25 Aralık 2014 Perşembe

Perinçek - Aydınlık - Ulusal Kanal, Erdoğancı mı oldu?

17-25 Aralık süreci ile birlikte, Türkiye'de yeni bir muhalif türü ortaya çıktı. Bunlar, AKP iktidarının baskılarından ve politikalarından sıkılıp, kendi ideolojilerini/dünya görüşlerini bir kenara bırakıp, düşman gördüğü her kesim ile AKP'ye karşı ittifak kurabilecek noktaya geldiler.

Hatta öyle ki, Erdoğan yarın Amerikan karşıtı olsa, "NATO'dan çıkacağız" dese, Amerikancı olacak solcular/Atatürkçüler var.

Kim bunlar?

Y-CHP, bir takım Atatürkçü geçinenler, Fethullahçılar, liberaller, başıboş solcular.

"Atatürk'ün partisi" ünvanı ile %25'i garantileyen CHP'nin yeni yönetimi, Atatürk'ü reddetme noktasına gelmiş, Fethullahçılarla kolkola, NATO-ABD-AB şeytan üçgeninden bir adım dışarı çıkmıyor.
Atatürkçü geçinenler, Kılıçdaroğlu ve ekibinin tüm politikalarına rağmen hala CHP'nin izinde, AKP'ye karşı tüm gruplarla destek halinde; Kürt milliyetçileri dahil.
Başıboş solcular, elle tutulur pratiği olmayan söylemler ve eylemler içinde; salt söylem ve salt anarşizm.

Ve hepsi kolkola girip, Aydınlıkçıları suçluyor bugün;
"Aydınlıkçılar yandaş oldu!"
"Perinçek-Tayyip ittifakı"
"Ulusal Kanal, haberlerde Tayyip'i övüyor!"

Sebep ne peki?

Aydınlıkçıların, Cemaat'i 17-25 Aralık operasyonu ile kahramanlaştırılması tezgahına düşmemesi. Devletin, F-Tipi Çete'nin popüler söylem ile "inine girmesine" destek vermesi. Cemaat bu yüzden rahatsız Perinçek ve ekibinden. Avucuna aldıkları sahte muhalefet CHP-MHP ve türevi parti yönetimlerinin dışında gerçek muhalefet yapan bir parti, televizyon kanalı görmek istemiyorlar.

Erdoğan'la hiç yoktan 10 yıllık bir kavgamız var muhalifler olarak. Ancak bizler, muhalefet etmek için muhalif olamayız, bir görüşümüz, duruşumuz var. Erdoğan'ın bugün her ne sebeple olursa olsun ABD ve AB ile kırılmalar yaşaması, Rusya'ya yönelmeye çalışması takdire şayan. Meclis içindeki hiçbir parti böyle bir göreve talip değil. Ne CHP ne MHP, Türkiye'yi Atlantik cephesinden koparmayı hedeflemiyor. Düşündürücü değil mi?

Bu yüzden Avrasya'ya yanaşma konusunda Erdoğan'ı destekliyorum. Bu Erdoğan'la mücadelemizin devam etmeyeceği anlamı taşımaz. Ancak adaletli olup, doğrusuna doğru, yanlışına yanlış demek önce karakterimizin göstergesi ve insani görevimiz. Ve eleştirimiz sadece Erdoğan ve AKP'ye olursa, muhalefetin kendini düzeltme iradesi göstermesi imkansızlaşır.

Sadece hükümete muhalif olarak ortaya çıkan sonuç ortada;
Şeyh Saidçi, Seyit Rızacı, Amerikancı Y-CHP ve lideri "Atatürk'ün CHP'si değiliz" diyen Kılıçdaroğlu.

Bu mu iktidara alternatifiniz?

13 Kasım 2014 Perşembe

TGB'nin çuval eylemi ve sembollerle mesaj!

Türkiye Gençlik Birliği, dün Eminönü'de 3 ABD askerinin başına çuval geçirdi.

Konu ile ilgili eleştiri yöneltenler üç başlık altında toplanıyor. Konuyla ilgili çeşitli haber sitelerinde, çeşitli forumlarda ve Ekşi Sözlük'te yorumlara göz gezdirdim. Detaylı olarak şöyle gruplandırabiliriz TGB'nin çuval eylemini eleştirenleri:

1. Apocular ve sol maskeliler:
Apocular, Türk askeri öldürüldüğünde PKK'ya meşru zemin ararlar, ABD askerine çuval geçirilince bir anda insan hakları savunucusu olurlar. Eh tabi bilinçaltlarında "Biji Serok Obama" var. Sol maskeliler ise, Deniz'leri, Mahir'leri çoktan unuttuğu için bu toplarda pek işleri yoktur. Onlar 1 Mayıs'ta Taksim'i kutsayıp polisle çatışma dışında misyona ve vizyona sahip değiller.

2. Tatlı su hümanistleri:
"Dünyada hiç kötülük olmasın, herkes her şey iyi olsun, Gargamel Şirinler'i rahatsız etmesin. Tom, Jerry'i kovalamasın. Buzullar erimesin." Süreç okumayı bilmeyen, evinden hümanizm naraları atan, apolitik kitle.

3. "Batıya rezil olduk"çular:
"Utandım, rezalet, bari Atatürk'ü alet etmeyin, onların suçu ne?" türevinden eleştiriler yönelten özellikle CHP ile birlikte batıya entegre edilmiş, Ortadoğu düşmanı ve batı hayranı aşağılık kompleksine sahip andavallar.

Nasıl olur da Amerikan askerlerine mazlum gözü ile bakan insanları yetiştirdik bu toprakta, ne yaptık biz bu ülkeye, bu gençliğe?

DEVLETLER VE ÖRGÜTLER SEMBOLLERLE/TARİHLERLE MESAJ VERİR!

TGB'nin çuval eylemi en nihayetinde 4 Temmuz 2003'te Türk askerinin başına geçirilen çuvala misillemeydi. Aslında ABD, Amerikan Bağımsızlık Günü (Independence Day) olan 4 Temmuz'da o çuvalı Türk Ordusu'nun başına geçirmişti ve o çuvalın devamı Ergenekon ve Balyoz davaları ile geldi.

Peki 4 Temmuz rastlantı mı? Evet diyorsanız, şu tarihleri de bir düşünün:

Millenium Challenge! (Bin Yılın Meydan Okuması)
Tarih: 24 Temmuz 2002
ABD'nin şimdiye kadarki en büyük askeri tatbikatı. Kıvrıkoğlu'nun 3 Eylül 1999'da "28 Şubat bin yıl sürecek" mesajına ABD'den verilen tepki "Bin Yılın Meydan Okuması" adı altındaki ve üstelik Türkiye'nin hedef alındığı bir tatbikat. Tatbikatın çalışmaları Kıvrıkoğlu'nun açıklamasının hemen sonrasında başlamış ve 1999'un son aylarında ilan edilmiştir. Tatbikatın uygulanma tarihi ise 24 Temmuz; Lozan'ın yıl dönümü...

Tatbikata göre hedef ülkede (Türkiye) bir "deprem" oluyor (!) ve hedef ülkenin ordusu (TSK), “karışıklığı önlemek için” yönetime el koyuyordu. Hedef ülkenin bir ada ülkesiyle (Kıbrıs) sorunları var ve o ülkeyi denizden kuşatıyor. Bunun üzerine ABD Deniz Kuvvetleri önce ada ülkesini kurtarıyor (Kıbrıs'ı kuşatıyor) ve "96 saat içinde" hedef ülkeyi yani Türkiye’yi -kitle imha silahlarını sebep göstererek- işgal ediyordu.
Not: 96 saat, dünyada sadece Türk Ordusu'nun seferberlik süresi. Bu da rastlantı olamaz.

AB Anayasası'na imza!
Tarih: 29 Ekim 2004
Dönemin Başbakanı Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün Roma'da Türk düşmanı olarak bilinen Papa X. Innecenizo’nun heykelinin dizi dibinde egemenliğimizi AB’ye devreden AB Anayasasına imza koyması gibi…
Tarih yine rastlantı; 29 Ekim...

Elizabeth'in Türkiye ziyareti!
Tarih: 13-14-15 Mayıs 2008 
Kraliçe 2. Elizabeth Mayıs 2008'te Türkiye'yi ziyaret etmişti. Hem de Türk sularına Türk bayrağı asmadan giren uçak gemisi eşliğinde!
Uçak gemisinin adı: HMS Illustrious 
1918'de Türkiye'yi işgal için gelen savaş gemisinin adı neydi peki? HMS AJAX.
Üstelik aynı yere demir atmışlardı; Dolmabahçe önüne!
Abdullah Gül'e de Büyük Şövalye Nişanı verilmişti.
Geminin demir attığı tarih ise 15 Mayıs'tı; İzmir'in işgal yıl dönümü...

Chatham House'dan Gül'e Kristal Cam Ödülü!
Tarih: 9 Kasım 2010
Eğitimi de İngiliz Üniversitesi'nde olan Abdullah Gül, İngiliz Kraliyeti’nin Uluslararası İlişkiler Enstitüsü'nden ödül aldı. Kraliçe Elizabeth bu ödülü 9 Kasım'da elleriyle takdim etti Gül'e.
9 Kasım 1918, İngilizlerin Çanakkale Boğazı’nı işgali ve İskenderun'la, Antakya'ya asker çıkardığı gündür!..

Ergenekon Davası'nda karar açıklandı!
Tarih: 5 Ağustos 2013

Bugün tertip olduğunu herkesin bildiği Ergenekon davasında kararın açıklandığı gün... Genelkurmay Başkanlığı yapmış İlker Başbuğ başta olmak üzere onlarca isme cezaların yağdırıldığı tarih...
5 Ağustos 1921'e döndüğünüzde ise Gazi Mustafa Kemal’in Türk Orduları Başkomutanlığı’na getirildiğini görüyorsunuz...

Peşmerge'nin Kobani'ye geçişi!
Tarih: 29 Ekim 2014
Kobani meselesinde Türkiye'ye koridor için baskı yapıldığını söyleyen Davutoğlu, "Türkiye orada yardım amaçlı da olsa bir koridor açmayacak" dedikten bir kaç gün sonra Peşmerge'ye koridor açılmıştı. Ancak Peşmerge koridora rağmen geçmedi, bekledi... Ve 29 Ekim'de, Cumhuriyet bayramında geçiş yaptı.

Peki ya semboller?

Bir çok alanda, bir çok konuda örneği mevcut elbet. Ama politik olarak ilk akla gelenler şunlar olabilir.

Taksim Ruhu
Taksim'in dönüştürülmeye çalışılması, o meydanın taşıdığı sembolik değerleri ortadan kaldırmaya yöneliktir.

Cumhuriyet Anıtı'nın taşıdığı anlamlar da mühimdir. Anıtın bir yüzü Kurtuluş Savaşı'nı, diğer yüzü ise Cumhuriyet Türkiye'sini simgeler. Bugünkü vizyonsuz solcular bunların farkında değildir tabi. Anıtta Sovyet general Mihail Frunze ve Kliment Voroşilov'un heykeli de vardır. Emperyalistlere Kurtuluş Savaşı'nda vurulan tokatta Sovyet yardımını simgeler.

Mustafa Kemal Atatürk Heykelleri ve Türk Bayrağı
Bugün PKK'nın, hükümet ile kavga etmeye başlayınca Mustafa Kemal heykellerine saldırmasının sebebi de budur. Halbuki, Mustafa Kemal ile AKP iktidarının ne alakası var? Sıkışınca, ilk hedef hep Mustafa Kemal ve Türk bayrağı oluyor. Çünkü emperyalistlerin ve kuklalarının asıl ve tek düşmanı Mustafa Kemal'in öncülük ettiği Türk devrimi ve Cumhuriyet rejimi; Bağımsız Türkiye.

Beyzbol Sopası

Basit olarak ilk akla gelenlerden biri ABD'nin sürekli uyguladığı "fotoğrafla mesaj verme" yöntemi. Obama'nın Erdoğan'la telefonda konuşurken elinde beyzbol sopası ile fotoğraf çektirmesi güzel bir örnek olabilir. ABD yönetimi bunu kitle yönetimi/halkla ilişkiler için de kullanıyor. Sadece karşı tarafa mesaj vermek değil, aynı zamanda kendi toplumuna ve dünya halklarına "güçlü ülke, güçlü lider" imajı yaratmak için de kullanıyor.


Diktatörlüğün Psikolojisi

ABD'de Emine Erdoğan'a hediye kitap. Zavallım kitabı eline alıp pozlar vermişti, hediye belleyip. Verilen mesaj Erdoğan'a ulaştı elbette. Kitapta demokrasi ile diktatör eğilimler arasındaki değişen ilişkilere değinilen kitapta, demokrasileri diktatörlüğe dönüştüren unsurlar anlatılıyor.


Soykırım Halısı (Gazir Halısı)
"Ermeni Soykırımı"nı temsil eden Gazir Halısı 18-23 Kasım 2014 tarihleri arasında Beyaz Saray’da sergilenecek.

Sevr Vazosu
1930’da dönemin ABD Başkanı Herbert Hoover’a Fransa’dan gönderilen vazo...
Sevr Antlaşması, Paris'in 3 km batısındaki Sevr (Sèvres) banliyösünde bulunan Seramik Müzesi'nde (Musée National de Céramique) imzalanmıştı. "Sevr Vazosu" o müzeden geliyor... Vazo da tıpkı halıgibi 18-23 Kasım haftası Beyaz Saray'da sergilenecek...

16 Mayıs 2014 Cuma

Soma: Kadercilik ve Eşekleşmek

Soma faciasının üzerinden 3 gün geçti. 300'e yakın kaybımız var, yüreğimiz buruk, canımız sıkkın ve öfkeliyiz. İşveren ve sistemi kurgulayan iktidar mensuplarının pervasız açıklamaları, halka saldırmaları sabırları taşırıyor. 

Böyle bir süreçte geçerken bile, toplum olarak birbirimizle uğraşıyoruz. Bir kesim Başbakan'ını korumanın derdine düşüp, yas tutanların "rol yaptığını" ve "ölüleri siyasete malzeme ettiğini" ifade ediyor, bir diğer taraf cinayetin sorumlusu olarak AKP'ye oy verenleri gösteriyor. Ne zaman silkelenip kendimize geleceğiz? 

En sinir bozanı, toplumun geneline hakim olan "kaderci" anlayış. Elbette bu, kendi evine ateş düşmeyenin bulunduğu rahat psikoloji ile söylemiş olduğu zırvalamalardır. Ancak bu kadar da basite indirgenmemesi gereken sosyolojik ve psikolojik altyapısı mevcuttur. 

Neden bu hale geldik? İşte bu sorunun temeline girme adına, Ali Şeriati'nin tezlerinden yola çıkarak bazı saptamalar yapmak istiyorum.

İranlı İslam sosyoloğu Ali Şeriati, modern batının kölelik düzeninin yerine kurguladığı düzen için "eşekleştirme" kavramını kullanır. Eşekleşmeyi kabaca; "Yanlış bilinç ya da bilinç yoksunluğu" olarak tanımlar. Eşekleştirme, bireyi öncelikli ihtiyaçlarından ziyade, diğer ihtiyaçlara yönlendirmeyi amaçlar. Biraz düşündüğünüz zaman, dini kavramların içinin boşaltıldığı zaman nasıl insanı köleleştirdiğini (eşekleştirdiğini) göreceksiniz.

Sosyal güvencelere sahip olmak yerine; asgari ücrete çalışıp banka borçlarıyla dahi olsa lüks tüketime yönelmek buna maddi örnek olabilir. Manevi örnek olaraksa şu kıyaslamayı yapabiliriz; paylaşma, yardımlaşma, zulme karşı direnme gibi insani ve dini kavramlar yerine, fakirin-mazlumun kadere ve sabıra, zenginin tüketim ve cimrileşmeye yönelmesi gibi.

İslam ülkelerinin temel problemi de bu. Devrimci ve özgürleştirici İslam, başta Muaviye olmak üzere onlarca muktedir/din adamlarının İslam'a yönelik semantik saldırıları ile bambaşka bir boyuta geldi. Artık fakirliğin, felaketlerin, zulmün sorumlusu Allah olarak görülüyor.

''Allâh insanlara hiç bir şekilde zulmetmez, fakat insanlar kendi kendilerine zulmediyorlar.'' Yunus 44

Evet; eşekleşme gerçekleşmiştir.

Bu eşekleşme sürecinde, insanda bilinç kayması oluşur.

Geçen gün bir taksiciden işittiğim için aklıma geldi. Soma faciası ile ilgili haberleri dinlerken, "Fatiha okuyacaklarına eylem yapıyorlar" diyordu. Şeriati tam da bu örnekle anlatmıştı kitabında eşekleşmeyi: "Bir evde yangın varken seni namaza ve Allah’a dua etmeye çağıran kimsenin daveti haince bir davettir."

Sosyal bilinçten yoksun kalmayı hem hayata, hem de dine yabancılaşma olarak görür Şeriati. Peygamberlerden sonra dinler, şeyhlerin, dervişlerin, azizlerin, sufilerin tekelinde bulunan, eşekleştirme aracına dönüşmüştür.

Gerçek din olan devrimci/özgürleştirici din, "Eşekleştirici" dine dönüştükten sonra, insan ve toplum hayattan pasifize olur. Burada istismarı yapılan kavramlar devreye girer; kader/sabır gibi. Zulme karşı mücadele değil, zulme karşı sabretme yahut zulmü maruz görme/Allah'tan bilme anlayışı tavsiye edilir. Bu yüzden dinin en büyük mücadelesi dinsizlik/dinsizlere karşı değil, "eşekleştirilen din" algısına karşı olmuştur. Hz. Muhammed'in, Ebu Cehil'le olan mücadelesi de budur. Kerbela olayı de budur. Yani tarih boyunca tüm hak dinlerin karşısında yozlaştırılan din bulunur; şirk dini.

Muktedirlerin ve din adamlarının dini terimlere yönelik yaptığı "semantik saldırılar" sonucu din, afyonlama aracı haline dönüşmüştür. Karl Marx'ın vurguladığı "Din toplumların afyonudur" sözü, toplumsal analiz bakımından doğrudur. Ancak meselesinin özünde dinin kötü olduğu değil, yozlaştırılan dinin kötü olduğu gerçeği vardır. Yani dinler, özünde devrimci ve özgürlükçüdür ancak yanlış yorumlandığı ve çarpıtıldığı zaman afyon haline dönüşmektedir. Marx tüm din anlayışının insanın kendine yabancılaşması olarak gördüğü için, burada hatalıdır.

Yozlaştırılan din ile mücadele etmenin temel zorluğu ise, Kur'ani kavramlar ile donatılmış olmasıdır.
Bugün kullanımda olan kader ve kaza kavramları, dinden ziyade toplumsal kavramlardır ve şirk dininin ana gövdesini oluşturur. Muaviye'nin oturttuğu kader algısına göre:
"Başınızda bir bela varsa Allah'tandır"; bitti.
Patron emeğinin karşılığını vermiyorsa; "Allah rızkını az vermiştir" bitti.
Patronun sosyal güvencelerini yerine getirmiyor, senin emeğinin karşılığını vermek yerine İstanbul'un göbeğine kule mi dikiyor? "Kaderin buymuş", bitti!
Şirk dini, kölelik düzenini (hangi boyutta olursa olsun) sorgulatmama üzerine tezgahlanmıştır ve bunu tamamen dini kavramların anlamlarında yaptığı yozlaştırmalar üzerinde kurgulamıştır.

Muaviye döneminden itibaren müslüman camiada Peygamberler, süper kahraman haline getirilmiş ve verdikleri mücadele sadece Allah'a bağlanarak, insan faktörü devredışı bırakılmıştır. Yani, bugün müslüman olanların, Peygamber'in verdiği mücadeleyi vermemesinin sebebi, Peygamber'in başarabilecek özel yeteneklere sahip olduğuna inanmasıdır. Halbuki Peygamberler de insandır. Hastalanmış, yaralanmış, vefat etmişlerdir. Verdiği mücadele, şahsi değil; İslam mücadelesiydi. Ve muhakkak ki insan hakları mücadelesiydi.

İslam'ı ilk kabul eden sahabelerden olan büyük devrimci Ebuzer El-Gıfari, "Evinde yiyecek ekmeği olmadığı halde, kılıcını çekip sokağa fırlamayanın aklına şaşarım!" derken, bu köhneleşmiş "kaderci" anlayışı eleştirmiştir esasen.

Cinayet, zulüm, açlık, adaletsizlik, eşitsizlik vb. Bunlar, Allah'ın lanetlediği kavramlar olduğuna göre, bunları Allah'tan bilmek, Şeytan'ı devredışı bırakmaktır. Hem Allah'a iman edip, hem kötülüklerin sebebini Allah görmek büyük yanılgıdır. İnsanın dünyaya gönderiliş amacı, Kur'an'daki "cennet" tasfirine uygun bir dünya yaratmaktır. Toplumsal düzeni sağlamak temel amaçtır. Çünkü "kurtuluş" buradadır. Kur'an'ı, insan hakları ve toplumsal hayatı düzenleyen bir evrensel anayasa olarak görürsek, durumu daha iyi kavrayabiliriz.

Dönelim eşekleşme konusuna.
Eşekleşen insan, sömürüye açık hale gelir. Eşekleştirme araçları böylece kişiden kişiye değişir duruma gelir. İslam toplumlarında din, ana eşekleştirme faktörüyken, Avrupa'da insan hakları bir eşekleşme faktörü olabilmektedir. ABD'nin her savaş öncesi başlatmış olduğu "demokrasi", "özgürlük" ve "insan hakları" söylemleri, modern toplum için eşekleştirme araçlarıdır. 

Evrenselleşme, kapitalizmin eşekleştirme sürecinde kullandığı en temel araçları oluşturur. En geniş kullanımda olanları futbol ve müzik endüstrisi. Milyonlarca insanın tüm dünya ile aynı anda bir maça odaklanması, stadyumun adeta mabed haline getirilmesine yol açmakta. Kültürel erezyon, müzik ve sinema endüstrileri üzerinden yürütülmekte; "popülerleştirilen" şarkılara ABD'nin "kültürsüz kültürü" serpiştirilen klipler, insanı kendine yabancılaştırıp; hayvanlaştırmaktadır.

Her toplumun kendi içerisinde oluşturduğu çeşitli zaaflar vardır. Bazen toplumun içerisinde yaşanan ayrılıklar, farklı zaaflar da oluşturmakta. Türkiye'de başörtüsü meselesi bir eşekleştirme aracı halindeydi yıllardır. CHP üzerine kurgulanmış bir "din düşmanı" algısı yine bir eşekleştirme aracıydı. Diğer bir kesim için ise İslamcılara yönelik yaratılan "Şeriatçılık" üzerine kurgulu bir eşekleştirme aracı kullanıldı. Kürt vatandaşlara bambaşka araçlar kullanıldı. Halbuki esas mesele her zaman tektir; mücadele. Ve mücadele iki taraf arasında gerçekleşir; EZEN ve EZİLEN. Bu kadar basit. 

Şeriati'ye göre insanın dört zorunluluğu vardır ve ancak bu dört zorunluluktan kurtulduğu zaman insan olabilir. Şeriati bu zorunlulukları "zindan" olarak tanımlar ve insanın bu zindanlardan kurtulduğu zaman gerçek anlamda insan olabileceğini ifade eder. Bu dört zindan:
Naturalizm zindanı: İnsanın doğa şartları tarafından kuşatılıp, belli şartlara zorlanması.
Sosyolojizm zindanı: İnsanın, içinde bulunduğu toplum tarafından, belli şartlara zorlanması.
Historizm zindanı: İnsanı, salt insan olarak kabul etmek yerine tarihin bir parçası olmaya; tarihin insanı yarattığı algısının dayatılması.
Benlik zindanı: İnsanın, dini ya da diğer sebeplerle, kendisinde varolduğunu düşündüğü şartlara kendini zorunlu kabul etmesi. (Fakirlik, kötülük gibi)

300'e yakın vatandaşımızı yitirdik Soma'da. Sorumlusu patrondur, özelleştirmedir, iktidardır, şudur, budur. Aslında hepsi bir mekanizmanın parçalarıdır. Yüzleşmemiz gereken gerçek şudur; Kapitalizm işçi sınıfına yönelik toplu bir katliam gerçekleştirmiştir. Çirkin ve kirli yüzünü ele vermiştir. Dımdızlak ortada kalmıştır; hedefe konmuştur!

İhmalden kaynaklanan bir toplu kıyımdan sonra, bölgeye araştırma yapmak üzere mühendis, yaralılarla ilgilenmek üzere doktor, bölge halkıyla ve özellikle maden işçileri ve ailelerinin ruh sağlığı ile ilgilenmek üzere psikologlar göndermek yerine Diyanet imamlarını yahut cemaatlerin "hocalarını" gönderiyorsan; Ebu Cehil'sin, Ebu Leheb'sin, Muaviye'sin.
Belli ki din, senin için kurmuş olduğun saltanatın yıkılmaması için sadece bir araç. E o zaman başına gelecek olan çok net ortada, bu yüzden "tebbet!" diye haykırabiliriz yüzüne karşı. Çünkü Ebu Leheb gibi senin de elin kuruyacak! (İktidarın yok olacak, kahrolacak)

Asla Muhammed'in, Ali'nin yolunda değilsin ey Padişah müsvettesi!

Şimdi bu sistemin beline sopayı vuramazsak; bir daha vurmamız çok zor. Bu yüzden kader, kaza, sabır, yas ile geçiştirmeyi bırakıp elimizi vicdanımıza koyup/beynimizi çalıştırıp/yumruğumuzu sıkıp mücadele etmenin zamanıdır.