16 Mayıs 2014 Cuma

Soma: Kadercilik ve Eşekleşmek

Soma faciasının üzerinden 3 gün geçti. 300'e yakın kaybımız var, yüreğimiz buruk, canımız sıkkın ve öfkeliyiz. İşveren ve sistemi kurgulayan iktidar mensuplarının pervasız açıklamaları, halka saldırmaları sabırları taşırıyor. 

Böyle bir süreçte geçerken bile, toplum olarak birbirimizle uğraşıyoruz. Bir kesim Başbakan'ını korumanın derdine düşüp, yas tutanların "rol yaptığını" ve "ölüleri siyasete malzeme ettiğini" ifade ediyor, bir diğer taraf cinayetin sorumlusu olarak AKP'ye oy verenleri gösteriyor. Ne zaman silkelenip kendimize geleceğiz? 

En sinir bozanı, toplumun geneline hakim olan "kaderci" anlayış. Elbette bu, kendi evine ateş düşmeyenin bulunduğu rahat psikoloji ile söylemiş olduğu zırvalamalardır. Ancak bu kadar da basite indirgenmemesi gereken sosyolojik ve psikolojik altyapısı mevcuttur. 

Neden bu hale geldik? İşte bu sorunun temeline girme adına, Ali Şeriati'nin tezlerinden yola çıkarak bazı saptamalar yapmak istiyorum.

İranlı İslam sosyoloğu Ali Şeriati, modern batının kölelik düzeninin yerine kurguladığı düzen için "eşekleştirme" kavramını kullanır. Eşekleşmeyi kabaca; "Yanlış bilinç ya da bilinç yoksunluğu" olarak tanımlar. Eşekleştirme, bireyi öncelikli ihtiyaçlarından ziyade, diğer ihtiyaçlara yönlendirmeyi amaçlar. Biraz düşündüğünüz zaman, dini kavramların içinin boşaltıldığı zaman nasıl insanı köleleştirdiğini (eşekleştirdiğini) göreceksiniz.

Sosyal güvencelere sahip olmak yerine; asgari ücrete çalışıp banka borçlarıyla dahi olsa lüks tüketime yönelmek buna maddi örnek olabilir. Manevi örnek olaraksa şu kıyaslamayı yapabiliriz; paylaşma, yardımlaşma, zulme karşı direnme gibi insani ve dini kavramlar yerine, fakirin-mazlumun kadere ve sabıra, zenginin tüketim ve cimrileşmeye yönelmesi gibi.

İslam ülkelerinin temel problemi de bu. Devrimci ve özgürleştirici İslam, başta Muaviye olmak üzere onlarca muktedir/din adamlarının İslam'a yönelik semantik saldırıları ile bambaşka bir boyuta geldi. Artık fakirliğin, felaketlerin, zulmün sorumlusu Allah olarak görülüyor.

''Allâh insanlara hiç bir şekilde zulmetmez, fakat insanlar kendi kendilerine zulmediyorlar.'' Yunus 44

Evet; eşekleşme gerçekleşmiştir.

Bu eşekleşme sürecinde, insanda bilinç kayması oluşur.

Geçen gün bir taksiciden işittiğim için aklıma geldi. Soma faciası ile ilgili haberleri dinlerken, "Fatiha okuyacaklarına eylem yapıyorlar" diyordu. Şeriati tam da bu örnekle anlatmıştı kitabında eşekleşmeyi: "Bir evde yangın varken seni namaza ve Allah’a dua etmeye çağıran kimsenin daveti haince bir davettir."

Sosyal bilinçten yoksun kalmayı hem hayata, hem de dine yabancılaşma olarak görür Şeriati. Peygamberlerden sonra dinler, şeyhlerin, dervişlerin, azizlerin, sufilerin tekelinde bulunan, eşekleştirme aracına dönüşmüştür.

Gerçek din olan devrimci/özgürleştirici din, "Eşekleştirici" dine dönüştükten sonra, insan ve toplum hayattan pasifize olur. Burada istismarı yapılan kavramlar devreye girer; kader/sabır gibi. Zulme karşı mücadele değil, zulme karşı sabretme yahut zulmü maruz görme/Allah'tan bilme anlayışı tavsiye edilir. Bu yüzden dinin en büyük mücadelesi dinsizlik/dinsizlere karşı değil, "eşekleştirilen din" algısına karşı olmuştur. Hz. Muhammed'in, Ebu Cehil'le olan mücadelesi de budur. Kerbela olayı de budur. Yani tarih boyunca tüm hak dinlerin karşısında yozlaştırılan din bulunur; şirk dini.

Muktedirlerin ve din adamlarının dini terimlere yönelik yaptığı "semantik saldırılar" sonucu din, afyonlama aracı haline dönüşmüştür. Karl Marx'ın vurguladığı "Din toplumların afyonudur" sözü, toplumsal analiz bakımından doğrudur. Ancak meselesinin özünde dinin kötü olduğu değil, yozlaştırılan dinin kötü olduğu gerçeği vardır. Yani dinler, özünde devrimci ve özgürlükçüdür ancak yanlış yorumlandığı ve çarpıtıldığı zaman afyon haline dönüşmektedir. Marx tüm din anlayışının insanın kendine yabancılaşması olarak gördüğü için, burada hatalıdır.

Yozlaştırılan din ile mücadele etmenin temel zorluğu ise, Kur'ani kavramlar ile donatılmış olmasıdır.
Bugün kullanımda olan kader ve kaza kavramları, dinden ziyade toplumsal kavramlardır ve şirk dininin ana gövdesini oluşturur. Muaviye'nin oturttuğu kader algısına göre:
"Başınızda bir bela varsa Allah'tandır"; bitti.
Patron emeğinin karşılığını vermiyorsa; "Allah rızkını az vermiştir" bitti.
Patronun sosyal güvencelerini yerine getirmiyor, senin emeğinin karşılığını vermek yerine İstanbul'un göbeğine kule mi dikiyor? "Kaderin buymuş", bitti!
Şirk dini, kölelik düzenini (hangi boyutta olursa olsun) sorgulatmama üzerine tezgahlanmıştır ve bunu tamamen dini kavramların anlamlarında yaptığı yozlaştırmalar üzerinde kurgulamıştır.

Muaviye döneminden itibaren müslüman camiada Peygamberler, süper kahraman haline getirilmiş ve verdikleri mücadele sadece Allah'a bağlanarak, insan faktörü devredışı bırakılmıştır. Yani, bugün müslüman olanların, Peygamber'in verdiği mücadeleyi vermemesinin sebebi, Peygamber'in başarabilecek özel yeteneklere sahip olduğuna inanmasıdır. Halbuki Peygamberler de insandır. Hastalanmış, yaralanmış, vefat etmişlerdir. Verdiği mücadele, şahsi değil; İslam mücadelesiydi. Ve muhakkak ki insan hakları mücadelesiydi.

İslam'ı ilk kabul eden sahabelerden olan büyük devrimci Ebuzer El-Gıfari, "Evinde yiyecek ekmeği olmadığı halde, kılıcını çekip sokağa fırlamayanın aklına şaşarım!" derken, bu köhneleşmiş "kaderci" anlayışı eleştirmiştir esasen.

Cinayet, zulüm, açlık, adaletsizlik, eşitsizlik vb. Bunlar, Allah'ın lanetlediği kavramlar olduğuna göre, bunları Allah'tan bilmek, Şeytan'ı devredışı bırakmaktır. Hem Allah'a iman edip, hem kötülüklerin sebebini Allah görmek büyük yanılgıdır. İnsanın dünyaya gönderiliş amacı, Kur'an'daki "cennet" tasfirine uygun bir dünya yaratmaktır. Toplumsal düzeni sağlamak temel amaçtır. Çünkü "kurtuluş" buradadır. Kur'an'ı, insan hakları ve toplumsal hayatı düzenleyen bir evrensel anayasa olarak görürsek, durumu daha iyi kavrayabiliriz.

Dönelim eşekleşme konusuna.
Eşekleşen insan, sömürüye açık hale gelir. Eşekleştirme araçları böylece kişiden kişiye değişir duruma gelir. İslam toplumlarında din, ana eşekleştirme faktörüyken, Avrupa'da insan hakları bir eşekleşme faktörü olabilmektedir. ABD'nin her savaş öncesi başlatmış olduğu "demokrasi", "özgürlük" ve "insan hakları" söylemleri, modern toplum için eşekleştirme araçlarıdır. 

Evrenselleşme, kapitalizmin eşekleştirme sürecinde kullandığı en temel araçları oluşturur. En geniş kullanımda olanları futbol ve müzik endüstrisi. Milyonlarca insanın tüm dünya ile aynı anda bir maça odaklanması, stadyumun adeta mabed haline getirilmesine yol açmakta. Kültürel erezyon, müzik ve sinema endüstrileri üzerinden yürütülmekte; "popülerleştirilen" şarkılara ABD'nin "kültürsüz kültürü" serpiştirilen klipler, insanı kendine yabancılaştırıp; hayvanlaştırmaktadır.

Her toplumun kendi içerisinde oluşturduğu çeşitli zaaflar vardır. Bazen toplumun içerisinde yaşanan ayrılıklar, farklı zaaflar da oluşturmakta. Türkiye'de başörtüsü meselesi bir eşekleştirme aracı halindeydi yıllardır. CHP üzerine kurgulanmış bir "din düşmanı" algısı yine bir eşekleştirme aracıydı. Diğer bir kesim için ise İslamcılara yönelik yaratılan "Şeriatçılık" üzerine kurgulu bir eşekleştirme aracı kullanıldı. Kürt vatandaşlara bambaşka araçlar kullanıldı. Halbuki esas mesele her zaman tektir; mücadele. Ve mücadele iki taraf arasında gerçekleşir; EZEN ve EZİLEN. Bu kadar basit. 

Şeriati'ye göre insanın dört zorunluluğu vardır ve ancak bu dört zorunluluktan kurtulduğu zaman insan olabilir. Şeriati bu zorunlulukları "zindan" olarak tanımlar ve insanın bu zindanlardan kurtulduğu zaman gerçek anlamda insan olabileceğini ifade eder. Bu dört zindan:
Naturalizm zindanı: İnsanın doğa şartları tarafından kuşatılıp, belli şartlara zorlanması.
Sosyolojizm zindanı: İnsanın, içinde bulunduğu toplum tarafından, belli şartlara zorlanması.
Historizm zindanı: İnsanı, salt insan olarak kabul etmek yerine tarihin bir parçası olmaya; tarihin insanı yarattığı algısının dayatılması.
Benlik zindanı: İnsanın, dini ya da diğer sebeplerle, kendisinde varolduğunu düşündüğü şartlara kendini zorunlu kabul etmesi. (Fakirlik, kötülük gibi)

300'e yakın vatandaşımızı yitirdik Soma'da. Sorumlusu patrondur, özelleştirmedir, iktidardır, şudur, budur. Aslında hepsi bir mekanizmanın parçalarıdır. Yüzleşmemiz gereken gerçek şudur; Kapitalizm işçi sınıfına yönelik toplu bir katliam gerçekleştirmiştir. Çirkin ve kirli yüzünü ele vermiştir. Dımdızlak ortada kalmıştır; hedefe konmuştur!

İhmalden kaynaklanan bir toplu kıyımdan sonra, bölgeye araştırma yapmak üzere mühendis, yaralılarla ilgilenmek üzere doktor, bölge halkıyla ve özellikle maden işçileri ve ailelerinin ruh sağlığı ile ilgilenmek üzere psikologlar göndermek yerine Diyanet imamlarını yahut cemaatlerin "hocalarını" gönderiyorsan; Ebu Cehil'sin, Ebu Leheb'sin, Muaviye'sin.
Belli ki din, senin için kurmuş olduğun saltanatın yıkılmaması için sadece bir araç. E o zaman başına gelecek olan çok net ortada, bu yüzden "tebbet!" diye haykırabiliriz yüzüne karşı. Çünkü Ebu Leheb gibi senin de elin kuruyacak! (İktidarın yok olacak, kahrolacak)

Asla Muhammed'in, Ali'nin yolunda değilsin ey Padişah müsvettesi!

Şimdi bu sistemin beline sopayı vuramazsak; bir daha vurmamız çok zor. Bu yüzden kader, kaza, sabır, yas ile geçiştirmeyi bırakıp elimizi vicdanımıza koyup/beynimizi çalıştırıp/yumruğumuzu sıkıp mücadele etmenin zamanıdır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder