de neden iktidar yolu ABD'den geçsin?
35. Bir an önce halk silkelenip gaflet uykusundan uyanmalıdır. Tüm dünyayla dengeli dış politika izleyen milli iktidarı kurmak görevdir.

-------

ERDOĞAN OPERASYONU SEÇİM PROPAGANDASINA DÖNÜŞTÜRÜYOR

Diktatörler ve monarşi yönetimlerinin dili neredeyse aynıdır.

Hitler, kendisine yönelik yapılan her muhalefeti, kendisine yapılan her hamleyi Almanya'ya karşı yapılmış bir hamle olarak görüyor, öyle lanse ediyordu.

Fransa Kralı 14. Louis "l'État c'est moi" diyordu. Yani "Devlet, benim!"

Saddam yıllarca ABD'nin Ortadoğu'daki eli olmuştu, harcanma vakti geldiğinde ise kendisini kurtarmak için anti emperyalist mavalları okumuştu.

Erdoğan bugün ne diyor?
"Bu istiklal mücadelesidir", 
"Hedefte ben varım", 
"Dış güçlerin oyunu"

Harcanma sırasının kendinde olduğunu görünce doğruyu söyleyesi gelmiş.

Erdoğan'ın kullandığı dil de Hitler'e dayanır. Hitler'in propaganda bakanı Joseph Goebbels'ten miras kalan manipülasyon teknikleri:

  • Halkı her zaman ateşle. Asla soğumasına izin verme.
  • Hata yaptığını asla kabul etme.
  • Rakibinin üstün yanları olduğunu asla kabul etme.
  • Kendinden başka bir seçeneğe hareket alanı bırakma.
  • Asla kabahat üstlenme.
  • Zayıf bir rakibe odaklan ve kötü giden her şeyin suçunu onun üzerine yık.
  • Halk büyük yalanlara, küçükler yalanlara göre daha çabuk inanır.
  • Bir yalanı yeteri sıklıkla tekrarlarsan, halk önünde sonunda ona inanır.


20 Aralık 2013 Cuma

Yolsuzluk operasyonu, bumerang etkisi ve Gezi

Öncelikle, yolsuzluk operasyonunun arkasında çeşitli iç ve dış bağlantılar olduğunu söyleyelim. Ancak bunlar hiçbir şekilde yolsuzluklara kör olmayı gerektirmez. Nasreddin Hoca'nın hikayesindeki gibi "Hırsızın hiç mi suçu yok?" diye sorarlar adama...

ABD güdümüne gir, BOP'a eşbaşkan ol, Suriye'yi bölmeye çalış, El Nusra'yı büyüt-besle binlerce insanı katletsinler... Sonra ABD, Suriye'de çuvalladığından dolayı Ortadoğu'daki politikalarını değiştirmek zorunda kaldığı için senden vazgeçip yolsuzluklarını ortaya dökünce meydanlara çıkıp ağla, biz de yolsuzluklarını görmezden gelelim. Hadi ya?

Yıllardır o kolkola girdiğiniz CIA-Cemaat ile yaşattığınız acıları unutacağımızı mı sanıyorsunuz?

Bumerang etkisi diyorum ben buna.

Bumerang dönünce ilkesizler kendileri ile öyle bir çelişmeye başladı ki, artık yüzlerine bakarken midem bulanıyor!

Arınç çıkmış açıklama yapıyor, "Gel denildiğinde gelebilecek insanların sabahın 5'inde evlerine baskınlar yapılarak operasyonları başlatıyorsunuz... Peşin hükümle karar vermek, basına ve internet medyasına servislerle siyaset yapmak muhalefete yakışmaz" diyor.
Hüseyin Çelik ise "Masumiyet karinesinin gözardı edilmemeli" diyor.
Başbakan ne diyor? "Kirli bir operasyon söz konusu", "Devlet içinde oluşmuş çeteler var"

Komutanlar, aydınlar, gazeteciler, akdemisyenler Ergenekon ve Balyoz operasyonlarında içeri nasıl alındı unuttuk mu sandınız?

Onların masumiyet karinesi yok muydu?

Onlar gel deyince gelmiyor muydu?

Onlarla ilgili tüm iddialar hatta ispatlı iftiralar gazetelerde boy boy çıkarken neden sesiniz çıkmadı?

Zamanında her türlü imkanı sağladığınız, özel yetkilerle donattığınız, altına makam arabası çektiğiniz savcılar bugün size dokununca kötü oldu öyle mi?

Bugün çetecilikle suçladığınız savcı ve polisler Ergenekon, Balyoz, Oda TV gibi davalarda başınızın tacıydı, vatanseverdi, kahramandı. Bütün davalarını savundunuz... Şimdi sıra size "kirli operasyon yürütüyor" oldular he mi?

Önümüzdeki dönemde Erdoğan, -söylem olarak- en devrimciden daha devrimci, en antiemperyalistten daha antiemperyalist olursa şaşırmayın.

Kılıç kınından, ok yaydan çıkmıştır. Bu saatten sonra Erdoğan kendisine o koltuğu hediye edenlere boyun eğip koltuğu terk etmediği sürece Çin işkencesine maruz kalacaktır. Tasfiyeler, davayı durdurma çabaları falan hikaye. Devletin her yerine kendi eli ile sızdırdığı Cemaat militanları, Erdoğan'ın sonunu getirecektir. Yıllardır vatanseverlerle beslediği canavar, artık kendisini de yiyecektir.

Suriye'de El Kaide teröristleri tarafından katledilen insanların, tecavüz edilen kadınların, Reyhanlı'da, Gezi'de öldürülen, Van'da bu soğukta evsiz kalan çocukların ahı bu hükümetin burnundan fitil fitil gelecek...

AKP kendi ilkesizliği ile rezilliğe batmışken CHP de yıllardır sorguladığı-eleştirdiği Cemaat savcılarını savunacak noktaya gelmiş, neredeyse kahraman ilan edecek. Üzgünüm ama aynı bokun lacivertisiniz.

SONUÇ:
1. Ergenekon, Balyoz gibi davalar çökmüştür, yeniden yargılamalar bağımsız mahkemeler tarafından yapılmalıdır.
2. Türk halkı, bu iki güdümlü çeteden de kurtulmak zorundadır. AKP de Cemaat de milli güvenlik sorunudur!


GEZİ İLE BAĞ KURMA ÇABASI

Hala Gezi olayları ile bugünkü operasyonlar arasında bağlantı kuranlar var. Bugün yaşananların Gezi ile tek bağlantısı, Gezi'nin bu ittifakın çatlamasında öncülük etmesidir. Bizi, Cemaatle aranızı bozmakla suçlayacaksanız, buyrun suçlayın.

Gezi olaylarını da bu operasyonda parmağı olan aynı "odaklar" kullanmak için çaba sarfetti, bunu biz o zamanlar da yazdık zaten. Yabancı basının bu denli bu olayın üzerine düşmesinin elbette bir amacı vardı. Ama büyük ölçüde kullanamadılar. Daha doğrusu "şekillendiremediler". Bu tarz eylemlerde "piyonlaştırılan" kitlelerin eylemleri büyük destekler görür, önleri açılır. Ukrayna'ya bakarsanız bugün ne demek istediğimi anlarsınız.

Gezi eylemleri, yaratmış olduğu komün yapı/aydınlanma hareketi ile ne "dış mihrakların" ne "sermaye odaklarının" ne de "cemaatin" işine gelmedi. Çünkü tüm sınıf farklarının ortadan kalktığı, tüm sorunların "insan" odaklı çözüldüğü bir ruhtu o. Bu o ağzınızdan düşürmediğiniz "dış mihrakların" hiç işine gelmez. Çünkü onlar ayrılıklardan, bölünmelerden, kavgalardan ve kandan beslenir.
Ancak o günlerde polis şiddetini körükleyen, çevik kuvvet araçlarına girip polislere telkinde bulunan "ağabeyler" vardı. Onlara destek çıkan hükümet ve sizlerdiniz... Cemaatin tuzağına düştünüz.

Açın bakalım, bugün gırtlak gırtlağa geldiğiniz cemaat medyası o günlerde Gezi eylemleri için neler demiş? Fethullah Gülen eylemciler için "nesebi gayr-i sahih'' dememiş miydi mesela? Yani "piç" demişti. Bir yandan da Başbakanınız "marjinal örgüt" diyordu. Kolkola girmiştiniz ne güzel. "Polisimizi yedirmeyiz" diyordunuz, "Polisimiz destan yazdı" diyordunuz, profil fotoğraflarınıza Emniyet amblemleri koyuyordunuz...

Şimdi birbirinizi yiyorsunuz ve bu kavganıza bizi alet etmeye çalışıyorsunuz.
Bir diğer tarafta da Kılıçdaroğlu, Gezi eylemleri üzerinden nemalanıp CHP'yi ABD güdümüne sokmaya çalışıyor.

Yemezler beyler, boşuna çırpınmayın.

29 Kasım 2013 Cuma

Zıvanadan çıkan Kılıçdaroğlu ve Y-CHP

Üzülerek söylüyorum ki CHP'nin, dönüştürülen Türkiye'ye yani Yeni Türkiye'ye entegre edildiğine dair şüphelerim her geçen gün artmakta.

11 yıllık AKP iktidarı, muhalif unsurlara Anti Amerikancı ve milli bir görev vermişken, kitleler bunun farkına varmış/görevi üstlenmişken CHP'nin kendisini dönüştürmesi kabul edilemez. CHP'nin geçmişine ihanetidir bu.

Evet, Kılıçdaroğlu'nun ABD ziyaretinden söz ediyorum.

ABD-İsrail-Suudi Arabistan-Katar-Türkiye, Suriye'de duvara tosladı ve birer birer geri adım atıyor.
AKP hükümeti dış politikada çuvalladı. Bunu daha önceki yazımda kaleme aldım.

AKP'nin bölgede yürüttüğü sünni-Amerikancı politikası yüzünden yalnız kaldı ve CHP durumu kendi lehine çevirmeye çalışıyor. Buna diyecek sözüm yok, eyvallah. Ancak, bunu Ortadoğu'da masaya oturarak, Rusya ile ABD ile görüşerek yapmak varken, neden ABD icazeti almaya gidiyor Kılıçdaroğlu?

Kim veriyor bu akılları bu adama? Belli ki Sarıgül'ü aday yaptıran güç yine devrede!

"Bu sonucu nereden çıkardın, adam bir çok ülkeye gidiyor yine öyle bir ziyaret olamaz mı?" diyeceksiniz, biliyorum. Cevabını vereyim.

Kılıçdaroğlu ziyaret öncesi ne dedi?
“Bu gezi bizim Çin’e, Mısır’a, Irak’a yaptığımız gezi formatında değil”

Eğer komploculukta sınır tanımaz noktaya gelmediysem, bu cümle bazı şeylerin özeti niteliğinde.

Bir başka nokta...

Kılıçdaroğlu'nun havaalanında yaptığı açıklama var. Suçluluk psikolojisi ile uzunca bir metin hazırlanmış ve Kılıçdaroğlu kağıttan okuyup duruyor metni... Dakikalarca süren "Neden ABD'ye gidiyorum" açıklaması...


CHP'nin gayriresmi ekonomi danışmanı Kemal Derviş'in, Aralık ayından itibaren CHP'de daha da aktif olacağı söylentileri var. ABD ziyareti öncesi de Kılıçdaroğlu kendisinden akıl almıştı. Bunu not olarak tutalım.

Şimdi de Kılıçdaroğlu'nun birkaç aydır devam ettirdiği ve son günlerde iyice sıklaşan "tuhaf görüşmelerini" bir hatırlayalım.

25 Mart 2013, Kılıçdaroğlu NESA Başkanı Emekli Büyükelçi James A. Larocco ile görüştü. (NESA, ABD devleti destekli bir "BOP'çu" kuruluş) http://www.hurriyet.com.tr/gundem/22896087.asp
09 Ekim 2013, Kılıçdaroğlu, Kemal Derviş ile görüştü. http://www.aksam.com.tr/siyaset/kilicdaroglu-oyle-bir-isimle-gorustu-ki/haber-251486
24 Eki 2013, Kılıçdaroğlu, Ricciardone ile görüştü. Kılıçdaroğlu, Ricciardone ile görüştü // Ricciardone ikna etti, Kılıçdaroğlu Washington’a gidiyor

Ve şimdi,  ABD ziyareti... Kimlerle görüşecek ve nerelerde konuşacak Kemal bey?

İngiltere’nin Washington Büyükelçisi ve eski Türkiye Büyükelçisi Sir Peter Westmacott ile görüşecek.
Barack Obama'nın Danışmanı ve Ulusal Güvenlik Avrupa Direktörü Karen Donfried ile görüşecek.

Brookings Enstitüsü'nde. (Tavistock'a bağlı çalışmalar yürüten, ABD politikalarını belirleyici unsurlardan olan enstitü) konuşacak.
Bipartisan Policy Center'da (Partilerüstü Politika Merkezi) konuşma yapacak. Eric Edelman ve 96'da Erdoğan'a iktidar yolunu açan Morton Abramowitz bu düşünce kuruluşunda görev üstlenmiştir. Muhtemelen Kılıçdaroğlu bu iki isimle de görüşme yapacaktır. Kurumun son dönemdeki AKP aleyhinde raporları dikkat çekiciydi. AKP'ye uyarı raporu

Dipnot: Washington'daki CHP resepsiyonuna katılanlar arasında Henry Barkey de vardı. Şu BOP aktörü ve Kürdistan'ın mimarlarından olan Henry var ya, heh işte o.

İsimlere bakın...

Tekrar düşünün, şüphelenmekte haksız mıyım?

Umarım yanılıyorumdur, umarım Kılıçdaroğlu ve ekibi çok zeki bir hareket yapıp İran/Rusya/Suriye ile birlikte başlayan ve İran-ABD ittifakını doğuran yeni uluslararası konjonktüre kendini entegre ederek Türkiye'yi ABD-Suudi Arabistan kıskacından kurtarmayı planlıyordur.

Umarım...

17 Kasım 2013 Pazar

AKP'nin Diyarbakır rezaleti / Dış politikada "çark" vakti

Dünkü Diyarbakır rezaleti,
1. Erdoğan'ın yıllardır uyguladığı Kürt politikasının basamaklarından bir tanesi. Yani zamana dayalı. "Normalleşme" adı altında insanların algıları ile oynayarak, inançları üzerinde manipülasyonlar yapmaya/psikolojik savaş yürütmeye dayalı...
2. Çuvallanan dış politikada yeni yollar açma çabası.
3. Tıkandığı söylenen "Çözüm sürecinde" bir şeyler yapmış görünmek, seçimlere bununla girmek.

Konuşmada dikkat çeken önemli bir nokta, "cezaevlerinin boşaltılacağı" mesajının verilmesi. Bu noktaya yani geleceğimizi, konunun genel affa varacağını yıllar evvel söyledik. Toplum buna hazır hale getirilmesi için hukuka olan güvenleri zedelendi, inandırıcılığını yitirmiş davalarla Genelkurmay Başkanı dahi "terörist" sıfatı ile cezaevine tıkıldı.
(Bkz: Genel affa doğru / Apo'yu sempatikleştirme / Kürt baharıGenel affa doğru 2 / İkinci Kürt açılımı / Türk ordusu neden tasfiye edildi?)

Erdoğan dün Diyarbakır'da Barzani'ye övgüler yağdırıp Kürdistan'dan söz ettiği saatlerde Barzani'nin partisi PDK'nın resmi Facebook hesabında paylaşılan Kürdistan haritasına dikkat edin.


Yıllar evvel "Diyarbakır BOP'un merkezi olabilir" diyen Erdoğan'ın eşbaşkanlık yaptığı BOP haritasındaki "Özgür Kürdistan"a ne kadar da benziyor...



Ayrılıkçı Kürtlerin hayallerini süsleyen Kürdistan, aslında birilerinin İsrail için kurmak istediği tampon bölgeden başka bir şey değil.

Eşbaşkan ve kuklalar görevini yapıyor. Peki ya biz?

Ama pardon; biz faşist, cahil, statükocuyduk değil mi? Onlar ise zeki, demokrat, liberal, özgürlükçü, yenilikçi.

Bugün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkes vebal altında. Kimse ileride "bilmiyordum, görmedim, anlamadım" deme lüksüne sahip değil.

//////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////

Suriye'de stratejik hamle yapan PYD'nin Esad'la birlikte kazanan taraf olduğunu da görelim. Evet, Suriye'de kaybeden AKP haricinde bir de Barzani/PKK/ bloku var. El Kaide'nin Suriye'deki Kürtlere adeta katliam derecesinde saldırılar düzenlemesi karşısında PYD'nin Kürtleri sahiplenmesi, Kandil'de Kürtçülük oynayan PKK'lıların ve daha dün Diyarbakır'da şov yapan Barzani'nin yüzüne şamar gibi indi. Çünkü göbekten bağlı oldukları Amerika, onlara Suriye'de bir Kürt devleti vaad etmişti ve bunun için de Esad'ın indirilmesi gerekiyordu. PYD stratejik davranarak, Esad'dan sonrasının kendileri için bir son olduğunu gördü ve varlığını sürdürebilmek için Esad'ın yanında yer aldı.

Yani Erdoğan-Barzani buluşması, bir açıdan da "kaybedenlerin buluşması". 

//////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////

Çok tuhaf bir süreçten geçiyoruz.

ABD, uzun zamandan sonra ilk kez bu kadar büyük bir tokat yedi. ABD-Türkiye-Suudi Arabistan-Katar işbirliği Suriye'de Rusya/İran duvarına çarpınca geri vites yapıp sessizleşmeye başladı. ABD diplomasiye yöneldi. Arabistan/Katar tamamen konudan uzaklaştı. Ama ABD gazı ile Ortadoğu'nun hakimi olacağını sanan Erdoğan olayı kişiselleştirip bir süre daha aynı dış politikada ısrarcı oldu.

Bugün gelişmelere bakınca, AKP'nin yavaş yavaş Suriye politikasından geri adım atmaya çalıştığını görüyoruz. Mecbur bırakıldı. AKP radikal terör örgütlerini desteklemeye devam etseyd, uluslararası camiada terörist destekçisi sıfatı yemesi hiç de zor değildi. Henüz bu olaydan kurtulmuş da sayılmaz. "Kurban" vermek zorunda. Fidan'ı, Davutoğlu'nu vermezse, El Kaide-El Nusra'yı Türkiye'de besleyen İHH gibi kuruluşları kurban vermek zorunda. Ya da kendi deyimi ile "yedirmek" zorunda kalacak.

Erdoğan çuvalladığı dış politikada değişikliklere gitti. Dikkat edin;
Hakaretler yağdırdığı Maliki ile arayı düzeltmeye çalışıyor. Maliki'yi davet ediyor, daha sonra Irak'ı ziyaret edeceğini söylüyor.
Arasını bozduğu İran'la "nasıl barışırım" diye düşünüyor.
Müslüman Kardeşler'i gazlayıp iç savaş noktasına getirdiği Mısır'ın "gönlünü nasıl alırım" diye düşünüyor, çekmiş olduğu büyükelçisini geri gönderiyor.
Rusya ile de bir kaç enerji anlaşması yapıp gönüllerini almaya gidecektir muhtemelen.

Ortadoğu'nun hükümdarı olma gazıyla Müslüman Kardeşler'le ve küresel terörizmle Sünni blok kurma amacına giren Erdoğan, Şii/Nusayri/Alevi blokuna açmış olduğu savaştan vazgeçince tarafların onu affedeceğini düşünüyor. Bunun bedelini elbette ödeyecek. Bugün olmasa da, yarın...

3 Temmuz 2013 Çarşamba

Mısır'da halk hareketi ve darbe / Peki kim kazandı?

Selam dostlar...

3 Temmuz 2013, Mısır'da darbe görüntülerini izledik ve tarihe tanıklık ettik. Fakat tarihe tanıklık ettik derken sadece "darbe"den söz etmiyorum, aşağıda uzunca bunu açıklayacağım. Öncelikle bir giriş yapayım:

Biliyorsunuz, Erdoğan defalarca "Büyük Ortadoğu Projesi'nin eşbaşkanıyım" demiş, daha sonra bunu inkar etmiş, en sonunda da "O proje doğuştan, adımı atılmadan bitti" açıklamasını yapmıştı.

Daha önce de söylemiştim; yalan!

Fakat bugün itibariyle ben söylüyorum: Büyük Ortadoğu Projesi, Mısır'daki halk hareketi ile çok büyük darbe yemiştir, Türkiye'nin AKP'den kurtulması ile de son bulacaktır!




"MURSİ'Yİ HALK SEÇTİ" YALANI! 
2012'deki halk hareketi ile afallayan "dış mihraklar", kısa sürede olayı kendilerine lehlerine başarmış, Müslüman Kardeşler denen topluluk halkın devrimi adeta çalmıştı. Sonuç yönetimi eline alan Müslüman Kardeşler, Ilımlı İslam'ın Mısır temsilcisi Mursi'yi Cumhurbaşkanlığına aday göstermişti. Seçimlerin ikinci turunda Mursi'nin karşısında kalan tek aday ise Hüsnü Mübarek diktasından kalma Ahmet Şefik'ti. Anlayacağınız Mübarek'i deviren halk, ya tekrar aynı yönetimi getirecekti ya da Müslüman Kardeşler'in adayı Mursi'yi. Sonuç: yüzde 51 ile Mursi kazanan taraf oldu. Üstelik halkın sadece yüzde 45'i seçime katılmıştı.

Yani halk Mursi'ye muhtaç bırakıldı. "Kıstırılmış demokrasi"nin uzun süre ayakta kalması mümkün değildi; 1 yıl sürdü; halk yine sokaklara döküldü! Bu kez 1 yıldır ne ekonomik ne de demokratik açıdan hiçbir gelişim göstermeyen, aksine daha da gerileme gösteren Mursi halk hareketi sonucunda ordunun devreye girmesi ile devrildi. Mursi, Mısır'ın Erdoğan'ıdır. Şöyle özetleyeyim; Erdoğan'ın Türkiye'de "demokrasi" ve "sandık" üzerinden 11 yılda yaptığını, Mursi 1 yılda yapmaya çalıştı. Orduyu, yargıyı ve devlet kadrolarını tamamen Müslüman Kardeşler'in kontrolüne geçirmeye çalışmıştır. Yani Mübarek diktasının yerine bir zihniyet diktası kurmaya çalışmıştır. Sonuç ortada; Mursi artık yok.

Darbe seviciliği yaptığımı sanmayın; asla öyle bir niyetim yok. Fakat halkın sokağa dökülmesinden sonra Mursi'nin geri adım atmaması, halkı dinlememesi olağan sonucunu doğurdu, bunu kabul edelim. Darbeyi meşru göstermek gibi bir amacım yok tabii ki ama Mursi tek seçenek olarak bunu bıraktı; bunu da görelim. Aksi halde iç savaşa ramak kalmıştı. Halbuki güç (fazlasıyla!) elindeyken geçici hükümet kurabilme, erken seçime gitme kararı alabilme yetkisi vardı. O yapmadı, şimdi ordu yapıyor. Mursi orduya karşı da halkı kışkırtmaya devam ediyor.

ABD ELİYLE GELENLER, ABD ELİ İLE GİDERLER!
Mursi'yi oraya getiren de, orduya darbe yaptıran da aynı güç; bunun altını çizelim. Yani ABD artık halkın rüzgarına doğru hareket edip, ona göre oyunlar oynayarak "gelecek iktidarı belirleme" peşinde.
Aylardır Mursi'yi desteklerken, bugün halk sokaklara inince "Mursi halkı dinlemeli" deme noktasına gelen ABD, Ortadoğu'da artık çuvallamıştır. Bu kesin ve nettir.

Darbeyi açıklayan yani ordunun başındaki isim: EL-SİSİ'yi Genelkurmay Başkanı yapan kim dersiniz? MURSİ! Evet, Mübarek'in generallerini görevden alıp El-Sisi'yi göreve getiren Mursi, kendi adamı tarafından devredışı bırakıldı.

Sizce kendi adamı mıydı? Yoksa kendisi de, getirdiği adam da "birilerinin" adamı mıydı?

ABD Savunma Bakanı Chuck Hagel'in son bir haftada iki kez El-Sisi ile görüşmesi bir tesadüf olamaz herhalde...

Amerikancı ordu, Amerikancı iktidarı gönderdi. Yeniden Amerikancı iktidarı getirebilecek mi? Asıl soru bu! Ya da küresel çeteler arasında ekonomik alanda başlayan savaş, Ortadoğu'da iyice alevlenecek mi?

EL BARADEY ismine dikkat! 
2012'deki halk hareketini nasıl "Müslüman Kardeşler" çalmış, Amerikancı iktidar oluşturmuşsa, El Baradey ismi de bugün öne çıkıyor. El Baradey Rothschild'e yakındır yani İngiltere kanadına. Rockefeller-Rothschild arasındaki güçler savaşına sonra değineceğim.

Mısır halkı, hareketine sahip çıkıp darbeden sonra susmamalı, isteklerini dile getirmeye devam etmelidir. Bu temiz hareketin ordu eli ile kirletilmesine göz yummamalıdır. Aksi halde "birilerinin" bu süreci kendi lehine çevirmeleri çok daha kolay olacaktır.

Şu ana kadar süreci en doğru yorumlayan lider Beşar Esad oldu:
“Mısır’da olan şey, SİYASAL İSLAM denen şeyin çöküşüdür. Dünyanın her yerinde DİNİ SİYASAL EMELLERİNE ALET EDEN herkesin akıbeti de bu olacaktır”

Evet, Ilımlı İslam bitmiştir, emperyal-kapital düzen Ilımlı İslam'ı sömüre sömüre bitirmiştir. Artık ne Türkiye'de ne de Ortadoğu'da bu oyun tut-mu-yor!

YAŞASIN HALKLARIN DİRENİŞİ,
YAŞASIN HALKLARIN KARDEŞLİĞİ!

Dipnot: "2-3 ay sonra gider" denilen Esad 2,5 yıldır koltuğunda oturuyor ancak 1 yıl önce büyük pohpohlamalarla gelen Mursi gitti. Öyle görünüyor ki Esad, Erdoğan'ın da gidişini görmeden gitmeyecek!

29 Haziran 2013 Cumartesi

Lice olayları AKP-PKK kavgası mı? / Büyük Oyun mu?

Bugün Lice'de yaşananları anlayabilmek çok kolay değil fakat sorunun en temelinde Erdoğan'ın her konuda büyük vaatlerde bulunup, toplumda beklentiler yaratıp daha sonra beklentileri karşılayamamasının yarattığı patlama yatmaktadır.

Kesin olan bir şey var ki, artık "halkların kardeşliği" düsturu ile Amerikancı iktidarları ve Amerikanın piyon örgütlerini yıkmanın vakti gelmiştir. Kürt halkını kucaklamamız, AKP ve PKK'yı en acilinden defetmemiz gerekiyor.

Oturup analiz yapmanın çok zor olduğu bir süreç. Çünkü bir tarafta AKP diğer tarafta PKK var ve iki tarafa da güvenimiz yok. Son günlerde yaşanan ilginç gelişmeler ise beni inanılmaz bir şekilde işkillendirdi. Gayet kol kola girmiş AKPKK gitti, AKP'ye zorluk çıkarmayan PKK gitti, yerine sokaklara kendi sözde polisini çıkaran adeta provoke eden bir PKK geldi. Aynısı AKP için de geçerli.
"Demokratik hak vericez, şöyle yapıcaz böyle yapıcaz" diyen AKP gitti, PKK-BDP'nin çözüm sürecinin işleyişi için istediği yüzde 10 seçim barajının kalkması, anadilde eğitim gibi en basit talepleri bile elinin tersiyle iten Erdoğan geldi.

Bunlar normal değil beyler. Asıl BÜYÜK OYUN burada!

Benim aklıma 3 seçenek geliyor. Bunlar;

  1. Erdoğan'ın büyük vaatleri karşısında hiçbir şey alamadığı için kullanıldığını düşünen Kürt hareketi, AKP'den seçim öncesi bir şeyler koparmak istiyor, Erdoğan ise vereceği en ufak tavizde büyük oy kayıpları yaşayacağını bildiği için bunu reddediyor. 
  2. Erdoğan ipleri kopardı, "Ya ben kazanırım ya hepimiz kaybederiz" dedi 
  3. AKP-PKK pazarlığı ile Gezi ile başlayan halk hareketi PKK ile yan yana gösterilip, Erdoğan "tek vatansever lider" konumuna getirilmeye çalışılıyor. Bu gerçekleşirse MHP dibe çöker, Erdoğan dinci/milliyetçi oyların neredeyse hepsini alır ve o istediği "Başkanlık Sistemi'ne" de kavuşabilir!

Bu üçünden biri de olabilir, bambaşka bir şey de olabilir. Ciddi anlamda analiz yapmanın çok zor olduğu bir süreç. Bunun için şimdilik yanlış yönlendirmek yerine, son bir ayda bu sürece nasıl gelindi, neler söylendi, neler yapıldı bunları görmenizi istiyorum.

Aklıma ilk gelen konulardan tarih tarih derleme yaptım, çözümlemenizi bunları değerlendirerek yapın. Aklıma gelenleri de daha sonra ekleyeceğim...

GEZİ PARKI OLAYLARI SONRASI ERDOĞAN VE PKK'NIN TAVRI

1-18 Haziran 2013: Erdoğan Gezi Parkı eylemcilerine yüklenirken alakasız bir şekilde PKK ve Öcalan'dan bahsetmeye, sanki PKK'lılarla görüşen o değilmiş gibi konuşmaya, Gezi eylemcilerini PKK ile kolkola göstermeye çalıştı. Bir yandan da hem Erdoğan hem de bir kısım gazeteciler "eylemler çözüm sürecine zarar vermek için yapıldı" dedi.
14 Haziran 2013: Erdoğan "Suriye'de mezhep savaşı çıkartmak istiyorlar.." Bir kaç dakika sonra... "Reyhanlı'da 53 SÜNNİ vatandaşımız şehit edildi" dedi.
18 Haziran 2013: BDP'li Selahattin Demirtaş: "Öcalan ile müzakere yürüteceksin, çıkıp kürsüden de terörist başı, bölücü başı diyeceksin. Sen neyin başısın? Bu dil, bu üslup barış getirebilir mi?" dedi.
19 Haziran 2013: PKK'lı Karayılan “Devlet süreci sabote etmek için elinden ne geliyorsa yapıyor. Savaşa hazırlanıyor” dedi.
19 Haziran 2013: Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin BDP'lilerle görüştü. Sürecin 2. aşamasına geçildiği ifade edildi. BDP'liler 25 maddelik "demokrasi paketinin" devreye sokulmasını talep etti, hükümet yetkilileri ise "PKK'nın çekilmesinin hızlandırılmasını" istedi. Demirtaş toplantı sonrası Öcalan fotoğrafı önünde toplantının olumlu geçmediğinin sinyallerini verdi.
21 Haziran 2013: Erdoğan "ALEVİ kardeşlerimize ve vatandaşlarıma samimiyetle sesleniyorum. Bu oyunlara, tuzaklara, tahriklere karşı dikkatli olun. Huzurumuzu, huzurunuzu, istikrarı, güven ortamını bozacak, kardeşliğimizi zedeleyecek ortamlara karşı dikkatli olun" dedi.
22 Haziran 2013: Van'da askeri helikoptere PKK'lılar tarafından ateş açıldı.
25 Haziran 2013: Erdoğan: "Bu gösterilerde ALEVİ vatandaşlarımızın da kitlesel olarak yer aldığını maalesef gördük."
25 Haziran 2013: Şırnak sokaklarında PKK'nın sözde "polis gücü" devreye girdi, PKK'lılar otomobilleri çevirip kimlik kontrolü yaptı.
25 Haziran 2013: "Acaba bitecek mi?" denilen AB-Türkiye görüşmeleri, ne hikmetse normalleşmeye başladı; 22. fasıl açıldı. DİKKAT: 22. fasıl, PKK'nın da talebi olan Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nı da kapsıyor.
25 Haziran 2013: Erdoğan-Obama arasında bir saatlik telefon görüşmesi gerçekleşti.
25 Haziran 2013: PKK'lı Karayılan "barış sürecinin 3. aşaması ile birlikte Öcalan serbest kalacak, konfederalizm istiyoruz" dedi.
26 Haziran 2013: Ricciardone, Diyarbakır'ı ziyaret etti. "Şimdi -burası- çok sakin ama inşallah 'barış' çok derin köklerini bulacaktır... Diyarbakır terörizm için pardon turizm için merkez olabilir." dedi. (Dili sürçtü?)
26 Haziran 2013: PKK'nın sözde polis gücüne yönelik operasyon düzenlendi.
26 Haziran 2013: Erdoğan, "Akil İnsanlar"la buluştu, hazırladıkları raporu konuştular. 4 "akil" toplantıya katılmadı, katılanlar da memnun ayrılmadı. Toplantıda Erdoğan'ın raporda yer alan en hafif talepler arasında bulunan "Yüzde 10 seçim barajının kaldırılması" ve "anadilde eğitime" dahi karşı çıktığı iddia edildi.
27 Haziran 2013: Erdoğan'dan haber alınamıyor.
27-28 Haziran 2013: BDP Parti Meclisi ve Merkez Yürütme Kurulu toplantıları gerçekleşti; BDP meydanlara inme kararı aldı!
28 Haziran 2013: Erdoğan ve Gül'den haber alınamıyor, ikisi de Cuma'ya gitmedi.
28 Haziran 2013: Lice'de inşa edilen karakolu protesto eden grupla Jandarma arasında çatışma çıktı. Kimileri protestocu grubun tamamen demokratik bir tepki gösterdiğini iddia etti, kimi de karakola molotofla saldırdıklarını, karakolu basmaya çalıştıklarını iddia etti. 1 vatandaş hayatını kaybetti, 10 civarı yaralı var.
28 Haziran 2013: Diyarbakır Lice Kaymakamı Özer Özbek: “Sabah silahlı kişilerin protestocu grup arasında olacağı istihbaratı alındı. Kalekolu basıp işçilerin çadırını yaktılar Özel harekat havaya ateş açtı. Asla bir hedef alma durumu yok. Vurma varsa eğer kendilerini de vurmuş olabilirler” dedi.
28 Haziran 2013: AKP Genel Başkan Yrd. Hüseyin Çelik: "Kan akmıyor. Anladığım kadarıyla bu birilerini rahatsız ediyor. Birileri tekrar devreye girdi. Sosyal medyada Gezi parkı olayının Kürt versiyonu yaratılmaya çalışılıyor. Ben hayatını kaybeden vatandaşımıza Allah'tan rahmet diliyorum. Oradan bir Liceli beni aradı. Pkk'lı olduğunu söyleyen bir grup köylüleri karakol inşaatını protestoya zorladılar. Eylem şantiye çadırlarının yakılmasına molotof atılmasına döndü. 1 vatandaşımız öldü 9 kadar da yaralı var. Elbette bu olaylar hepimizi üzüyor. Bu olay meydana geldikten sonra pusuda bekleyenler, bu meseleyi Gezi Parkı'nın Kürt versiyonuna dönüştürmeye çalşıyor. "
28 Haziran 2013: BDP'li Gülten Kışanak: Tek amacı karakol inşaatını protesto etmek olan bir halkın üzerine ateş açılmış olması resmen bir katliam girişimidir. Halkımız sağduyusunu korumalı ve provokasyonlara gelmemelidir. Ancak şu da bilinmelidir ki bu alçakça saldırının hesabı sorulacaktır.
28 Haziran 2013: Erdoğan'ın TV'lerde yayınlanan "Ulusa Sesleniş" konuşmasında "Eylemciler büyük bir oyunun parçası oldular" dedi ve ekledi: "Çözüm Süreci de, bu tertiplerden etkilenmemiş, milletimizin sağduyusu sayesinde, kardeşliğimiz güç kazanmaya devam etmiştir."

Karşılıklı restleşmeler, çok masum gelmiyor bana. Gezi eylemlerinde devletin ve medyanın tavrının bir benzerinin yaşandığını görenlerden bazıları, Lice'ye "diren" çağrısında bulunuyor. Ancak bu önümüze kurulan tuzak olabilir. Plan bu olabilir yani. Gezi direnişi sonrası ABD ve AB'nin üstü kapalı tehditleri ile karşı karşıya kalan Erdoğan, bir anda iki tarafla da eski günlerine döndü. Karşılıklı restler ve jestlerin peşpeşe gelmesi benim midemi bulandırıyor. Ne olup bittiğini birkaç gün sonra Erdoğan'ın tavırlarından ve konuşmalarından daha net anlayacağız. O zamana kadar, sakinliğimizi koruyalım, tuzaklara düşmeyelim.

5 Haziran 2013 Çarşamba

Gezi Parkı olayları / Yükselen muhalif güç!

Günlerdik sokaklardayız. Yorgunuz, bir o kadar da umutluyuz.

Genellikle partizan olmayan muhalifler, kendilerini sokağa attı ve muhalefet partilerinin görevini üstlendi.

Daha açık ve dahe geniş ifade ediyorum:

31 MAYIS 2013; HALK FAŞİZME BAŞ KALDIRDI VE MUHALEFETE EL KOYDU!

Fakat henüz her şey yeni başlıyor. Bu hareket, organizasyonsuz organize olabilmiş bir hareket. Henüz faşizm karşıtlığı dışında bir çizgisi yok. Bu hareketi bilinçli şekilde korumak ve her gün üzerine daha da çok koyarak ilerletmek görevimiz.

Artık "uff tyyip çok slk yaa.s .s" diyen liseli genç de politize olmaya başlamıştır. Çünkü yaşı 16'dır ve bu ülkede yaşı 30 olup meydana bir kez dahi inmemiş olanlardan daha cesur olabilmiştir!

Bu, hem demokratik kazançtır hem de geleceğe yönelik umut veren bir manzaradır.

80 ihtilali ile birlikte bastırılan ve sindirilen insanların apolitize olmuş çocuklarını bile politize eden bu hareket sahipsiz bırakılmamalı, sönüp gitmemelidir. Bu yüzden, bu harekete yol haritası çizmek gerekiyor. Benim şahsi fikrim şudur ki; bu hareket ilk olarak dört aşama ile devam ettirilebilir.

1. Bu süreçte antidemokratik, özellikle şiddet içeren eylemlerden ve inançlara yönelik yapılabilecek saygısızlıklardan uzak durulması gerekiyor.
2. Politize edilmiş ve baskı/korku imparatorluğuna baş kaldırabilmiş insanlar yeniden eski vahametine geri dönmemesi için sürekli yinelenen eylemler yapılmalı. 
3. Hareket sürekli kendi içerisinde devrim halinde olmalı, kitlesel eylemler mantık çerçevesinde ve planlı/programlı yapılmalı. Kapitalist sermayeye ve medyaya karşı büyük kitlesel eylemler düzenlenmeli.
4. Tüm bunlar gerçekleşirken, kitlenin sürekli genişletilmesi için aktif propaganda yapılması gerekiyor. 

Ülke geneline yayılan eylemlerde öğrenciler okullardan çıkıp meydanlara iniyor. Başlarında 16-17 yaşlarında çocuklar liderlik yapıyor. Birlikte sloganlar atıyorlar. Büyüklerinden gördükleri gibi, içlerinden geldikleri gibi, masumca, çocukça... Bunları TV'ler göstermiyor. Çünkü onlar ya ezilen halkı görmezden gelir, ya da bomba gösterir, çatışma gösterir. Halkın yanında olmaz; taa ki halk medyadan da hesabını sorana kadar!

2 Nisan 2013 Habertürk önünde protesto
3 Nisan 2013 - NTV binasının önünde protesto
3 Nisan 2013 - ATV binasının önünde protesto
Direnişin en şiddetli olduğu Cuma akşamı ve gecesi Taksim'deydim. Onun için eylemlere soğuk da baksanız, içeriden biri olarak benim görüşlerimi dinlemenizi öneriyorum.

Önce eylemin sebebini sonra da hükümete ve sırayla muhalefete değineceğim.

Küçük bir park eylemi nasıl bir anda Türkiye'ye yayılan eylemlere dönüştü? Evet, bu eylem masum bir park savunmasıydı ama cesur bir hak savunmasına dönüştü. Asla yanyana getiremeyeceğiniz adamlara birlikte slogan attırdı.
Bunun sebebi çok basit: İlk kez bir ideoloji, bir grup, bir parti ya da bir takım için toplanmıyordu kitleler. Ortak payda bulmuşlardı; insanlık!

Siz bakmayın medyanın sürekli polisle çatışan grupları gösterdiğine -ki polise karşılık veren herkese de laf etmeyeceğim. Çünkü insanlar saatlerce polis tarafından şiddete maruz kalıyor. Sinirlerine hakim olamayanlar, provoke olanlar, isyan edenler olabilir.

Bakın aşağıdaki videoyu TV'lerde göremezsiniz, ajanstan derledim. TV'ler sadece İstanbul, Ankara ve İzmir'deki eylemlerden söz ediyor ve sadece çatışma görüntülerini gösteriyor. Çünkü marjinalize etmeye çalışıyorlar. Çünkü onlar halkın değil, güç sahiplerinin yanında bulunurlar.


Bu görüntüleri yaymanız gerekiyor. Bu insanları vatan haini gören ve göstermeye çalışanları durdurmamız gerekiyor.

Hepsi Cuma sabahı saat 5'te uykusunda polis şiddetine maruz kalan Gezi Parkı eylemcilerine yapılan faşist saldırıya kafa tuttu.
Çünkü biliyorlardı, bugün Gezi Parkı eylemcileri yalnız bırakılırsa, yarın sıra onlara da gelecekti.
Çünkü biliyorlardı, faşizmin eğer durdurulamazsa her geçen gün başkalarını da ayaklarının altına alacağını.
Çünkü biliyorlardı, 12 yıldır artaran süregelen "ben yaptım, olacak" kafa yapısının diktatörlük olduğunu.
Çünkü biliyorlardı; sandık demokrasi demek değildir. Hatta sandık, orantısız sonuçlar çıkardığı vakit Hitler'i, Saddam Hüseyin'i ve Mübarek'i diktatör yapmıştı...

Bunun için sokaklara indi millet.

Hayatının her alanına müdahale eden ve sürekli kendisine hakaret eden bir Başbakan istemiyor insanlar.

"Emek'i yıktım, Gezi'yi de yıkıyorum, AKM'yi de yıkacağım, ben her istediğimi yaparım" gibi diktatör kafa yapısı ve insanlara saygısızca söylemler: "Ayyaş, kafa kıyak, çapulcu, marjinal, darbeci, Ergenekoncu..."

Sürekli hakaret, sürekli iftira... Ve sonra da "76 milyonun Başbakanıyım" inş. canım yaaa (:

Bu hareket bir devrim hareketi değil fakat Türkiye için bir devrim niteliğinde. Çünkü ilk kez böyle geniş çevreler sokaklara demokratik tepkilerini dökmek üzere çıktı. Tamam Cumhuriyet Mitinglerinde de yüksek katılım vardı ama o kitleler aynı anda tek merkezde toplanıyordu ve içerisine sadece "Cumhuriyetçi" diyebileceğimiz insanları kapsıyordu. Muhafazakarı kapsayamıyordu. Kürdü kapsayamıyordu. Devrimcilerin bile sadece bir kısmını kapsayabiliyordu.

Peki şimdi?

Devrimci, ülkücü, muhafazakar... Türk, Kürt, ve bilimum etnik kimlik. Hepsi yan yana, kol kola... Birlikte slogan atıyorlar. "Faşizme karşı omuz omuza" diyorlar. "Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzel al sancak" diyorlar. "Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir" diyorlar. Bazen küfrediyorlar bazen Çav Bella diyorlar.


Bu kare Trabzon'dan. Çok şey anlatıyor. Halkların kardeşliği böyle olur. Halkların birleşmesi böyle olur. Ve halk birleştiği zaman o susan medya susamaz; özür diler! AVM'lere çöreklenecek kapitalist sermaye çöreklenemez; "Halkın bu denli karşı çıktığı bir projede yer almamız mümkün değil" der.

Bir önceki yazımda (İslam'ın sosyal yönü) vergi rekortmeni şirketleri yayınlamış ve listenin ilk 15'inde 10 bankanın yer aldığının altını çizmiştim. Çünkü bunlar halkların kanını emen vampirler! NTV'nin gösterilere yönelik karartma uygulamasından sonra sosyal medyada çok sahiplenilmese de Doğuş Holding'e boykot talepleri vardı. Küçük bir kitle bu boykota uydu ve sadece 2 gün süren boykot sonucunda bugün Garanti Bankası Genel Müdürü Ergun Özen'in yaptığı açıklamaya göre 1500 kişi kartlarını iptal etmiş ve toplam 35-40 milyon liralık mevduat çıkışı gerçekleşmiş. Toplam mevduatı göz önünde bulundurursak 0,5/1000 gibi düşük bir rakam bu. Yine de bir anda nakit çekilmesi, elbette ki etkiliyor.

Çekilen para miktarının 40 milyon değil de 4 milyar olduğunu düşünün... Ve bunun her geçen gün arttığını düşünün. Yapamayacağınız şey kalmaz! Size sahiplik taslayanların nasıl peşinizde koşacaklarını o zaman görün!

Bu boykotları genişletip tüm kapitalist sermayeye karşı uyguladığınızı düşünün.

TAYYİP NEYİN PEŞİNDE?

Öncelikle parkta başlayan eylemlere katılım sayısı çok düşük olduğu için devlet üç-beş kişiyi ciddiye bile almadı. Sabahın köründe baskın yaptı, faşizmini ortaya koydu. Ancak hesaplanmayan bir şey vardı; o da park konusunun masumiyeti ve o çocukların parkta sadece kitap okudukları, çadır kurdukları gerçeği idi.
Polisin şiddetine tepki büyüdü, tepki büyüdükçe kitle arttı. Kitle artınca 1 Mayıs'ta olağanüstü hal ilan edip, insanları evlere kapatınca bunu her zaman yapabileceğini düşünen hükümet, aynı hataya düştü fakat dediğim gibi bu kez durum farklıydı.

Tayyip'in "galibiyet sevdası" yüzünden polis şiddeti uzun süre devam etti, bazı illerde hala ediyor. Erdoğan'ın bu inadının sebebi yenik düştüğü kibri ve içinde bulunduğu güç sarhoşluğu. Şu an sokaktaki insanları kendisine birer düşman olarak gördüğü çok açık ve bunu her açıklamasında dile getiriyor. Bir başka sebep ise Erdoğan'a bilgi veren ve yol haritası çizen danışmanları. Başbakan Danışmanı Yalçın Akdoğan, "Tayyip Erdoğan'ı kimseye yedirmeyiz" diye açıklama yaptı mesela. Bunu sokaktakilerden daha çok Başbakan'ın çevresindeki isimler Arap Baharı'na benzetiyor açıklamaları ile... Liderini korumak istiyor, bu yüzden liderini de yanlış bilgilendiriyor.

Topbaş çıkıyor, "Ders çıkardık" diyor.
Bülent Arınç çıkıyor "Birileri özür dilesin" diyor.
Erdoğan'dan "Yüzde 50'yi zor tutuyoruz" açıklaması, ve her şey yıkılıyor!
Sonra Cumhurbaşkanı çıkıyor "Mesaj alındı, demokrasi sadece sandık değildir" diyor.
Erdoğan tekrar sahnede! "Demokrasinin yolu sandıktan geçer!"

Ciddi anlamda olayı kişiselleştirmiş durumda belli ki. Fakat ülkeden gidip, koltuğunu Arınç'a devretmesi ile birlikte "Erdoğan'sız çözüm" devreye girdi, yine ılımlı mesajlar verildi.

Erdoğan, hem AKP içerisinde hem de medyadaki destekçileri tarafından yalnızlaştırılıyor. Daha doğrusu kendisini marjinalleştiriyor. Bu baskıcı kafa yapısından kurtulamazsa, şunu açıkça söyleyebilirim ki Ortadoğu'daki "stratejik ortakları" ve "dava kardeşleri" onu bir anda yutup yollarına devam eder!

Bu konu önemli, çünkü bu eylemlere batı medyasının verdiği destek benim midemi bulandırdı. Yükselen bir muhalif hareket var ve bu hareket Ortadoğu'daki gibi isyan da barındırıyor. Bu hareketi şekillendirmek isteyenler olacaktır. Eğer hareket çekilmez ve büyümeye devam ederse, Erdoğan'ı o koltuğa oturtanlar o koltuktan indirmesini de bilecektir. Bunun için yeterli altyapı Türkiye'de hazırdır. Muhalif kitlenin varlığının yanında bir de devlet içinde kadrolaşmış Cemaat'in Erdoğan'la kavgalı olması, Erdoğan'ın bitirilmesinde etkin rol oynayabilir. Sonuç olarak kaybeden sadece Erdoğan olur, kazanan kimse olmaz!

Bunun için batı medyasından destek bekleyen, Twitter'dan sürekli onlara yazılar gönderen andavallara sesleniyorum. Batıda da özgürlük falan yok, götünüzü yırtmayın. O gavatlardan dostluk ve insanlık beklemeyin. Eğer davanıza inanıyorsanız dik durun ve halkınıza sarılın. Aksi takdirde Mısır'daki yüzbinlerden farkınız olmaz. RTE gider, AG, FG gelir. Kazanan yine küresel güçler, kaybeden de yine biz oluruz.

BAHÇELİ NEYİN PEŞİNDE?

Kendisini yenileyemeyen MHP, genç nesile ayak uyduramayan Devlet Bahçeli, süreci okuyamayan MHP kadroları, harekete dil uzatma boyutlarına gelecek tarihi bir yanılgı içerisinde.

Hadi siz meydanlara inmediniz, lan hiç mi haber almıyorsunuz? Milletvekili olmuşsunuz, hiç mi bağlantınız yok. Meydanlarda yüzlerce ülkücü var. Nasıl olur da MHP lideri Bahçeli çıkıp sokaktakilere dil uzatır! "Onlar aramızda barınamaz" der! Muhalif olan hareketi marjinalleştirmek nasıl bir yanılgıdır?

Hepsini geçtim, Bahçeli'nin bu sorumsuzluğu yüzünden İstanbul'da bazı semtlerde ve bir kaç ilde daha ülkücüler Gezi Parkı eylemcilerine yönelik saldırılarda ve tahriklerde bulunmaya başladı. Bazen fiziksel şiddet, bazen tekbir sesleri ile... Tepki gösterdikleri insanların elinde Türk bayrakları var. Bugüne kadar Ocakları kabuğuna çeken, sokaktan alıkoyan Bahçeli, bugün demokratik tepki gösteren halka dil uzatarak partizanlarını masum insanların üzerine salıyor. Biz Erdoğan'ın iç savaş tehdidini gördük ve eleştirdik ama Bahçeli, Erdoğan'dan daha duyarsız yaklaşıyor sürece.


Not. Yazıda birkaç ekleme yapacağım.

26 Mayıs 2013 Pazar

İslam'ın sosyal yönü / Siyasal İslamcıların ikiyüzlülüğü

Uzun zamandır değinmek istediğim konu vardı ama sürekli gündemde farklı konular olduğu için fırsat bulup da kaleme alamıyordum. En nihayetinde bir boşluk buldum ve şimdi fikirlerimi sizlerle paylaşacağım.

Son dönemde İslam'ı ve İslami değerleri farklı dallara ayırmış bulunduk. İslamcı, dinci, sosyal İslam, abdestli kapitalizm vb. Belki dini açıdan çok da doğru değil bu söylemlerimiz, bilemiyorum. Ancak konuları anlatmak için bu tanımlamaları yapmak zorundayız. Çünkü eleştirdiğimiz kesimlerin referansı İslam. Ben de bu yazımda bu tarz tanımlamalara gideceğim, önyargıyla yaklaşıp rahatsız olacaksanız kusura bakmayın ama bu yazıyı o-ku-ma-yın.

Giriş bölümü biraz uzun olacak, dileyen orayı atlayabilir ama konuyu tam olarak anlayabilmek için okumanızı tavsiye ediyorum.


DİN SADECE 'KLASİK İBADET' DEĞİL (GİRİŞ BÖLÜMÜ)

Önceden söylediğimiz bir söz vardı; "Türkiye, İslam'ın en güzel ve en temiz yaşandığı yer" diye. Evet, bir bakıma bu doğruydu, ta ki AKP iktidarına kadar. Türkiye, refaransı din olan bir çok iktidar gördü ama hiçbir zaman referansı İslam olup da bu kadar İslam'la uzaktan-yakından alakası olan bir başka iktidar görmedi.

Marx'ın "Din toplumların afyonudur" sözünün doğruluğu bugünün Türkiye'sinde ispatlanmıştır. İçinizden kızanlar olacaktır muhtemelen ama hemen ağzındaki köpükleri silip yazıyı sonuna kadar okursa haklı olduğumu görecek.

Sosyolojik açıdan okumayan toplumların geri kalıyor olduğu gerçeği bir kenara dursun, toplum olarak din konusundaki en büyük kaynağımızın Kur'an değil de hacılar-hocalar olması, toplumun yaşam tarzını ve tüm kimliğini değiştiriyor.

Eğer İslam'dan bahsediyorsak, temel kaynağımızın Kur'an olması gerekli. Kronolojik olarak ilerlersek de Allah'ın ilk emrinin "oku" olduğunu bilmemiz gerekiyor. Çünkü okumadan Allah'ın size neyi emrettiğini bilmeniz mümkün değil. Peki size bir soru: "Kur'an'ı anlayarak okuyun" diyen kaç cemaat lideri gördünüz? Belki nadiren bir iki söylemine denk gelmişsinizdir. Ama genel olarak Kur'an, sanki bir kaç kişiye indirilmiş ve onlar bize bunu anlatmakla görevlendirilmiş insanlarmış gibi bir durum söz konusu. "Ben bilirim, ben anlarım, ben anlatırım siz de benim anlattıklarımı anlarsınız" yaklaşımı ile "hocalık" yapıyorlar.

Bir söz var ya, "Namaz dinin direğidir" diye. Ben bunu değiştiriyorum, dinin direği OKUMAKTIR.

Bir ülkenin emperyalizmle olan ilişkisini ölçmek için o ülkenin terör örgütleri ile olan ilişkilerine bakarsınız.  Bir müslümanın da ne kadar müslüman olduğuna para ile olan ilişkisini göz önünde bulundurarak ölçebilirsiniz.

İslam her ne kadar metadan uzak bir din olsa da, bir o kadar da insan ilişkilerini düzenleyen dindir. Çünkü Allah bizleri sadece ona "ibadet" edelim diye yaratsaydı, dünyaya göndermez, melekler gibi sadece ibadetle yükümlü kılardı. Eğer dünyaya gönderilmişsek, tüm canlılarla aramızdaki ilişkileri de göz önünde bulundurmamız gerekiyor. Din, yaşamın her alanını düzenler/kapsar.

Burada, "İslam'ın 5 şartı" masalını yıkmak gerekiyor. Bu tarz "emirleşmiş/kutsallaşmış" kalıplar, nereden ve nasıl dine girdi tam olarak bilemiyorum. Namaz dinin direğidir sözünden sonra, "İslam'ın 5 şartı"nı da değiştiriyorum. İslam'ın şartları tüm Kur'an'dır. Kelime-i şahadet getirip, namaz kılıp, oruç tutup, zekat verip, hacca giderek İslam'ın tüm şartlarını yerine getirdiğinizi düşünüyorsanız yanılıyorsunuz.

Biz İslam'ı öğrenmedik, bize hep birileri İslam'ı anlattı. Problem burada başladı. Dünyanın yarısına hükmetmiş Osmanlı Devleti, Kur'an'ı çevirmekten aciz kaldı. Neden? Bugün bir kesim insanın din düşmanı gördüğü Mustafa Kemal Atatürk'ün başardığını neden hiçbir Padişah yapmadı ya da yapamadı?

İslam büyükleri ve onların söylemleri konusunda da hep tek taraflı ve kısır bilgilerle doldurulduk. Misal, Türk halkının çoğu Hanefi mezhebindendir ve bundan övünç duyarlar. Peki Ebu Hanefi hakkında ne bilirler?

Size bilmediğiniz bir şey söyleyeyim; İmam'ı Azam'a göre çeviri ile namaz kılmak mümkün. Yani namazda Fatiha suresini Türkçe olarak okuyabilirsiniz. Bunun artıları şunlar: Allah'a en yakın olduğunuz namaz sırasında Allah'a ne söylediğinizi bilirsiniz+bilmediğiniz dilde okurken telaffuz hatalarına düşmezsiniz+ne söylediğinizi bildiğiniz için namaza daha çok konsantre olursunuz.

Mesela, Maun suresini her gün Türkçe okuduğunuzu düşünsenize...

1. Gördün mü o, dini yalan sayanı?
2. İşte odur yetimi itip kakan;
3. Yoksulu doyurmayı özendirmez o.
4. Vay haline o namaz kılanların ki,
5. Namazlarından gaflet içindedir onlar!
6. Riyaya sapandır onlar/gösteriş yaparlar.
7. Ve onlar, kamu hakkına/yardıma/zekâta/iyiliğe engel olurlar.

"Namaz kılanın vay haline" diyen bir sure... Çünkü namaz kılıp da yetime kötü davranan, yardım etmeyen, yoksulu doyurmayan, kamu hakkına göz koyanların ne denli yanlış yolda olduğunu vurguluyor.

Bu sure namaz suresidir, namaz kılanlar da sıkça okur. Çevrenizde varsa, gidin anlamını sorun bakalım biliyor mu? Bilmez. Çünkü bilmesine gerek görmemiş hocaları, efendileri...


SİYASAL İSLAM: KAPİTALİZM ve EMPERYALİZM'İN YENİ SİLAHI

İslam tarihinden bihaber olarak yetiştirilen müslümanlar olduğumuzdan, İslam'ın temel felsefesi olan başkaldırı/isyan ne yazık ki muktedir İslamcılar tarafından bastırılmıştır. Hatta bozgunculuk olarak gösterilmiş, ve İslam ile isyan asla yan yana gelemeyen iki olgu haline getirilmiştir.

Dincilerin, hakkını arayan sosyalistlere/devrimcilere kötü gözle bakmasının sebebi de budur. Halbuki, sokaklara ilk olarak dindarların çıkması gerekiyor. Unutmayın, en büyük devrimci Hz. Muhammed'di.

İslam'ı ilk kabul eden sahabilerden biri olan Ebuzer'in bir sözü var: "Aç sabahladığı halde, kılıcını çekip sokağa fırlamayanın aklına şaşarım."

Bunun için her zaman gururla söylediğim bir söz var. İslam aklı/ibadet şekli açısından Sünni, ruhen Aleviyim. Çünkü bu ikisinin birleşimi bana göre Kur'an'da geçen saf İslam dinidir. Çünkü İslam'da biat olmaz, sorgulama olur. Boyun eğme olmaz, baş kaldırı olur. Zengin/fakir uçurumu olmaz, eşitlik olur. Bugün her ne kadar siyasi ideolojiler İslam'a uzak olsa da; sosyalizm, İslam'a en yakın siyasi ideolojidir. Uzağın yakını diyebiliriz...

Siyasal İslam, Türkiye kadar hiçbir ülkede etkin değil. Çünkü hiçbir ülke Türkiye kadar kritik değil. 20 YY'ın en büyük olayı Türk devrimiydi 21. YY'ın en büyük olayı da Türkiye'nin duruşu ile şekillenecek ve ne yazık ki bugünkü Siyasal İslamcı iktidar, 21 YY'da Türkiye'nin ve Ortadoğu'nun sonunu getirecek hamleler yapıyor ve halk eleştirmekten bile kaçınıyor.

AKP iktidarının gözünü öyle bir kan bürümüş ki, Amerika'daki Neocon denilen silah tüccarı, kana aç vampirler bile Erdoğan'dan daha az savaş çığırtkanlığı yapıyor durumunda şu an. Neyse ki 11 yıllık AKP iktidarında ilk kez hükümet kendi destekçilerini bile Suriye konusunda arkasına alabilmiş değil. Erdoğan bu konuyu ölüm kalım meselesi yaptı, bu yüzden bu kadar sert çıkışlar yapıyor Esad'a karşı. Sadece Suriye'den gelecek paranın kokusu mu yoksa Irak'taki başarısızlığı (1 Mart tezkeresi) affettirme hamlesi mi bu kadar saldırgan yaptı Erdoğan'ı emin değilim. Emin olduğum tek bir şey var, halkı müslüman olan ve müslümanlıktan dem vuran bir iktidara sahip Türkiye, şu an emperyal devletlerin silahı olmuştur hatta "kraldan çok kralcı" durumundadır.

Erdoğan, kendisine sunulan ütopyaya kapılmış durumda. Yeni Osmanlıcılık oynuyor. Terör örgütlerine destek mesajları veriyor ve hatta sanki liderleriymiş gibi cesurca konuşuyor.

Erdoğan'ın PKK ile birlikte girmiş olduğu sürecin geleceği de Suriye meselesine bağlı. Eğer Suriye'de Esad rejimi düşmezse, yani bölünme gerçekleşmezse Irak'taki gibi bir Kürt federe devleti asla kurulamaz. Bu da "çözüm(?)" sürecinde verilen sözlerin boşa çıkması anlamına gelir. PKK boşuna çekilmiyor yani, Irak'tan sonra Suriye'de de bir devlet istiyor ve bu planın son aşaması olarak Öcalan çıkartıldığında yeni devletin kurulmasını planlıyor.

Her neyse...

Kanlı saldırıdan tam 14 gün sonra Reyhanlı'ya gitti Erdoğan.
Taziye ziyareti, mini-miting haline dönüştürüldü.
Çevre illerden otobüslerle partizan taşındı.
Acı dindirmeye/paylaşmaya değil, akıl vermeye gitmiş beyefendi. Reyhanlılara akıl verdi, "Suriyelilere kötü davranmayın" dercesine...
Son olarak da Kur'an referansı ile mesaj gönderdi yoldaşlarına, Suriyeli muhaliflere(!):
"Nasrun minallâhi ve fethun karîb" yani "Allah'ın yardımı ve fethi yakındır" SAFF suresi, 13. ayeti.

Biliyorsunuz bir Jandarma er, Reyhanlı saldırısı ile ilgili resmi belgeleri Redhack'e göndermişti geçtiğimiz gün. Belgelere göre saldırının failleri El Nusra'ydı. Yani Erdoğan'ın bugün Allah'ın yardımı ve fethi yakındır mesajı verdiği teröristler.

Bu nasıl bir vicdansızlıktır, bu nasıl bir ahlaksızlıktır anlamak mümkün değil.

51 kişi sizin Amerikancık politikalarınız yüzünden hayatını kaybediyor ve siz olay yerine 14 gün sonra gidip orada anasını, babasını, çocuğunu kaybeden insanların katillerine Allah kelamı ile övgü cümleler kuruyorsunuz.

İşte bu zihniyete ABDestli Kapitalizm diyoruz. Siyasal İslam diyoruz. Dindar değil, dinci diyoruz.


MÜSLÜMANIN PARAYLA İLİŞKİSİ

Geldik asıl meseleye.

Muhafazakar kesimin en büyük zaafı para ve kadın. Bu yüzden paraya da kadına da doymuyorlar. Bakmayın öyle her konuşmalarında ayetlerden hadislerden alıntılar yaptıklarına. Bir insan herhangi bir konuda aşırıya kaçıyorsa bilin ki onun sakladığı bir şeyler vardır.

Fazla mı dinden bahsediyor? Yalancıdır.
Dinden bahsederken sürekli ağlıyor mu? Yalancıdır.
Sürekli insan haklarından mı bahsediyor? Yalancıdır.
Özgürlük ağzından düşmüyor mu? Yalancıdır.
Alakalı-alakasız her yerde laiklikten mi dev vuruyor? Yalancıdır.

Örnekler her konuda artırılabilir.

Ama hepsinden acısı, Allah'tan kitaptan bahsedenlerin parayla olan ilişkileridir. Çünkü insanların arasındaki para ilişkisi bana göre İslam'ın yaşam alanındaki en değerli kurallarını barındırır. Çünkü işin içine kul hakkı giriyor. Kul hakkı da İslam'a göre 'Allah'ın karışmadığı' tek günahtır. Adaletin en uç noktasıdır. Bu yüzden İslam sadece ibadet değil diyorum.

Zekat 40'ta 1'dir zihniyetini aşıladılar müslüman toplumlara. YALAN. Çok açık söylüyorum, yalan arkadaşlar. İslam'a göre mal bireyin değildir, yaratıcınındır. Mülkiyet haramdır. Yaratıcının dünyadaki malı da tüm insanlığındır. Bu yüzden "malın ve paranın fazlası"nı dağıtmak her insanın dini görevidir. Buna dinde infak deniyor.

Sosyalizmde öngörülen sınıfların yıkılması, adaletsizliğin kalkması, ekonomik, sosyal ve siyasal eşitlik. Devletin değil, halkın ön planda olduğu bir sistem; sosyalizmin olduğu kadar İslam'ın da sunduğu sistemdir. Bu yüzden sosyalizm, İslam'a en yakın siyasi ideolojidir.

Peki halkını sömürmeyen İslam devleti gösterin bana? İslami iktidar gösterin? Yok değil mi... Hepsi kapitalist. Hepsi halkını sömürmekle görevli. Hepsi Allah'ı ağzından düşürmüyor, hepsi "alkol, zina" yasakları ile dini duyguları sömürüp, göz boyuyor.

Bu İslam'ın değil, müslümanım diyenlerin eksiği; yanlış anlaşılmasın. Sosyalizm ve komünizm de kağıt üzerinde mantıklı olsa da uygulamada ne yazık ki öyle olamadı. Halkların umudu olamadı. Bu yüzden yeni bir dünya, yeni bir anlayış, yeni bir başlangıç gerekiyor. Bu da halkların kardeşliği, ezilenlerin güç birliği ve baş kaldırısı ile mümkün.

Muhafazakarların mülkiyet yarışına girdiği dönemimizde, İslam'ın sosyal yönü tam anlamı ile ortadan kaldırılmıştır. Bunun tarihsel sürecinde değerlendirirsek, Emeviler dönemine, Muaviye'nin dini nasıl çıkarları için kullandığına ve şekillendirdiğine, uydurulan hadislere, müslümanların nasıl vaazlarla köreltiği ve köleleştirildiğine ya da bugünkü Diyanet'in nasıl muktedir iktidarların yanında bulunduğuna değinebiliriz. Ancak konuyu uzatmak ve dağıtmak istemiyorum. Biraz araştırırsınız. Belki ben başka bir yazıda bu konuya da değinirim.

Son günlerin konusu alkol yasakları üzerinden örneklendirelim konuyu. Ne diyor Erdoğan? "Kafa kıyak nesil istemiyoruz." Alt metni yine din.
E faizi kaldır hadi? YOOOK olmaz.
Fahiş deli dumrul vergilerini kaldır? YOOOK olmaz.
Parasız eğitimin önünü aç? YOOOK olmaz.
Şans oyunlarını kaldır? YOOOK olmaz.
Yandaşa milyonlar, yandaşa ihaleler, yandaşa villalar... Muhalife vergiler, cezalar, komplolar, TMSF'ler...

Uludere kimin işi?
Reyhanlı'yı kim bombaladı?

Allah kitap diyenler değil mi bu soruların ve sorunların muhattabı?

Bugün Suriye'de silahlı muhaliflerin öldürüldüğü için Esad'a katil diyen Erdoğan, Uludere'de silahsız sivillerin öldürülmesine ne diyor? Esad da ona katil dese, kim ne cevap verecek? Ya da Uludere yüzünden birileri silahlanıp devleti yıkmaya çalışsa, Erdoğan istifa mı edecek yoksa silahlı güçleri ile onlara karşılık verecek mi? Karşılık verecekse yine katil olmayacak mı? Allah, Erdoğan'a inisiyatif mi gösterecek? Bilmediğimiz emirler mi geliyor yoksa bu adamlara.

İşçinin, iş elbisesiyle parasını AVM'den çekemediği bir ülke burası. Adalet yok. İşçinin-emekçinin hor görüldüğü bir ülke... Dilinden düşürmedikleri Allah böyle mi emrediyor bu beyefendilere?

Bugün 2012'nin vergi rekortmenleri açıklandı. Şu listeye bakın:

1. Garanti Bankası
2. İş Bankası
3. Akbank
4. Ziraat Bankası
5. Halkbank
6. Yapı Kredi
7. TCMB
8. Türk Telekom
9. Vakıfbank
10. Turkcell
11. Finansbank
12. Denizbank
13. TEB
14. Tüpraş
15. TEİAŞ

Bunlar övünç kaynağı olarak aktarılıyor bizlere. "Bakın kasamıza ne kadar vergi veriyorlar bla bla" diyerekten. Sanki kazanmadan veriyormuş gibi. Türkiye'nin parasını kimler yiyor buna bakın. İlk 15'te 10 banka var. Artık eski kölelik düzeni yok, halk, borçlandırılarak köleleştiriliyor.

Arada da bankalarla kavga ediyormuş gibi davranmıyorlar mı? Çay kaşığı ile alıp, kepçe ile veriyorlar bankalara. Yurttaşları bankaların kanlı ellerine teslim ediyorlar.

Size Allah'ınız bunu mu emrediyor?

Önümüzdeki dönemde türban konusu ısıtılıp önümüze koyulacak. Yeni seçimlere böyle gireceğiz. Belki yeni anayasa türban ve özgürlükler kapsamında önümüze sunulacak. Kamuda başörtüsü serbestisi ya da başörtülü milletvekili iyi bir din sömürüsü olacaktır. Tıpkı geçtiğimiz referandumda nasıl "darbecileri yargılayacağız" jelatini ile önümüze yargıyı ele geçirme paketi sunulduysa, bu kez de "türban ve özgürlükler" jelatini ile terör örgütü yandaşlarının özgürlüğü ve belki de federasyonun önünü açan yasalar önümüze gelecek. Bu benim öngörüm. Haklı çıkacağımı düşünüyorum.

Hiçbir şeyi mantığı devredışı bırakacak şekilde çok sevmemek gerekiyor. Çünkü bir şeyi fazla seversen, senin ilahın o olur. Parayı çok seversen, senin ilahın o olur. Yaşamını, inancını, doğrunu-yanlışını... Her şeyini paraya göre şekillendirirsin. İşte Türkiye'de siyasal İslamcıların ve onları peşinde sürükleyen kitlenin düştüğü hata bu. Biraz ağır olacak ama Türkiye'de gittikçe artan yeni bir din var: ŞİRK DİNİ. Bu konu ile ilgili de bir yazım vardı; okumanızı tavsiye ederim: http://rockymarlboro.blogspot.com/2012/12/tevhid-dini-vs-sirk-dini-dincilere.html


ÖZELLEŞTİRME KONUSU

2002-2013 yılları arasında AKP'nin özelleştirme (peşkeş çekme) politikası muhalefetin her zaman hedefinde oldu. Muktedir iktidarın, bu konuda kendisini yalanlarla savunmalarına diyecek sözümüz yok. Kendi savunmayacak olsa, zaten yapmazdı. Ancak 11 yıllık süreçte özelleştirmelere destek çıkan büyük bir halk kitlesi türedi. Bu kitle en başta küçük olsa da, yavaş yavaş birbirini doldurarak genişlemeye başladı. Özelleştirmeleri sahiplenmeye, örnek olarak Amerika'yı Avrupa'yı göstermeye başladı. Bu da son dönemin en komik olaylarından biridir. İktidar ne zaman özgürlüklerle ilgili bir kısıtlama getirse, hemen dünyanın bir ülkesinden örnek bularak kendisini aklamaya çalışıyor. Sanki tüm ülkelerden özgürlük, refah saçılıyor dünyaya, bir tek biz kötüyüz anasını satayım. Neyse...

Şimdi bu özelleştirmeyle övünen gavatlar, bir yandan da yine referansı din olanlar. Metroda öpüşecekmiş deyyuslar din elden gidiyor böğhüüü diye anıran gavatlar var ya. He işte bunlar özelleştirmeyi de çok seviyor.

Sana dini sadece "abdest nasıl alınır, namaz kılarken el ve ayak nasıl durur" gibi şekilci kafayla anlatan hocalarının sakalına tüküreyim ben.

Sana Bedir savaşını "O ne mübarek bir savaştır, şu kadar kişiydik, bu kadar kişiye karşı savaştık Allaaah Allaaahh tey teyyy" nidalarıyla anlatan hocanın takunyasına sıçayım ben.

İSLAM KAMULAŞTIRMAYI EMREDER!

Çünkü İslam'da özel mülkiyet yoktur. Mülk Allah'ındır, Allah'ın dünyaya indirdiği her şey de kamunundur. Belirli sınıfların değil, tüm insanlığındır.

Bedir savaşını anlamayan biri, İslam'ın adaletini bilemez. Devrimci ruhunu anlayamaz. Hz. Muhammed'in en büyük devrimci olduğunu algılayamaz...

Bedir savaşı, Müslümanların Medine'ye hicretinden hemen sonra Mekke'de kalan mallarının çalınması/yağmalanması üzerine gerçekleşmiştir. Yani gasp edilen hakkı, geri almak için. Çalınan mallar Şam kervanında satılıyordu. Yani pahalı mallardı ancak Medine'ye hicret eden müslümanların neredeyse hepsi fakirdi/köleydi. Yani Şam kervanında satılacak malları o-la-maz-dı! Ancak Bedir savaşı ile gasp edilen malların geri alınması sonrasında tüm mülk topluma dağıtılmıştır. Yani yüzde olarak küçük olan müslüman bir kesimin gasp edilen malı/mülkü hırsızdan alınıp, fakire dağıtılmıştır. YANİ KAMULAŞTIRILMIŞTIR.

İster Robin Hood'luk deyin ister başka bir şey. Zenginden alıp fakire vermek şarttır. Bunu devlet yapacaksa, da zenginden alıp kasasına atmayacak; yine halka dağıtacaktır. Yani Osmanlı'daki cizye sistemi, İslam'a uygundu ancak gayrimüslimlerden alınıp halka dağıtılmıyor, saraylarda ve padişahların özel işlerinde adeta israf ediliyordu. Bu açıdan büyük bir yanılgıya düşülmüştü.

İslam'da kenz haramdır. Kenz nedir? Kelime anlamı ile süpürmektir. Yani kendine doğru süpürmektir. Yani malı/mülkü biriktirmektir, özel mülkiyettir, zenginleşmedir.

Bizim toplumumuzda farzlar belirli kalıplara indirgenmiş. Namaz kılmaz farzdır. Neden? Çünkü Allah "namaz kıl" demiştir. Olaya biraz şöyle bakmak gerekiyor, günah kavramı, bir şeyi yasaklarken bir şeyi de farz haline getirmektir. Yani dedikodu yapmak günahsa, bunun tam zıttı olan dedikodu yapmamak da farzdır. Ya da kenz haramsa, infak (yaşamın için yeterli olandan arta kalan malı dağıtmak/vermek/paylaşmak) farzdır.

Şunu unutmayın, birileri zenginleşiyorsa emin olun ki dünyanın bir yerinde birileri de fakirleşiyorduk. Eşit bölüşümün olmadığı bir dünya, adalete uzaklaşmaktadır.

İlginç bir ayet vereceğim size:

Ey iman sahipleri! Şu bir gerçek ki, hahamlardan ve rahiplerden birçoğu halkın mallarını uydurma yollarla tıkabasa yerler ve Allah'ın yolundan geri çevirirler. Altını ve gümüşü depolayıp da onları Allah yolunda harcamayanlara korkunç bir azap muştula.
Gün olur, cehennem ateşinde onların üzerine lav dökülür de bununla onların alınları, böğürleri, sırtları dağlanır: "İşte egolarınız için yığdıklarınız. Hadi tadın biriktirmiş olduklarınızı!(kenz ettiklerinizi)" (Tevbe 34, 35)

Bu ayetler, din sömürüsünü, din ile zengin olanların ürkütücü sonunu bizlere gösteriyor. Yani bugün dinci dediğimiz, siyasal ve muktedir İslamcılardan Kur'an böyle bahsediyor.

"Haham ve rahip diyor, hacı/hoca/hafız demiyor" diye salakça bir savunma yapmayın, ağzınızı tekmelerim.

O Allah ki, göklerin ve yerin mülkü kendisinindir. Allah her şeye tanıktır. (Büruc 9)
Vay haline Hümeze ve Lümezenin, O ki mal biriktirip sayar (Humeze Suresi 1, 2)
Hani, Lukman, oğluna öğüt vererek şöyle demişti: "Oğulcuğum, Allah'a ortak koşma! Çünkü Allah'a ortak koşmak, gerçekten büyük bir zulümdür." (Lokman 13)

Bu ayetlerin özetini size söyleyeyim mi? Mülk Allah'ındır. Allah'ın olan şeyleri, Allah'ın istediği gibi kullanmaz, kendinizin sanıp, biriktirmeye başlarsanız, ilahınız o biriktirdiğiniz şeyler olur ve bu da şirktir.

Üzgünüm, şirkin içerisinde bir İslam yaşanıyor bu ülkede...

Kapitalizmle ve artık ne yazık ki emperyalizmle bile kol kola girmiş bir İslam anlayışı hakim Türkiye'ye.

Şimdi oturup düşünün, o küfrettiğiniz sosyalizm bile İslam'a sizin düşüncenizden nasıl daha yakın olabilir diye...

Ve takip edin bu uyutulmuş İslam'dan uzaklaşmaya çalışan Devrimci Müslümanları, Antikapitalist Müslümanları!..


15 Mayıs 2013 Çarşamba

Hatay saldırısı, Suriye meselesi, medyanın pervasızlığı

Merhabalar...

50'den fazla canı kaybettiğimiz Hatay saldırısına, hükümetin ve medyanın konu hakkındaki tutumuna değineceğim biraz.

Türkiye'nin yakın tarihindeki en kanlı saldırısı geçtiğimiz gün Hatay Reyhanlı'da gerçekleşti. Saldırı sonrası hükümet kanadından yapılan ilk açıklamalarda hedef Suriye olarak gösteriyordu. Herkesin kendine yonttuğu nadir terör saldırılarından biri oldu bu. Kimine göre saldırıyı Suriye, kimine göre Suriyeli muhalifler(!), kimine göre iki ülke arasında gerginlik yaratmak isteyen küresel güçler...

Fakat burada iki kişinin açıklaması çok önemli. Biri Erdoğan diğeri Esad.

Erdoğan ilk açıklamalarından beri Suriye'yi hedef gösterdi, gösteriyor. Fakat kafasındaki karışıklık, cümlelerine de yansımış durumda. Ben, Erdoğan'ın sözlerine bakarak ciddi anlamda bir istihbarat savaşları döneminde olduğumuzu okuyorum.

Erdoğan'ın ilk açıklaması:

"...Bu süreç hassas bir süreç. Özellikle çözüm süreci diye ülkemizde yeni bir dönemi başlattık ve bu yeni dönemi hazmedeyemenler, ülkemizdeki bu özgürlük havasının teneffüs edilmesine ne yazık ki olumlu bakamayanlar, bu tür eylemler içerisine girebilir."

Daha sonra...

"Bizi Suriye'deki bataklığa çekmeye çalışan her provokasyona karşı son derece soğukkanlı olmak zorundayız."

ve daha sonra...

"...Zaten netice ortaya tam çıktığında hepsi açıklanacak. Ama olay kesinlikle rejimle alakalı bir olaydır, rejim bu işin arkasındadır, bu belli. Ama rejimin tabi Türkiye'de uzantıları var. Ve bu uzantılar üzerindeki çalışmalar da derinleştirilerek devam ediyor.
...
Mültecilerle ilgili provokasyonlar. Aslında bu olayların muhalif güçlerle yakından, uzaktan alakası yok ama burada muhalif güçleri zan altına almak ve Türkiye'deki sığınmacı olan bu kardeşlerimize karşı böyle bir operatif yaklaşım içerisine girme gayretleri var."

Yukarıdaki sözlere bakarsak Erdoğan diyor ki; Esad bu saldırı ile bizi Suriye'ye çekmek istiyor.

Akla mantığa sığıyor mu bu? Sığmıyor. Muhaliflerle ve İsrail'le uğraşamayan Esad, bir de Türkiye'yi başına bela edecek hatta NATO'ya da koz verecek öyle mi?

Tüm verilen bilgilere rağmen (istihbarat savaşları) bu saldırının Suriye tarafından yapılmadığı ihtimali Erdoğan'ın kafasını allak-bullak etmiş durumda. Erdoğan'ın çelişkili açıklamaları bunun göstergesi. Ancak Erdoğan, bu saldırıyı kullanarak da desteğini alamadığı halkı Suriye konusunda arkasına almaya çalışmaktan vazgeçmiyor.

Bir başka deyişle, Irak'ta ABD'nin isteklerini yerine getiremeyen Erdoğan, bu kez canla-başla mücadele ederek BOP Eşbaşkanlığı görevini yerine getirmek istiyor.

Erdoğan uzun bir süredir Suriye düşmanlığında sınır tanımıyor. Tüm emperyal devletlerden daha da gözünü kan bürümüş şekilde Esad'a saldırıyor. Bunun sebebi, Erdoğan'ın bu konuyu artık ölüm-kalım melesi haline getirecek kadar kişiselleştirmiş olması. En son "Suriye'de olup bitene sessiz kalacaksam, koltuğu bırakır giderim" diyecek kadar da -her ne kadar şov olsa da- uç noktada olduğunu gösterdi.

Peki neden? Neden Erdoğan bu konuyu bu kadar "büyüttü?"

1. Erdoğan, bir anda başlayan Arap ayaklanmalarının hızlıca sonuçlanmasını göz önüne alarak Suriye'de de bunun aynısının olacağını düşünüyordu.
2. Esad düşmanlığını başlatan Amerika ve Avrupa, ABD'nin Ortadoğu'daki gölgesi olan Türkiye'yi Suriye'nin üzerine attıktan sonra bir kenara çekildi. Hatta öyle ki, bir ara Suriye, neredeyse tamamen ABD gündeminden çıkmış durumdaydı ve o dönem Erdoğan ise Irak'a savaş açan George Bush'tan farksızdı.
3. 1 Mart tezkeresini geçiremeyip ABD'ye Irak'ta yardım edemeyen-ABD askerlerini Türk topraklarına sokamayan Erdoğan, bu kez benzer bir durumda ABD'nin AKP'ye karşı asla affının olmayacağının farkında.
4. Erdoğan ve Davutoğlu, bölgede Yeni Osmanlıcılık oyunu oynamaya çalışıyor, bunun için de Sünni yönetimler yaratmak istiyor. Bunun için öncelikli olarak Esad'ın gitmesi gerekiyor. Erdoğan'ın bastırılmış mezhepçi düşünceleri de Esad düşmanlığının altında yatan sebeplerden biri olabilir.

Tüm bu süreçte çok önemli bir ayrıntı var. Esad karşıtlarının hiçbiri birbirine güvenmiyor.
Türkiye, ABD'yi Suriye'ye sokmaya çalışıyor. "Sen gir, ben de desteklerim" diyor.
ABD, Türkiye'yi Suriye'ye sokmaya çalışıyor. "Sen gir, NATO olarak arkandayız" diyor.
Aynı şey Avrupa ve BM için de geçerli...

BALYOZCU KİMMİŞ?

Balyoz davasındaki o kolpa iddialar neydi?
"Kendi uçağımızı düşürüp, terör eylemleri gerçekleştirerek komşu ülkeyle aramızda savaş çıkarmak."

Hatay'da patlayan bombalar gibi yani.

E Balyozcular içeride... Peki bu Balyozcular kim? Biz buna "Dervişin fikri neyse zikri de odur" deriz. Şerefli komutanlara yapılan suçlamalar, tamamen istihbarat örgütlerinin insanlık dışı taktiklerindendi ve bugün görüyoruz ki onları yapanları yargılamayı bırak, isimlerini bile zikredemiyoruz.

AKP MEDYA PLAYER

Türkiye'deki basın/yayın organları, yani özetle medya, tamamen iktidarın oynatıcısı. İktidar bu durumda media player oluyor..

Patlamadan kısa bir süre sonra, konu ile ilgili yayın yasağı getirildi. Bu yasak, iktidar yandaşlarına göre provokasyonun ve ülkede oluşabilecek infial ortamının önüne geçmek içindi.

Peki medyanın görevi nedir?

Basit anlatımla medya, halkın haber alma hürriyetini sağlamakla yükümlüdür. Misyonu budur yani.

Dikkat ettiyseniz, yayın yasağına rağmen konu ile ilgili NTV, Habertürk gibi kanallarda gerçekleştirilen televizyon programları ve programa katılan "uzmanlar" sürekli olarak patlamadaki Suriye parmağına vurgu yapıyordu. Belli ki yayın yasağı iktidarın söylemlerinin dışında gerçekleşirse devreye giriyor.

İnternet haberciliği ise tamamen durumun cılkını çıkarmış durumda.

Ensonhaber adlı siteden iki örnek.


AKP'ye destek vermek için bir süredir PKK ile yapılan pazarlıkları "Barış geliyoooöörr" söylemleri ile manşete taşıyanlar, bir anda savaş çığırtkanlığına başlamış. Bak seeen. Hadi padişah hazretleri ile birlikte kaşısana Suriye'yi koçum.


Neymiş, Esad'ın saldırıyı kınayıp "ortak soruşturma açalım" demesi 'küstahça' bir açıklamaymış.
Not: Patlamalara soruşturma açmak isteyen Esad'a küstah diyenler, medyaya yayın yasağı uygulayan iktidar tarafından yönetilen ülkede habercilik yapıyor. Yersen.

Aynı haber Samanyoluhaber'de:

"Esed'den pes dedirten açıklama!

Esed, Reyhanlı saldırısına ilişkin öyle bir açıklama yaptı ki...

Suriye 'deki Esed yönetimi Hatay'ın Reyhanlı ilçesinde meydana gelen bombalı saldırıları kınadı."

Bkz: http://www.samanyoluhaber.com/dunya/Esedden-pes-dedirten-aciklama/1009810/

Böylesine gergin bir ortamda, 50'den fazla kayıp veren, canı yanan Hataylılar zaten kendisini yeterince sahipsiz hissediyor, devletin kendilerini yalnız bıraktığını düşünüyorken ortaya bir de kendini bilmez birileri tarafından suçlanmaya başlandı.

Neymiş, Hataylılar Suriyelilere baskı uyguluyormuş. Hatta Hakan Albayrak adlı insana göre, patlamada yaralanan Suriyelilerin ölüm sebebi, Hataylıların patlama sonrasında başlarını ezmesiymiş.

Bak bak :

Haber için tıklayın
La bi kere o elini indir sen. Böyle pervasızca açıklamayı yapan adama, "Olum sen Hataylılara insanlığı öğretecek adam mısın?" diyen bir kişi de çıkmaz mı arkadaş? Çıkmadı aga. Hatay medeniyetlerin beşiğidir kamil. Senin dedikoduya dayalı üç kuruşluk haberciliğin Hatay'daki hoşgörüyü, sağduyuyu bozamaz. Orada mezhep, ırk, din, dil kavgası olmaz. Orası, sizin Obama ağabeyinizin mezhep savaşını en son sokacağı yer. O da sizin gibi içeriden ülkeyi karıştıran andavallar yüzünden.

Bir de açıklama yapmış: 'Bu ülkenin çocuğu olmaktan utanıyorum' diye. Ben de senin kendini bu ülkenin çocuğu sanmana götümle gülüyorum moruk.

Patlama sonrası gazete manşetlerine bakalım.

Saldırıdan bir gün sonra, 12 Mayıs... Ortak mesaj: Esad yaptı. (El Muhaberat ya da Acilciler)


13 Mayıs manşetleri... Özet: Kesin Esad yaptı. Taşeron örgüt ise Acilciler. Başında ise Mihraç Ural.




14 Mayıs manşetleri... Özet: Allah belamı versin Esad yaptı bak. Valla. Hem depoda para da çıktı bak.



Devletümüz hemen operasyon yapıp, katliamı gerçekleştirenleri buldu ve apar topar yarısını tutukladı yarısını da salıverdi. İçimiz rahat etti. iyiki vrsn aşkm sni çk sviyrm mck

51 kişi öldü lan. Böyle suçlu mu yakalanır? Kimmiş bunlar. İsimleri ne? Daha önce hangi eyleme karışmışlar. Madem itiraf etmişler(!) kim için yapmışlar? 

Katliamın sorumlusu olarak gösterilen Mihraç Ural, "ARTIK ACİLCİLER DİYE BİR ÖRGÜT YOK" derken,(bkz) bunlar neyi itiraf etmiş?

Bakın tutuklanan isimlerden biri olan İlhan K'nın bir yakını ne diyor:
"Medyada inanılmaz haberler çıktı. Sınırı geçerken, kaçarken yakalandı diye. Hayır, yalan söylüyorlar. Pazar sabah 06:00'da yatağında uyurken eve baskın yapıp gözaltına aldılar. Hiç böyle büyük bombalama yapan kişi evine gidip yatağına yatar mı?

Kendisi telefon satıyor. Diğerleri ise onun hat ve telefon sattığı kişiler. Polis de zaten yaptığı baskında bu telefonları satın aldı. Böylece bir örgüt yarattılar. Hiçbirinin örgütle ilgisi yok. Suriyeli de değiller. Bölgenin çocukları hepsi. Antakyalı, Samandağlı, Harbiyeli. Ortak özellikleri ise hepsinin Alevi olmaları.."

Erdoğan ABD yolcusu ve Obama'yı ikna etmeye gidiyor. "Gel Suriye'ye gir, ben de destek olacağım" diyecek. "Bak Suriye'ye müdahale için iki şartın vardı ikisi de gerçekleşti. E GİR ARTIK KANKA" diyecek muhtemelen. Bu şartlardan biri Suriye'deki savaşın komşu ülkelere sıçraması idi, diğeri ise rejimin kimyasal silah kullanmasıydı. Erdoğan'ın ABD ziyaretinden bir kaç gün önce kimyasal silah bulguları var demesi, ve ziyaretten hemen önce Hatay saldırısının olmasına bir de bu açıdan bakın dilerseniz.  

Hitler'in propaganda bakanı Joseph Goebbels'ın bir sözü var:
"Ne kadar uçuk olursa olsun bir yalanı yeterince tekrar edersen insanlar ona inanır."

Önümüzdeki günlerde kimyasal zırvalarını sürekli duyacağız muhtemelen...

24 Mart 2013 Pazar

Büyük Ortadoğu Projesi tam gaz devam!.. / Merkez: Diyarbakır

Türkiye, tarihinin en aciz dönemini yaşıyor...

Sözde barış sürecinden, Öcalan'ın mektubundan ve PKK'nın Diyarbakır'daki şovundan bahsediyorum elbette...

Şu ana kadar her adımını üç aşağı beş yukarı önceden tahmin ettiğim bir süreç bu. Blogda önceki yazılarımı takip edenler durumun farkındadır.

Yıllar önce "Diyarbakır'ı Büyük Ortadoğu Projesi'nin yıldızı/merkezi yapacağız" diyen Erdoğan, 21 Mart 2013'te en büyük somut adımı atmış oldu. Devlet, Öcalan'ı artık sadece PKK'nın değil, Kürtlerin de lideri statüsüne getirdi. Barış güvercini ilan etti.


PKK: 1 TÜRKİYE: 0

PKK'nın Diyarbakır şovu ve Öcalan'ın mektubu Erdoğan'ı maçın ilk dakikasında 1-0 geri düşürdü. Her ne kadar medya "PKK bitiyor, barış geliyor" manşetleri atsa da Öcalan'ın mektubu hiç de bu yönde değildi. Evet, barıştan ve demokrasiden söz etmişti fakat az buçuk devlet politikalarıyla ve kullanılan manipülasyon tekniklerine dikkat ediyorsanız, bu sözcükleri en çok kullananların emperyalist devletler, bölücüler ve işbirlikçi köşe yazarları olduklarını zaten biliyorsunuzdur.

PKK'nın Diyarbakır şovu, AKP'yi sürecin mimarı olmadığının net göstergesi oldu. Öcalan, yazdığı mektupla Erdoğan'ı ikinci plana itti. Çünkü artık Erdoğan'ın bu süreçten geri adım atamayacağının farkında. Zaten Öcalan'ın "sızdırılan" BDP'lilerle yaptığı görüşmesinde de "süreç tıkanırsa 40 bin kişiyle halk savaşı başlatacağız" tehditini savurmasının sebebi buydu. Öcalan artık yeni süreçte sadece PKK'nın değil, Erdoğan'ın da yol göstereni olacaktır. Diyarbakır şovunun yarattığı bir diğer portre ise, PKK'nın ve Öcalan'ın devlet desteği ile meşrulaştırılmış olması. Zaten en başından beri devam eden açılım süreçleri, toplumda "Kürt eşittir PKK" ya da "Kürtlerin verilmemiş haklarını PKK alıyor" algısı oluşturmaktan başka hiçbir şeye yaramadı.

Öcalan'ın mektubundan dikkat çeken noktalar:

  • Sömürü rejimleri, baskıcı ve inkarcı anlayışlar artık miadını doldurmuştur. Ortadoğu ve Orta Asya halkları artık uyanıyor. Kendine ve aslına dönüyor. Birbirlerine karşı kışkırtıcı ve köreltici savaşlara ve çatışmalara dur diyor.
  • Bugün artık yeni bir Türkiye'ye, yeni bir Ortadoğu'ya ve yeni bir geleceğe uyanıyoruz.
  • Bugün yeni bir dönem başlıyor. Silahlı direniş sürecinden, demokratik siyaset sürecine kapı açılıyor.
  • Ben, bu çağrıma kulak veren milyonların şahitliğinde diyorum ki; artık yeni bir dönem başlıyor, silah değil, siyaset öne çıkıyor. Artık silahlı unsurlarımızın sınır ötesine çekilmesi aşamasına gelinmiştir.
  • Bu bir son değil, yeni bir başlangıçtır. Bu mücadeleyi bırakma değil, daha farklı bir mücadeleyi başlatmadır.
  • Yeni mücadelenin zemini fikir, ideoloji ve demokratik siyasettir, büyük bir demokratik hamle başlatmaktır.

"Ortadoğu halkları uyanıyor" vurgusu çok önemli. Çünkü kendisine ve peşindeki kitlelere çizdiği yeni yol da tıpkı onların yolu olacak. Yani hedef Arap Baharı gibi bir Kürt Baharı...
Yeni bir Ortadoğu dediği ise, bizim yıllardır bas bas bağırdığımız Büyük Ortadoğu Projesi'nden ibaret.
"Silahlı unsurların sınır ötesine çekilmesi aşamasına gelinmiştir" diyor dikkat edin, "silahları bırakın" demiyor!
"Bu bir son değil, yeni bir başlangıçtır" diyerek, Cumhuriyet'le 90 yıllık hesaplaşmanın galibi olduklarını ve ikinci maça hazırlanmaları gerektiklerini örgüte bildiriyor.

Bugün Öcalan'a yeni döneme geçilmesi gerektiği emrini verenler, 2003 yılında AKP'ye 'İkiz Yasalar'ı meclisten geçirtenlerdir. Bu adım adım işleyen bir süreç. "Bugün canım sıkıldı, PKK'lılar sınır dışına çıksın yarın geri gelsin" süreci değil. Bakın, 'İkiz Yasalar' sayesinde artık bu topraklarda yaşayan ve kendisine halk dedirtmiş her kitle, bu ülkede isyan başlatma, yasa tanımama hatta toprak talep etme hakkına sahip hale gelebilir.


İKİZ YASALAR


“1. Madde:

Halkların Kendi Kaderini tayin hakkı

            1.Bütün halklar kendi kaderlerini tayin hakkına sahiptir. Bu hak vasıtasıyla halklar kendi siyasal statülerini serbestçe tayin edebilir ve ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmelerini serbestçe sürdürebilirler.

            2.Bütün halklar uluslar arası hukuka ve karşılıklı menfaat ilkesine dayanan uluslar arası ekonomik işbirliği yükümlülüklerine zarar vermemek koşuluyla, doğal kaynakları ve zenginlikleri üzerinde kendi yararına serbestçe tasarrufta bulunabilir. Bir halk sahip olduğu maddi kaynaklardan hiçbir koşulda yoksun bırakılamaz.

            3.Kendini yönetemeyen ve vesayet altındaki ülkelerden sorumlu olan devletler de dahil bu sözleşmeye taraf bütün devletler, kendi kaderinin tayin hakkının gerçekleştirilmesi için çaba gösterir ve Birleşmiş Milletler Şartının hükümlerine uygun olarak bu hakka saygı gösterir.

2. Madde:


 Sözleşmenin iç hukuka uygulanması ve ayırımcılık yasağı

            1.Bu sözleşmeye taraf her devlet, gerek kendi başına ve gerekse uluslar arası alanda özellikle ekonomik ve teknik yardım ve işbirliği vasıtasıyla bu sözleşmede tanınan hakları mevcut kaynakları ölçüsünde giderek artan bir şekilde tam olarak gerçekleştirmek için, özellikle yasal tedbirlerin alınması da dahil, gerekli her türlü tedbiri almayı taahhüt eder.

            2.Bu sözleşmeye taraf devletler, bu sözleşmede beyan edilen hakların ırk, renk, cinsiyet, dil,din, siyasal veya diğer bir fikir,ulusal veya toplumsal köken, mülkiyet,doğum gibi her hangi bir statüye göre ayırımcılık yapılmaksızın kullanılmasını güvence altına almayı taahhüt ederler.

            3.Gelişmekte olan ülkeler, insan haklarını ve ulusal ekonomik durumlarını dikkate alarak, bu Sözleşmede tanınan ekonomik hakları vatandaş olmayan kişilere hangi ölçüde tanıyacaklarına karar verebilirler.”




PKK BİTECEK SANMAK

PKK bitmiyor, meşrulaştırılıyor. PKK zaten kendi içerisinde yok olmayı kabul etmez. Çünkü nihai hedefi, ileride kurulacak Kürdistan devletinin silahlı gücü olmaktır. Bugün adı örgüt olur, yarın ise silahlı kuvvetler. Hadi diyelim kendileri yok olmayı kabul etti. Bu kez patronları (!) İsrail ve ABD buna izin vermeyecektir.

Neden mi?

Çünkü İsrail'in geleceği, kurulması planlanan geçici devlet yani Kürdistan'a bağlı. "Vaadedilmiş topraklar" hedefine ulaşabilmek için öncelikli olarak Irak'ın kuzeyini Kürtlere teslim eden ABD, daha sonra bunu Suriye, İran ve son olarak da Türkiye'ye sıçratmayı hedefliyor. Irak'ta zor da olsa bu planı başardılar, kabul. Ancak Suriye'de büyük bir "çuvallama" söz konusu. Şimdiye kadar çoktan Suriye'nin kuzeyini parçalayıp Kürdistan Bölgesel Yönetimi Vol. 2 ilan etmiş olacaklardı planlarına göre... Ama her şey kağıt üzerindeki kadar kolay değil görüldüğü üzere.

ABD, Diyarbakır merkezli Kürdistan devletini (İkinci İsrail) kurana kadar bu süreci öyle ya da böyle devam ettirecektir. Ancak tarih bize şunu gösteriyor ki, ABD plan/program konusunda hiç de başarılı değildir. Vietnam, Afganistan, Irak... Buralarda başarıya ulaşamayan projelerin mimarları, Türk toprakları için çok daha büyük projeler hazırlamalılar. Böyle Diyarbakır merkezli gövde gösterileri, uzun süredir gaflet uykusunda olan bu halkı uyandırmaktan başka hiçbir şeye yaramaz. Çok yakın zamanda bunun farkına varacaklar.

Bugün yaşadıklarımıza bakın ve dönüp tekrar Ergenekon, Balyoz, Oda TV davalarına bakın. 30 bin kişinin katilinin barış güvercini haline getirildiği bu ülkede, bir yandan da vatanseverler bir tane bile delil bulunamamasına rağmen hapislere tıkıldı, müebbet yağdırıldı. Hepsi bu süreç içindi. Bu ülkenin direnç noktalarını birer birer yok ettiler. Küresel çetelerin verdiği emirler doğrultusunda tüm vatanseverleri içeri tıkan AKP hükümeti ve onun destekçileri şimdi oturup kara kara düşünsün, "biz ne yaptık" diye. "Ülkeyi ne hale getirdik, neden buna izin verdik" diye düşünsün. Bugün toplum bunun travmasını yaşıyor. AKP'ye sırf "müslüman adamlar, bunlardan zarar gelmez" diyerek oy veren büyük bir kitle bugün travma yaşıyor. Onların sinirleriyle oynanıyor. Kaldıramayacakları şeyler izlettiriliyor. Şeref, namus, ahlak, vatanseverlik... Bütün duygularıyla, bütün hisleriyle dalga geçiliyor ve karşılarına da medya sayeside "barış, özgürlük, demokrasi" kelimeleri ile duvar örüyor, susturuyor. Bu, toplumu konuşamayan fakat içinde fırtınalar kopan, patlamaya hazır bomba haline getiriyor. Bu, iç savaşın birinci adımıdır, yani psikolojik altyapısıdır.



Yeter particilik yaptığınız, artık şapkanızı çıkarıp önünüze koyun ve iyi bi' düşünün...