Medya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Medya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Haziran 2013 Çarşamba

Gezi Parkı olayları / Yükselen muhalif güç!

Günlerdik sokaklardayız. Yorgunuz, bir o kadar da umutluyuz.

Genellikle partizan olmayan muhalifler, kendilerini sokağa attı ve muhalefet partilerinin görevini üstlendi.

Daha açık ve dahe geniş ifade ediyorum:

31 MAYIS 2013; HALK FAŞİZME BAŞ KALDIRDI VE MUHALEFETE EL KOYDU!

Fakat henüz her şey yeni başlıyor. Bu hareket, organizasyonsuz organize olabilmiş bir hareket. Henüz faşizm karşıtlığı dışında bir çizgisi yok. Bu hareketi bilinçli şekilde korumak ve her gün üzerine daha da çok koyarak ilerletmek görevimiz.

Artık "uff tyyip çok slk yaa.s .s" diyen liseli genç de politize olmaya başlamıştır. Çünkü yaşı 16'dır ve bu ülkede yaşı 30 olup meydana bir kez dahi inmemiş olanlardan daha cesur olabilmiştir!

Bu, hem demokratik kazançtır hem de geleceğe yönelik umut veren bir manzaradır.

80 ihtilali ile birlikte bastırılan ve sindirilen insanların apolitize olmuş çocuklarını bile politize eden bu hareket sahipsiz bırakılmamalı, sönüp gitmemelidir. Bu yüzden, bu harekete yol haritası çizmek gerekiyor. Benim şahsi fikrim şudur ki; bu hareket ilk olarak dört aşama ile devam ettirilebilir.

1. Bu süreçte antidemokratik, özellikle şiddet içeren eylemlerden ve inançlara yönelik yapılabilecek saygısızlıklardan uzak durulması gerekiyor.
2. Politize edilmiş ve baskı/korku imparatorluğuna baş kaldırabilmiş insanlar yeniden eski vahametine geri dönmemesi için sürekli yinelenen eylemler yapılmalı. 
3. Hareket sürekli kendi içerisinde devrim halinde olmalı, kitlesel eylemler mantık çerçevesinde ve planlı/programlı yapılmalı. Kapitalist sermayeye ve medyaya karşı büyük kitlesel eylemler düzenlenmeli.
4. Tüm bunlar gerçekleşirken, kitlenin sürekli genişletilmesi için aktif propaganda yapılması gerekiyor. 

Ülke geneline yayılan eylemlerde öğrenciler okullardan çıkıp meydanlara iniyor. Başlarında 16-17 yaşlarında çocuklar liderlik yapıyor. Birlikte sloganlar atıyorlar. Büyüklerinden gördükleri gibi, içlerinden geldikleri gibi, masumca, çocukça... Bunları TV'ler göstermiyor. Çünkü onlar ya ezilen halkı görmezden gelir, ya da bomba gösterir, çatışma gösterir. Halkın yanında olmaz; taa ki halk medyadan da hesabını sorana kadar!

2 Nisan 2013 Habertürk önünde protesto
3 Nisan 2013 - NTV binasının önünde protesto
3 Nisan 2013 - ATV binasının önünde protesto
Direnişin en şiddetli olduğu Cuma akşamı ve gecesi Taksim'deydim. Onun için eylemlere soğuk da baksanız, içeriden biri olarak benim görüşlerimi dinlemenizi öneriyorum.

Önce eylemin sebebini sonra da hükümete ve sırayla muhalefete değineceğim.

Küçük bir park eylemi nasıl bir anda Türkiye'ye yayılan eylemlere dönüştü? Evet, bu eylem masum bir park savunmasıydı ama cesur bir hak savunmasına dönüştü. Asla yanyana getiremeyeceğiniz adamlara birlikte slogan attırdı.
Bunun sebebi çok basit: İlk kez bir ideoloji, bir grup, bir parti ya da bir takım için toplanmıyordu kitleler. Ortak payda bulmuşlardı; insanlık!

Siz bakmayın medyanın sürekli polisle çatışan grupları gösterdiğine -ki polise karşılık veren herkese de laf etmeyeceğim. Çünkü insanlar saatlerce polis tarafından şiddete maruz kalıyor. Sinirlerine hakim olamayanlar, provoke olanlar, isyan edenler olabilir.

Bakın aşağıdaki videoyu TV'lerde göremezsiniz, ajanstan derledim. TV'ler sadece İstanbul, Ankara ve İzmir'deki eylemlerden söz ediyor ve sadece çatışma görüntülerini gösteriyor. Çünkü marjinalize etmeye çalışıyorlar. Çünkü onlar halkın değil, güç sahiplerinin yanında bulunurlar.


Bu görüntüleri yaymanız gerekiyor. Bu insanları vatan haini gören ve göstermeye çalışanları durdurmamız gerekiyor.

Hepsi Cuma sabahı saat 5'te uykusunda polis şiddetine maruz kalan Gezi Parkı eylemcilerine yapılan faşist saldırıya kafa tuttu.
Çünkü biliyorlardı, bugün Gezi Parkı eylemcileri yalnız bırakılırsa, yarın sıra onlara da gelecekti.
Çünkü biliyorlardı, faşizmin eğer durdurulamazsa her geçen gün başkalarını da ayaklarının altına alacağını.
Çünkü biliyorlardı, 12 yıldır artaran süregelen "ben yaptım, olacak" kafa yapısının diktatörlük olduğunu.
Çünkü biliyorlardı; sandık demokrasi demek değildir. Hatta sandık, orantısız sonuçlar çıkardığı vakit Hitler'i, Saddam Hüseyin'i ve Mübarek'i diktatör yapmıştı...

Bunun için sokaklara indi millet.

Hayatının her alanına müdahale eden ve sürekli kendisine hakaret eden bir Başbakan istemiyor insanlar.

"Emek'i yıktım, Gezi'yi de yıkıyorum, AKM'yi de yıkacağım, ben her istediğimi yaparım" gibi diktatör kafa yapısı ve insanlara saygısızca söylemler: "Ayyaş, kafa kıyak, çapulcu, marjinal, darbeci, Ergenekoncu..."

Sürekli hakaret, sürekli iftira... Ve sonra da "76 milyonun Başbakanıyım" inş. canım yaaa (:

Bu hareket bir devrim hareketi değil fakat Türkiye için bir devrim niteliğinde. Çünkü ilk kez böyle geniş çevreler sokaklara demokratik tepkilerini dökmek üzere çıktı. Tamam Cumhuriyet Mitinglerinde de yüksek katılım vardı ama o kitleler aynı anda tek merkezde toplanıyordu ve içerisine sadece "Cumhuriyetçi" diyebileceğimiz insanları kapsıyordu. Muhafazakarı kapsayamıyordu. Kürdü kapsayamıyordu. Devrimcilerin bile sadece bir kısmını kapsayabiliyordu.

Peki şimdi?

Devrimci, ülkücü, muhafazakar... Türk, Kürt, ve bilimum etnik kimlik. Hepsi yan yana, kol kola... Birlikte slogan atıyorlar. "Faşizme karşı omuz omuza" diyorlar. "Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzel al sancak" diyorlar. "Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir" diyorlar. Bazen küfrediyorlar bazen Çav Bella diyorlar.


Bu kare Trabzon'dan. Çok şey anlatıyor. Halkların kardeşliği böyle olur. Halkların birleşmesi böyle olur. Ve halk birleştiği zaman o susan medya susamaz; özür diler! AVM'lere çöreklenecek kapitalist sermaye çöreklenemez; "Halkın bu denli karşı çıktığı bir projede yer almamız mümkün değil" der.

Bir önceki yazımda (İslam'ın sosyal yönü) vergi rekortmeni şirketleri yayınlamış ve listenin ilk 15'inde 10 bankanın yer aldığının altını çizmiştim. Çünkü bunlar halkların kanını emen vampirler! NTV'nin gösterilere yönelik karartma uygulamasından sonra sosyal medyada çok sahiplenilmese de Doğuş Holding'e boykot talepleri vardı. Küçük bir kitle bu boykota uydu ve sadece 2 gün süren boykot sonucunda bugün Garanti Bankası Genel Müdürü Ergun Özen'in yaptığı açıklamaya göre 1500 kişi kartlarını iptal etmiş ve toplam 35-40 milyon liralık mevduat çıkışı gerçekleşmiş. Toplam mevduatı göz önünde bulundurursak 0,5/1000 gibi düşük bir rakam bu. Yine de bir anda nakit çekilmesi, elbette ki etkiliyor.

Çekilen para miktarının 40 milyon değil de 4 milyar olduğunu düşünün... Ve bunun her geçen gün arttığını düşünün. Yapamayacağınız şey kalmaz! Size sahiplik taslayanların nasıl peşinizde koşacaklarını o zaman görün!

Bu boykotları genişletip tüm kapitalist sermayeye karşı uyguladığınızı düşünün.

TAYYİP NEYİN PEŞİNDE?

Öncelikle parkta başlayan eylemlere katılım sayısı çok düşük olduğu için devlet üç-beş kişiyi ciddiye bile almadı. Sabahın köründe baskın yaptı, faşizmini ortaya koydu. Ancak hesaplanmayan bir şey vardı; o da park konusunun masumiyeti ve o çocukların parkta sadece kitap okudukları, çadır kurdukları gerçeği idi.
Polisin şiddetine tepki büyüdü, tepki büyüdükçe kitle arttı. Kitle artınca 1 Mayıs'ta olağanüstü hal ilan edip, insanları evlere kapatınca bunu her zaman yapabileceğini düşünen hükümet, aynı hataya düştü fakat dediğim gibi bu kez durum farklıydı.

Tayyip'in "galibiyet sevdası" yüzünden polis şiddeti uzun süre devam etti, bazı illerde hala ediyor. Erdoğan'ın bu inadının sebebi yenik düştüğü kibri ve içinde bulunduğu güç sarhoşluğu. Şu an sokaktaki insanları kendisine birer düşman olarak gördüğü çok açık ve bunu her açıklamasında dile getiriyor. Bir başka sebep ise Erdoğan'a bilgi veren ve yol haritası çizen danışmanları. Başbakan Danışmanı Yalçın Akdoğan, "Tayyip Erdoğan'ı kimseye yedirmeyiz" diye açıklama yaptı mesela. Bunu sokaktakilerden daha çok Başbakan'ın çevresindeki isimler Arap Baharı'na benzetiyor açıklamaları ile... Liderini korumak istiyor, bu yüzden liderini de yanlış bilgilendiriyor.

Topbaş çıkıyor, "Ders çıkardık" diyor.
Bülent Arınç çıkıyor "Birileri özür dilesin" diyor.
Erdoğan'dan "Yüzde 50'yi zor tutuyoruz" açıklaması, ve her şey yıkılıyor!
Sonra Cumhurbaşkanı çıkıyor "Mesaj alındı, demokrasi sadece sandık değildir" diyor.
Erdoğan tekrar sahnede! "Demokrasinin yolu sandıktan geçer!"

Ciddi anlamda olayı kişiselleştirmiş durumda belli ki. Fakat ülkeden gidip, koltuğunu Arınç'a devretmesi ile birlikte "Erdoğan'sız çözüm" devreye girdi, yine ılımlı mesajlar verildi.

Erdoğan, hem AKP içerisinde hem de medyadaki destekçileri tarafından yalnızlaştırılıyor. Daha doğrusu kendisini marjinalleştiriyor. Bu baskıcı kafa yapısından kurtulamazsa, şunu açıkça söyleyebilirim ki Ortadoğu'daki "stratejik ortakları" ve "dava kardeşleri" onu bir anda yutup yollarına devam eder!

Bu konu önemli, çünkü bu eylemlere batı medyasının verdiği destek benim midemi bulandırdı. Yükselen bir muhalif hareket var ve bu hareket Ortadoğu'daki gibi isyan da barındırıyor. Bu hareketi şekillendirmek isteyenler olacaktır. Eğer hareket çekilmez ve büyümeye devam ederse, Erdoğan'ı o koltuğa oturtanlar o koltuktan indirmesini de bilecektir. Bunun için yeterli altyapı Türkiye'de hazırdır. Muhalif kitlenin varlığının yanında bir de devlet içinde kadrolaşmış Cemaat'in Erdoğan'la kavgalı olması, Erdoğan'ın bitirilmesinde etkin rol oynayabilir. Sonuç olarak kaybeden sadece Erdoğan olur, kazanan kimse olmaz!

Bunun için batı medyasından destek bekleyen, Twitter'dan sürekli onlara yazılar gönderen andavallara sesleniyorum. Batıda da özgürlük falan yok, götünüzü yırtmayın. O gavatlardan dostluk ve insanlık beklemeyin. Eğer davanıza inanıyorsanız dik durun ve halkınıza sarılın. Aksi takdirde Mısır'daki yüzbinlerden farkınız olmaz. RTE gider, AG, FG gelir. Kazanan yine küresel güçler, kaybeden de yine biz oluruz.

BAHÇELİ NEYİN PEŞİNDE?

Kendisini yenileyemeyen MHP, genç nesile ayak uyduramayan Devlet Bahçeli, süreci okuyamayan MHP kadroları, harekete dil uzatma boyutlarına gelecek tarihi bir yanılgı içerisinde.

Hadi siz meydanlara inmediniz, lan hiç mi haber almıyorsunuz? Milletvekili olmuşsunuz, hiç mi bağlantınız yok. Meydanlarda yüzlerce ülkücü var. Nasıl olur da MHP lideri Bahçeli çıkıp sokaktakilere dil uzatır! "Onlar aramızda barınamaz" der! Muhalif olan hareketi marjinalleştirmek nasıl bir yanılgıdır?

Hepsini geçtim, Bahçeli'nin bu sorumsuzluğu yüzünden İstanbul'da bazı semtlerde ve bir kaç ilde daha ülkücüler Gezi Parkı eylemcilerine yönelik saldırılarda ve tahriklerde bulunmaya başladı. Bazen fiziksel şiddet, bazen tekbir sesleri ile... Tepki gösterdikleri insanların elinde Türk bayrakları var. Bugüne kadar Ocakları kabuğuna çeken, sokaktan alıkoyan Bahçeli, bugün demokratik tepki gösteren halka dil uzatarak partizanlarını masum insanların üzerine salıyor. Biz Erdoğan'ın iç savaş tehdidini gördük ve eleştirdik ama Bahçeli, Erdoğan'dan daha duyarsız yaklaşıyor sürece.


Not. Yazıda birkaç ekleme yapacağım.

15 Mayıs 2013 Çarşamba

Hatay saldırısı, Suriye meselesi, medyanın pervasızlığı

Merhabalar...

50'den fazla canı kaybettiğimiz Hatay saldırısına, hükümetin ve medyanın konu hakkındaki tutumuna değineceğim biraz.

Türkiye'nin yakın tarihindeki en kanlı saldırısı geçtiğimiz gün Hatay Reyhanlı'da gerçekleşti. Saldırı sonrası hükümet kanadından yapılan ilk açıklamalarda hedef Suriye olarak gösteriyordu. Herkesin kendine yonttuğu nadir terör saldırılarından biri oldu bu. Kimine göre saldırıyı Suriye, kimine göre Suriyeli muhalifler(!), kimine göre iki ülke arasında gerginlik yaratmak isteyen küresel güçler...

Fakat burada iki kişinin açıklaması çok önemli. Biri Erdoğan diğeri Esad.

Erdoğan ilk açıklamalarından beri Suriye'yi hedef gösterdi, gösteriyor. Fakat kafasındaki karışıklık, cümlelerine de yansımış durumda. Ben, Erdoğan'ın sözlerine bakarak ciddi anlamda bir istihbarat savaşları döneminde olduğumuzu okuyorum.

Erdoğan'ın ilk açıklaması:

"...Bu süreç hassas bir süreç. Özellikle çözüm süreci diye ülkemizde yeni bir dönemi başlattık ve bu yeni dönemi hazmedeyemenler, ülkemizdeki bu özgürlük havasının teneffüs edilmesine ne yazık ki olumlu bakamayanlar, bu tür eylemler içerisine girebilir."

Daha sonra...

"Bizi Suriye'deki bataklığa çekmeye çalışan her provokasyona karşı son derece soğukkanlı olmak zorundayız."

ve daha sonra...

"...Zaten netice ortaya tam çıktığında hepsi açıklanacak. Ama olay kesinlikle rejimle alakalı bir olaydır, rejim bu işin arkasındadır, bu belli. Ama rejimin tabi Türkiye'de uzantıları var. Ve bu uzantılar üzerindeki çalışmalar da derinleştirilerek devam ediyor.
...
Mültecilerle ilgili provokasyonlar. Aslında bu olayların muhalif güçlerle yakından, uzaktan alakası yok ama burada muhalif güçleri zan altına almak ve Türkiye'deki sığınmacı olan bu kardeşlerimize karşı böyle bir operatif yaklaşım içerisine girme gayretleri var."

Yukarıdaki sözlere bakarsak Erdoğan diyor ki; Esad bu saldırı ile bizi Suriye'ye çekmek istiyor.

Akla mantığa sığıyor mu bu? Sığmıyor. Muhaliflerle ve İsrail'le uğraşamayan Esad, bir de Türkiye'yi başına bela edecek hatta NATO'ya da koz verecek öyle mi?

Tüm verilen bilgilere rağmen (istihbarat savaşları) bu saldırının Suriye tarafından yapılmadığı ihtimali Erdoğan'ın kafasını allak-bullak etmiş durumda. Erdoğan'ın çelişkili açıklamaları bunun göstergesi. Ancak Erdoğan, bu saldırıyı kullanarak da desteğini alamadığı halkı Suriye konusunda arkasına almaya çalışmaktan vazgeçmiyor.

Bir başka deyişle, Irak'ta ABD'nin isteklerini yerine getiremeyen Erdoğan, bu kez canla-başla mücadele ederek BOP Eşbaşkanlığı görevini yerine getirmek istiyor.

Erdoğan uzun bir süredir Suriye düşmanlığında sınır tanımıyor. Tüm emperyal devletlerden daha da gözünü kan bürümüş şekilde Esad'a saldırıyor. Bunun sebebi, Erdoğan'ın bu konuyu artık ölüm-kalım melesi haline getirecek kadar kişiselleştirmiş olması. En son "Suriye'de olup bitene sessiz kalacaksam, koltuğu bırakır giderim" diyecek kadar da -her ne kadar şov olsa da- uç noktada olduğunu gösterdi.

Peki neden? Neden Erdoğan bu konuyu bu kadar "büyüttü?"

1. Erdoğan, bir anda başlayan Arap ayaklanmalarının hızlıca sonuçlanmasını göz önüne alarak Suriye'de de bunun aynısının olacağını düşünüyordu.
2. Esad düşmanlığını başlatan Amerika ve Avrupa, ABD'nin Ortadoğu'daki gölgesi olan Türkiye'yi Suriye'nin üzerine attıktan sonra bir kenara çekildi. Hatta öyle ki, bir ara Suriye, neredeyse tamamen ABD gündeminden çıkmış durumdaydı ve o dönem Erdoğan ise Irak'a savaş açan George Bush'tan farksızdı.
3. 1 Mart tezkeresini geçiremeyip ABD'ye Irak'ta yardım edemeyen-ABD askerlerini Türk topraklarına sokamayan Erdoğan, bu kez benzer bir durumda ABD'nin AKP'ye karşı asla affının olmayacağının farkında.
4. Erdoğan ve Davutoğlu, bölgede Yeni Osmanlıcılık oyunu oynamaya çalışıyor, bunun için de Sünni yönetimler yaratmak istiyor. Bunun için öncelikli olarak Esad'ın gitmesi gerekiyor. Erdoğan'ın bastırılmış mezhepçi düşünceleri de Esad düşmanlığının altında yatan sebeplerden biri olabilir.

Tüm bu süreçte çok önemli bir ayrıntı var. Esad karşıtlarının hiçbiri birbirine güvenmiyor.
Türkiye, ABD'yi Suriye'ye sokmaya çalışıyor. "Sen gir, ben de desteklerim" diyor.
ABD, Türkiye'yi Suriye'ye sokmaya çalışıyor. "Sen gir, NATO olarak arkandayız" diyor.
Aynı şey Avrupa ve BM için de geçerli...

BALYOZCU KİMMİŞ?

Balyoz davasındaki o kolpa iddialar neydi?
"Kendi uçağımızı düşürüp, terör eylemleri gerçekleştirerek komşu ülkeyle aramızda savaş çıkarmak."

Hatay'da patlayan bombalar gibi yani.

E Balyozcular içeride... Peki bu Balyozcular kim? Biz buna "Dervişin fikri neyse zikri de odur" deriz. Şerefli komutanlara yapılan suçlamalar, tamamen istihbarat örgütlerinin insanlık dışı taktiklerindendi ve bugün görüyoruz ki onları yapanları yargılamayı bırak, isimlerini bile zikredemiyoruz.

AKP MEDYA PLAYER

Türkiye'deki basın/yayın organları, yani özetle medya, tamamen iktidarın oynatıcısı. İktidar bu durumda media player oluyor..

Patlamadan kısa bir süre sonra, konu ile ilgili yayın yasağı getirildi. Bu yasak, iktidar yandaşlarına göre provokasyonun ve ülkede oluşabilecek infial ortamının önüne geçmek içindi.

Peki medyanın görevi nedir?

Basit anlatımla medya, halkın haber alma hürriyetini sağlamakla yükümlüdür. Misyonu budur yani.

Dikkat ettiyseniz, yayın yasağına rağmen konu ile ilgili NTV, Habertürk gibi kanallarda gerçekleştirilen televizyon programları ve programa katılan "uzmanlar" sürekli olarak patlamadaki Suriye parmağına vurgu yapıyordu. Belli ki yayın yasağı iktidarın söylemlerinin dışında gerçekleşirse devreye giriyor.

İnternet haberciliği ise tamamen durumun cılkını çıkarmış durumda.

Ensonhaber adlı siteden iki örnek.


AKP'ye destek vermek için bir süredir PKK ile yapılan pazarlıkları "Barış geliyoooöörr" söylemleri ile manşete taşıyanlar, bir anda savaş çığırtkanlığına başlamış. Bak seeen. Hadi padişah hazretleri ile birlikte kaşısana Suriye'yi koçum.


Neymiş, Esad'ın saldırıyı kınayıp "ortak soruşturma açalım" demesi 'küstahça' bir açıklamaymış.
Not: Patlamalara soruşturma açmak isteyen Esad'a küstah diyenler, medyaya yayın yasağı uygulayan iktidar tarafından yönetilen ülkede habercilik yapıyor. Yersen.

Aynı haber Samanyoluhaber'de:

"Esed'den pes dedirten açıklama!

Esed, Reyhanlı saldırısına ilişkin öyle bir açıklama yaptı ki...

Suriye 'deki Esed yönetimi Hatay'ın Reyhanlı ilçesinde meydana gelen bombalı saldırıları kınadı."

Bkz: http://www.samanyoluhaber.com/dunya/Esedden-pes-dedirten-aciklama/1009810/

Böylesine gergin bir ortamda, 50'den fazla kayıp veren, canı yanan Hataylılar zaten kendisini yeterince sahipsiz hissediyor, devletin kendilerini yalnız bıraktığını düşünüyorken ortaya bir de kendini bilmez birileri tarafından suçlanmaya başlandı.

Neymiş, Hataylılar Suriyelilere baskı uyguluyormuş. Hatta Hakan Albayrak adlı insana göre, patlamada yaralanan Suriyelilerin ölüm sebebi, Hataylıların patlama sonrasında başlarını ezmesiymiş.

Bak bak :

Haber için tıklayın
La bi kere o elini indir sen. Böyle pervasızca açıklamayı yapan adama, "Olum sen Hataylılara insanlığı öğretecek adam mısın?" diyen bir kişi de çıkmaz mı arkadaş? Çıkmadı aga. Hatay medeniyetlerin beşiğidir kamil. Senin dedikoduya dayalı üç kuruşluk haberciliğin Hatay'daki hoşgörüyü, sağduyuyu bozamaz. Orada mezhep, ırk, din, dil kavgası olmaz. Orası, sizin Obama ağabeyinizin mezhep savaşını en son sokacağı yer. O da sizin gibi içeriden ülkeyi karıştıran andavallar yüzünden.

Bir de açıklama yapmış: 'Bu ülkenin çocuğu olmaktan utanıyorum' diye. Ben de senin kendini bu ülkenin çocuğu sanmana götümle gülüyorum moruk.

Patlama sonrası gazete manşetlerine bakalım.

Saldırıdan bir gün sonra, 12 Mayıs... Ortak mesaj: Esad yaptı. (El Muhaberat ya da Acilciler)


13 Mayıs manşetleri... Özet: Kesin Esad yaptı. Taşeron örgüt ise Acilciler. Başında ise Mihraç Ural.




14 Mayıs manşetleri... Özet: Allah belamı versin Esad yaptı bak. Valla. Hem depoda para da çıktı bak.



Devletümüz hemen operasyon yapıp, katliamı gerçekleştirenleri buldu ve apar topar yarısını tutukladı yarısını da salıverdi. İçimiz rahat etti. iyiki vrsn aşkm sni çk sviyrm mck

51 kişi öldü lan. Böyle suçlu mu yakalanır? Kimmiş bunlar. İsimleri ne? Daha önce hangi eyleme karışmışlar. Madem itiraf etmişler(!) kim için yapmışlar? 

Katliamın sorumlusu olarak gösterilen Mihraç Ural, "ARTIK ACİLCİLER DİYE BİR ÖRGÜT YOK" derken,(bkz) bunlar neyi itiraf etmiş?

Bakın tutuklanan isimlerden biri olan İlhan K'nın bir yakını ne diyor:
"Medyada inanılmaz haberler çıktı. Sınırı geçerken, kaçarken yakalandı diye. Hayır, yalan söylüyorlar. Pazar sabah 06:00'da yatağında uyurken eve baskın yapıp gözaltına aldılar. Hiç böyle büyük bombalama yapan kişi evine gidip yatağına yatar mı?

Kendisi telefon satıyor. Diğerleri ise onun hat ve telefon sattığı kişiler. Polis de zaten yaptığı baskında bu telefonları satın aldı. Böylece bir örgüt yarattılar. Hiçbirinin örgütle ilgisi yok. Suriyeli de değiller. Bölgenin çocukları hepsi. Antakyalı, Samandağlı, Harbiyeli. Ortak özellikleri ise hepsinin Alevi olmaları.."

Erdoğan ABD yolcusu ve Obama'yı ikna etmeye gidiyor. "Gel Suriye'ye gir, ben de destek olacağım" diyecek. "Bak Suriye'ye müdahale için iki şartın vardı ikisi de gerçekleşti. E GİR ARTIK KANKA" diyecek muhtemelen. Bu şartlardan biri Suriye'deki savaşın komşu ülkelere sıçraması idi, diğeri ise rejimin kimyasal silah kullanmasıydı. Erdoğan'ın ABD ziyaretinden bir kaç gün önce kimyasal silah bulguları var demesi, ve ziyaretten hemen önce Hatay saldırısının olmasına bir de bu açıdan bakın dilerseniz.  

Hitler'in propaganda bakanı Joseph Goebbels'ın bir sözü var:
"Ne kadar uçuk olursa olsun bir yalanı yeterince tekrar edersen insanlar ona inanır."

Önümüzdeki günlerde kimyasal zırvalarını sürekli duyacağız muhtemelen...

15 Aralık 2012 Cumartesi

Tavistock, Medya, Davranış Biçimi Kontrolü ve Kitle Hipnozu


Öncelikle şunu söyleyeyim: Tavistock’tan önce medya konusuna değinerek başlıyorum, sabrederek okuyun. Çünkü anlattıklarım en nihayetinde Tavistock’a bağlanacak.

Medya, kitleleri yönlendirmede birincil etkendir. O “medyaya güven sıffıır sıffır” diyen sikimsonik anketlerin amına koyayım ben. Siktir edin onları. Herkes “medya yalan söylüyor” diye bağırıyor ama herkes medyada dayatılanları kabul ediyor. Bu psikoloji ile alakalı bir konu. Bir insana 40 kere deli dersen deli olur. Saçma gibi gözükse de bu söz doğru. Aşağıda çeşitli örneklerle bunları daha detaylı göstereceğim.

Bu yazıda subliminal mesaj örnekleri falan vermeden medyanın kitleleri nasıl yönlendirdiğinden söz edeceğim. Öyle çizgi filmlerden subliminal yarak resmi falan yok yani, daha derine iniyorum, işin mantığına… Subliminal mesajlarla ilgili amlı yaraklı resimleri bir çok blogda ve forumda bulabilirsiniz.

Ana başlıklara ayırırsak, medya; kitleleri iki şekilde hipnoz eder.
1. Toplumlara gerçeği değil, kendi yarattıkları gerçekleri defalarca göstererek.
2. Hazırlanan belirli formatlarla izleyicilerin bilinçaltlarına ve davranışlarına hükmederek. (İzleyiciyi formatlayarak)

Birinci maddede sözünü ettiğim konuyu detaylandırmaya gerek yok, en büyük örneği 11 Eylül’dür. Konu ile ilgili September Clues belgeselini izleyebilirsiniz. Hollywood’un terör temalı filmlerinde Arapların ve İslam dininin terörle bağlantılı gösterilmesi de bunun en basit örneklerindendir.

Güzel bir karikatür vardı, çoğunuz görmüştür ama görmeyenler için yayınlayayım.



Türkiye’de ise en güzel örneği Ergenekon davasıdır. Her “operasyon dalgası” sonrasında defalarca terör örgütü vurgusu yapılmıştır; bu “örgüt” ve operasyon Türk milletinin kutsalı diyebileceğimiz “Ergenekon” adıyla anılmıştır. Zir Vadisi’ndeki kazılar başlamadan kazılardan çıkacak olan mühimmat listeleri televizyonlarda yayınlanmıştır. Kazı esnası da devlet televizyonu TRT başta olmak üzere dinci kanallar ve haber kanallarında da canlı olarak yayınlanmıştır. Tüm ülke bunları izledi. Peki Zir Vadisi’ndeki kazılarda çıkan mühimmatların 2 gün önce gömüldüğünün ortaya çıktığında bu kanallar neden görmezden geldi? Düşünün, mühimmatların üzerindeki gazete küpürleri bile kazının yapıldığı tarihten 2 gün önceye ait. Bu kadar dalga geçiliyor bu milletin zekasıyla…

Geçtiğimiz gün Ergenekon davasındaki hukuk katliamına "dur" demek isteyen, davanın aslında tamamen siyasi olduğunu, ortada bir tertip olduğunun farkına varan binlerce kişi Silivri'de buluştu. Adeta isyan etti... Peki internet medyası bunu nasıl verdi?

Bakın şimdi:

Zaman Gazetesi'nin internet sitesinden küçük bir kare...


Ensonhaber adlı bir site var, bu da oradan...


Yorum yapmaya gerek bile duymuyorum, durum ortada...

Her neyse…

İkinci madde ise, medyanın kullandığı dil, öncelikli olarak bilinçaltı ve daha sonra davranışlarla ilgilidir. Bu davranışlar toplum mühendisleri, psikologlar, sosyologlar ve bilim adamlarının incelemeleri ve araştırmaları sonucunda çeşitli saldırılarla şekillendirilir.

Şöyle açıklayayım; Belirli seslerin, sembollerin ve renklerin tekrarlanması, insanın bilinçaltında farklı şeylerı tetikler. Yani dış telkinler, en nihayetinde insanların davranışlarında sonuç verecektir.

Bu telkinler bazen açık, bazen yarı açık, bazen ise kapalı yapılır. Porno filmler, açık telkindir. Aksiyon filmindeki esas kızın kırmızı renkteki kıyafetinin cinselliği çağrıştırması yarı açık telkindir. İzlediğimiz bir filmin herhangi bir sahnesinde geçen 25. kare ya da subliminal mesajlar kapalı telkindir.

Bu televizyon programları neyi amaçlıyor? 
“Kadın programları”nın amacı ne? Aile içindeki çarpık ilişkiler, ensest, yayına bağlanan karı kocanın birbirini milyonlar önünde eleştirmesi, aldatma hikayeleri, küfür, kıyamet…

Evlilik programları? Yaşlı başlı insanları uçkur peşinde gösteren, kendine talip olan erkeklere “neyin var, araban var mı, evin var mı?” diyen “ajans orospuları” üzerinden kadınları parayla elde edilebilen varlıklar haline indirgeyen zihniyet…

Yemekteyiz? Biz ekmek yere düştüğünde kaldırıp önce üfleyip sonra üç kez öpüp başımıza koyan ve daha sonra yüksek bir yere bırakan kültürden geldik. Ekmek kutsaldır. Bu yüzden yemeğe “nimet” deriz. Peki televizyonda ne pompalanıyor?

Nüfusunun yarısından fazlasının yoksulluk sınırının altında olduğu bir ülkede, ulusal kanalların birinde yemek beğenmeyen tiplere yer veriliyor yarışma programında. Bunlar, yemek yerken dahi birbirleriyle kavga ediyor, hakaretler yağdırıyor. Bir çok kez gayimsi efemine tipler programa alınıyor.

Bugün herkesin önünde şapka çıkardığı Acun Ilıcalı gerçekten başarılı olduğu için mi programları bu kadar izleniyor yoksa işin içinde başka bir şey mi var? Popstar yarışmaları (American Idol), Yetenek Sizsiniz (Got Talent), Survivor, Wipeout… Bu programlar dünyanın bir çok ülkesinde yayınlanmış programlar. Sanki virüs amına koyim. Kendi çalışanlarına hak ettiği ücretin yarısını bile vermeyen, iş saatleri konusunda çalışma koşullarını hiçe sayarak hayvan muamelesi gösteren TV kanalları ve yapım şirketleri, televizyon formatı için neden para yağdırıyor?

Survivor yaklaşık 50 ülkede yayınlandı şimdiye kadar. Aksiyonu bol, duygu sömürüsü ile  yer yer hüzünlendiren, hede hödö falan işte.
Peki Survivor’da bilinçaltına verilen mesaj ne? Arkadaşını satmak. Brütüslük. Sırtından hançerlemek. Çıkarcılık. Nerede o eski “sağlık olsun, önemli olan yarışmaktı” temalı yarışma programı amk?
Ya Popstar ve Yetenek Sizsiniz yarışmaları? Kapitalist sistemin temel mantığı bu yarışmalarda da vardır. Tüketim toplumu her şeyi olduğu gibi, idolleri de tüketir. Onlar gibi olmak ister. Onlar gibi giyinmek, onlar gibi davranmak, onlar gibi bakmak, onlar gibi lüks içinde yaşamak…

Yetenek Sizsiniz’e katılan 5 yaşındaki bebelere bakın. Michael Jackson taklidi yapıyor ve bunlar gösterildikçe daha da artıyor. Diyarbakır’dan yarışmaya katılan ergen çocuk, İngilizce şarkı söylüyor. Daha doğrusu söylemeye çalışıyor. Çünkü İngilizce bilmiyor, ama özentilik söylettiriyor.

Peki Wipeout? Gurursuzluğu, onursuzluğu aşılıyor. Programa özellikle özgüveni düşük, psikolojik problemleri / davranış bozukluğu olan insanlar seçiliyor. Para için afederseniz şebek yerine konuluyor o insanlar.
 Kapitalist sistem size bunu aşılıyor; “Ne deniliyorsa yap, para için onur, gurur, şeref her şeyini bırakacaksın.”

Son olarak Kanal D’de başlayan bir program var, “Ben Bilmem Eşim Bilir” adında. Bu programda eşlerin yarışmadaki sözleri dikkat çekiyor. Partnerini/eşini motive etmek için “Beni başkasıyla düşün”, “minicik etek var üzerimde, her yerim ortada”, “uykusuz gecelerimizi düşün” cümlelerini kurduran bir sistem var. Bunlar her hafta süregelen şeyler, rastlantı olamaz.  Program yarışmacılarının cast ajansından geldiği çok açık. Burada alenen aptal yerine konuluyor izleyici.

Dikkat edin, hepsinin formatının hedef noktasında kutsallar, aile yapısı ve genel ahlak düzeni var. Bunlara günün her vakti fütursuzca saldırıyorlar.

Muhteşem Yüzyıl için kükreyen “ecdad ve ahlak bekçileri” bu programlara neden sesini çıkarmıyor?
Bakın, bugün televizyonda izlediğimiz programlar hep belirli bir formatta hazırlanıyor.
Kadın ve yarışma programlarıyla ahlak yapısı çökertiliyor, ele geçirilen medyayla ulus devlete olan güven sarsılıyor, hükümet yargı ile birlikte orduyu devredışı bırakıyor, tüm kurumlar ele geçiriliyor… Geriye kalan tek şey bölücülük. Yıllardır süregelen AKP politikaları Türk / Kürt ayrışmasını patlama noktasına getirmiş durumda.

Konumuza dönersek…
Geçtiğimiz gün ABD’de “düşünce kuruluşu” adı verilen aslında ABD’nin ‘Ulusal İstihbarat Konseyi’ne bağlı Atlantic Council’in yayınladığı " “Küresel Trendler 2030”" adlı raporda çok önemli bir tespit vardı; “Kürdistan'ın yükselişi Türkiye'nin bölünmezliğine bir darbe vuracak ve çevresindeki komşularıyla büyük bir ihtilaf riskini artıracak.”
Dikkat! Bu rapor CIA bağlantılı ve tüm açık yayınlanan bir rapordur! Kapalı kapılar ardında konuşulan değil. Bu raporların amacı, içeriği ile bazı ülkelere gaz vermek bazı ülkelere de tehdit saçmaktır. ABD, kendi eliyle hazırladığı “sürekli sorunlu bölge Kürdistan”ın Türkiye’nin başına bela olabileceğini açık açık söylüyor. Raporun bir kısmında ise Türkiye’nin Ortadoğu’da kilit rol üstlenebileceğinden ve yükseleceğinden bahsediyor. Bunun meali şu; Ortadoğu’da ABD’nin direktifleri ile hareket etmezseniz, Irak’ın Kuzeyi başınıza bela olur.

Peki bu haberi TRT nasıl verdi dersiniz? Övüne övüne, alkışlaya alkışlaya, salyalar saça saça!
İzleyin! http://tvarsivi.com/player.php?y=20&z=2012-12-11%2018:36:46

İşte medya böyledir.

Size, CIA’in tehdit mektubunu “CIA Türkiye büyüyecek dedi, heyyoo” şeklinde sunar medya…
Türkiye, medya konusunda batıyı kendine örnek alır. Örnek almaktan ziyade, kaynak olarak batıyı seçer. Bütün olay da burada başlıyor. Dünyayı batının gözünden görüyoruz. Daha doğrusu 6 şirketin gözünden. Kazakistan’da ABD üssünün kapatıldığını batı medyasında göremezsiniz. Orta Asya’da Gülen okullarının CIA ile bağlantılı olduğu için kapatıldığını batı medyasında ve doğal olarak Türk medyasında göremezsiniz.

Her neyse, 6 büyük şirket demiştik. Bunlar;
Walt Disney, Time-Warner, Viacom, Newscorp, CBS Corporation ve NBC Universal.
İkiz kuleler palavrasına tüm dünyayı inandıran 6 büyük şirket… Savaş çığırtkanlığı yapan 6 büyük şirket. Batıda hatta yavaş yavaş tüm dünyada medya bunların elinde…

Fakat o kanatta güçler savaşı var. Buna bir başka yazıda değineceğim. Zira bana göre çok önemli bir konu o. 

Tavistock 

The Tavistock Institute ya da Tavistock Institute of Human Relations… Ne derseniz deyin. Kurumsal olarak legal olsa da illegal işler yapan bir örgüt. İlluminati bok yemiş yanında!

Yıllardır “İlluminati öcüsü”nün ne kadar büyük ne kadar güçlü olduğu ile ilgili yazılar okuyup durdunuz. Herkesin konuşmaya başladığı güç, gücünü kaybediyordur. Çünkü İlluminati’nin gizli bir örgüt olması gerekirken herkesin dilinde oluşu, hayali bir “aşırı güçlü” imajı yaratılmaya çalışıldığının göstergesidir. Bu söylediğimi unutmayın.

Türkiye’de Ergenekon nedir biliyor musunuz? 100 yıllık ulus bilincidir. Örgüt değildir; milli duruştur, fikir birliğidir, zihniyettir. Heh, İlluminati de nedir biliyor musunuz? ABD’deki neocon zihniyetidir. Silahı tercih eden bir örgüttür. Belki artık fiziksel bir örgüt bile değildir, örgütleri kullanan bir zihinsel yapıdır. Ancak Tavistock, tüm bunlara şemayı çizen oluşumdur.

Kafanız mı karıştı? Durun açıklayacağım.

Tavistock, genler üzerinde araştırmalar yapan, insan davranışlarını kontrol etmek üzere çalışmalar yapan, kitlelerin yönetilmesi için uygulanması gereken planları hazırlayan kurumdur. Yani İlluminati, CFR, CIA, QDDR, OEF ve daha onca bok püsür… Hepsinin beyni = TAVISTOCK!

Tavistock aslında kimyasal bir maddeydi. Rengi, kokusu ve tadı olmayan bir madde. Tavistock’u kullanan kişi, dış telkinlere açık hale gelir. Böylece zihin kontrolü kolaylıkla mümkün olur. Bir nevi uyuşturucudur yani. Yıllar önce bunu ilaçla yapanlar, bugün kitle iletişim araçları ile aynı şeyi yapmaya çalışıyor.

Artık bir çoğunuzun duyduğu MK ULTRA (zihin kontrolü) da aslında bir Tavistock uygulamasıdır.

Hem ülkeler, hem toplumlar üzerinde oynanan psikolojik savaşların planını Tavistock hazırlar.
1.Dünya savaşı sonrasında psikolojisi bozulmuş İngiliz askerlerinin ruh hallerini hem araştırmak hem de tedavisini karşılamak amacı ile yaratılan bu örgüt, daha sonra Rockefeller’ın desteği ile tam bir psikolojik savaş örgütü halini alıyor.

Tavistock’un çıkış noktası yani bir nevi ilham kaynağı Sigmund Freud’dur. Lisedeki bilgilerinizi tazeleyelim biraz. Aranızdaki liseliler kasmasın tamam, sakin gençler.

 “Psikanalitik kuram”ın kurucusu Freud’un olayı neydi? Özetle, “DAVRANIŞ BİLİMİ” ile ilgileniyordu. Psikanalitik kuram, 5 öğretiye ayrılır ve bunların en önemlisi bana göre “TOPOĞRAFİK ÖĞRETİ”dir.
Topoğrafik öğreti; bilinç, bilinç öncesi ve bilinç dışı olarak 3’e ayrılır. Tavistock’un ilgilendiği kısım da bana göre tam olarak bunlardır.

Konuyu daha detaylı olarak araştırırsınız, lisedeki psikoloji dersine dönmesin şimdi. Anlatmak istediğimi anladınız.

Tavistock ve çalışma mantığını daha sonraki yazılarda detaylı olarak anlatmaya çalışacağım.

Kodum.