Bülent Arınç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bülent Arınç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Ocak 2014 Perşembe

AKP-Cemaat çatışmasında konuşulmayanlar / Güçler savaşı!

Gerek siyasette, gerekse medyada Cemaat-AKP kavgası çok sığ bir seviyede ilerliyor. Ayda 20-30 bin TL maaş alan gazeteciler sığ sularda boğuladursun, biz meselenin derinliklerine girelim.

AKP-Cemaat kavgasından bahsedip Gül'den bahsetmemek, Erdoğan'ın eski danışmanı Cüneyt Zapsu'dan bahsetmemek, AKP'lilerin çocuklarından bahsetmemek olmaz.

Savaşın nasıl başladığını az çok herkes yazdı. Mavi Marmara kırılması, "Hakan Fidan'ı alma" çabası, Oslo sızdırması vs. vs.

Bunları bildiğinize göre, bilmediklerinize geçelim.

1. BU SAVAŞ KİMİN SAVAŞI?

Cemaat-AKP kavgasında Erdoğan'ın sürekli seslendirdiği dış güçler falan doğrudan etkili değil. Dışa göbekten bağlı iç mihrakların kendi içerisindeki güç savaşıdır bu savaş. Ancak Cemaat, dış mihraklar açısından uygun zamanı yakalamıştır. Suriye'de çuvallayıp ABD'nin verdiği görevi yerine getiremeyen, Gezi ile demokrat maskesi düşen, Avrupa'da hem anti demokratik uygulamaları hem de Suriye'deki terör destekçiliği yüzünden karizması çizilmiş bir iktidarın dış desteği ortadan kalkmıştır. Bu sadece Amerika ve Avrupa ile alakalı değil. İran, Irak, Suriye ve Rusya da Erdoğan'dan rahatsız. AKP dış politikada kaybetti, iç politikada kısa vadeli kazançlar elde etmesi hiçbir şey ifade etmez. Cemaat bunu kendisi için fırsata çevirmeyi amaçlamıştır ve başarılı olacaktır.

Erdoğan köşeye sıkışmıştır. Öyle ki, Ergenekon, Balyoz ve KCK davalarına sarılacak noktaya gelmiştir. Öcalan'dan ve KCK'dan bulduğu desteği ulusalcılardan da beklemektedir. Çünkü Cemaat'e karşı tek başına galip gelmesinin mümkün olmadığını biliyor. Fakat tutsak haline getirilen Türk ordusu ve Türk aydınları bu tuzağa düşmemektedir ve düşmeyecektir.

Mısır'da darbecilerin kaybedeceğine, İhvan'ın kazanacağına inandırılan kitleler şimdi de AKP-Cemaat savaşında AKP'nin kazanacağına inandırılıyor. Mümkün değil, hayal kurmayın. Ancak Mısır'da AKP'nin klonu olan Müslüman Kardeşler'i nasıl "erken seçime gitmeyin", "darbeye direnin" sözleri ile gaza getirip katlettiren Erdoğan ve MİT, Türkiye'de de aynısını yapmayı göze alacak noktadadır. Bu ciddi bir tehdittir. Kitle benzerdir, şartlar benzerdir.

Ve bir başka nokta da, artık Erdoğan gidene kadar darbe dahil tüm seçeneklerin masada olduğu gerçeğidir.

2. ZAPSU-EL KADI-GÜL-GÜLEN

AKP'yi "dünyaya açan" ve "sermayeyle kucaklaştıran" en önemli isimlerden biri Başbakan'ın eski Danışmanı Cüneyd Zapsu'dur. Yani Washington'da Erdoğan için "Onu kullanın, deliğe süpürmeyin" diyen isim.

Erdoğan'ı Erdoğan yapan da Zapsu'dur.

AKP'nin Cemaatle işbirliğinde de Cüneyt Zapsu'nun büyük payı vardı.

Zapsu'nun marketler zinciri A-101 şu sıralar Zaman'a reklam veriyor. Zamanlama manidar.




Zapsu, AKP'de uzun dönem görev üstlenmiş hatta bir nevi kendi oligarşisini yaratmış, kimseye sormadan partide alternatif güç haline gelmiş, bu yüzden Gül ve Arınç tarafından istenmeyen adam ilan edilmişti. Erdoğan sahip çıkmaya çalışsa da baskılara dayanamamıştı. Zapsu daha sonra istifa etti, ticari faaliyetlerine devam etti.

Zapsu'yla ilgili bir kaç detay paylaşayım.

Zapsu'nun eski ortaklarından biri Yasin El Kadı.

Son günlerde takip ettiğiniz üzere RTE'nin ve oğlu Bilal'in de Yasin El Kadı ile ilişkileri gayet sıkı, ticari faaliyetler içindeler.

Yasin El Kadı ile Erdoğan'ı tanıştıran isim de Zapsu'dur.

Zapsu'yu "danışmanlık" gibi bir görev yapmış olmasından dolayı küçümsemeyin. Eğer geçmişine bakarsanız, ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.

TÜSİAD yıllarında Zapsu bir "yıldız" gibiydi. Ama hani Erdoğan'ın bahsettiği "BOP'ta Diyarbakır bir yıldız olabilir" düşüncesi vardı ya, hah işte tam öyle bir yıldız.

Erdoğan Refah Partisi İstanbul İl Başkanı'yken Zapsu TÜSİAD üyesiydi. Erdoğan araya aracı sokup, Zapsu ile görüşme isteğini iletmiş, Zapsu "O da kim?" cevabını vermişti. RP'de görevli olduğunu öğrenince de "nezaketen" davet etmiş ve Erdoğan'la görüşmüştü. Bu görüşme AKP'nin kuruluş yıllarında meyvelerini verecekti.

Zapsu'nun ilişkileri inanılmaz. Bu kişisel "başarısı" değil elbette. "Zapsu ailesinin" başarısı.

Zapsu'nun ABD Savunma Bakanı Yardımcılığı yapan Paul Wolfowitz'le "kanka gibi" olmasının sebebi de budur. Wolfowitz; Erdoğan'ın şu meşhur mektubu yolladığı kişi. Hani Erdoğan iktidar olduğu halde kendi ülkesinin Genelkurmay Başkanı Özkök ile görüşemeyip, aracı vasıtasıyla görüşme ayarlamıştı ya... İşte o aracı, Zapsu'nun çok yakın dostu Wolfowitz'di.

Zapsu'nun başarısına dayanarak partide kurduğu oligarşiden rahatsız olan partinin ağabeyleri, Zapsu'nun kellesini istedi. Zapsu'nun PKK ilişkilerinden kaynaklı parti içerisindeki milliyetçi kanadı zaten rahatsız ediyordu. Yoğun eleştirilerin yanısıra Zapsu'nun eşinin erkeklerle Cuma namazı kılması, Erdoğan'ı Zapsu'yu savunmayı bırakan bir noktaya çekti. Zapsu'yu bir anlamda "deviren" Abdullah Gül ve Bülent Arınç, başına bir bela aldı; Yalçın Akdoğan.

3. AKP'DEKİ OLİGARŞİK YAPILAR VE ABDULLAH GÜL FAKTÖRÜ

Bugüne geldiğimizde Yalçın Akdoğan da kendi oligarşisini yarattı.

Arınç-Erdoğan krizlerinin arkasında, Yalçın Akdoğan yatar. Uzunca bir dönem her hafta en az 1 kez Bülent Arınç'la görüşüp fikir alışverişi yapan Akdoğan, kendi oligarşisini yarattıktan sonra bunu bırakmış. Arınç rahatsız olup konuyu Erdoğan'a bildirse de herhangi bir değişiklik olmamış. Hükümet sözcüsü olan Arınç'ın açıklamalarının hep havada kalması, Erdoğan tarafından yalanlanır pozisyona düşmesinin sebebi, Akdoğan faktörüdür.

Akdoğan, Erdoğan sonrası için kendine zemin hazırlıyor. Hayır, Genel Başkanlık-Başbakanlık değil. Muhtemelen Arınç'ın koltuğunda olacak. Peki Başbakan olarak kimi planlıyor dersiniz? Numan Kurtulmuş.

Evet, Numan Kurtulmuş'u AKP ile buluşturan da Yalçın Akdoğan'dır. Arınç ile Akdoğan'ı karşı karşıya getiren en büyük hamle de budur.

Erdoğan bunu keyfi kabul etmedi. Cemaat, Erdoğan'a alternatif olarak Numan Kurtulmuş'u görüyordu. Cemaate yakın isimler AKP'den edilecek, HAS Parti'de Numan Kurtulmuş'un altında birleşecek ve AKP devrilecekti. Ama görünen o ki; Numan da klasik "muhafazakar" kimliği ile "para, güç, otorite" sevgisi ile yıllarca hakaretler ettiği AKP'ye çıkarları için dahil olmayı kabul etti. Erdoğan Numan Kurtulmuş'u alternatif görüp partiye dahil ederek Başbakanlık sözü verdi. Numan Kurtulmuş Türk siyasetinde az görülecek bir yüzsüzlükle AKP'ye katıldı. Bir kaç yıl öncesine kadar AKP'ye söylediklerini unutmadınız herhalde?


Bu konuyu Arınç ile sınırlamak yanlış, işin bir de Abdullah Gül yönü var.

Gül, Erdoğan sonrası partide hakimiyet istiyor. Erdoğan'ın 3 dönem sözü aslında Gül'e verilmiş gizli bir söz gibiydi. Ta ki Akdoğan faktörü işin içine girene kadar. Gül, Numan Kurtulmuş hamlesinin intikamını alacağı günü bekliyor.

Dikkat edin, Gülen-Erdoğan çatışmasında etrafa kıvılcımlar saçılıyorken, "darbe" ve "örgüt" söylemleri dillerden düşmüyorken Abdullah Gül hiç o toplara girmiyor! Çünkü Numan'ı elinden kaptıran Cemaat'in kendisini desteklemeye mecbur kalacağını biliyor.

AKP içerisinde 15-20 vekil, cemaatçi ya da cemaate hoşgörü ile baktığı için rahatsızlık duyuyor. Erdoğan bunların farkında ve her birini teker teker partiden ihraç ederek kurtulmak istiyor. Cemaat ise "toplu istifa" hamlesi için uygun zamanı bekliyor.

Ancak parti içerisindeki asıl gruplaşma Gül etrafında. Gül'e yakın 40-50'ye yakın vekil olduğu biliniyor. Bunların içerisinde hem politik Gül'cüler hem de son dönemde yaşanan hukuksuzluklardan rahatsız olan yeni Gül'cüler de dahil. Ve işin şaşırtmayacak yanı, artık Cemaatçi vekiller de bu gruba dahil sayılabilir.

AKP-Cemaat kavgası durulmaz. Aksine, şiddetlenerek devam eder. Seçim sonuçları çok önemli. AKP'nin İstanbul'u kaybetmesi ya da 1-2 puan farkla kazanması bile Abdullah Gül'ün beklediği an olacaktır. Devletin kendi içerisinde çatışma ortamında olması, "barışçı" Gül'e kapı aralayacaktır. Gül, krizi fırsata çevirmek üzere sahneye çıkacaktır.

Burada önümüze iki seçenek çıkıyor.

Köşeye sıkışan Erdoğan ya Numan Kurtulmuş'tan vazgeçip partiyi Gül'e teslim edecek, ya da Cumhurbaşkanlığı'nı unutacak.

Erdoğan partiyi Gül'e teslim etmek istemiyor. Numan Kurtulmuş, Başbakan için bir "kukla" olacaktı, planı buydu. "3 dönemden sonra aday olmayacağım ama partiye hizmet ederim" türevinden açıklamalar yapmasının anlamı da buydu. Genel Başkan olmadan gizli Başbakanlık yürütmek istiyor Erdoğan.

Gül'e partiyi teslim etmemesi halinde zaten çatışma ortamında ve çözülme arefesinde olan parti, Gül'cülerin istifası ve mecliste gruplaşması ile birlikte AKP'yi bölebilir.

Erdoğan, Gül'e partiyi teslim edip Cumhurbaşkanlığı'na geçmek istese Gül'le anlaşır fakat seçimden galip çıkamayabilir. Evet, artık böyle bir ihtimal söz konusu. Çünkü iki aşamalı gerçekleşecek Cumhurbaşkanlığı seçiminde son iki aday yarışacak. Yani 1. ve 2. adaylar. Bu aşamada oylama Erdoğan ve Erdoğan karşıtlarının oylaması olacaktır. Yani AKP'nin yüzde 50'nin üzerine çıkamadığı takdirde, Erdoğan Cumhurbaşkanlığı'nı kazanması zor. BDP'lilerin ya da MHP'lilerin oylarına muhtaç kalabilir. Cumhurbaşkanını belirleyecek olan da bu iki kitle olacaktır.

Yalnız bir detay var. Recep Tayyip Erdoğan gibi Abdullah Gül'ün de İsviçre Bankaları'nda gizli hesabı olduğu ve belgelerinin MİT'in elinde olduğu söylentileri var kulislerde. Erdoğan, Gül'ün önünü kesmek için belgeleri medyaya servis ettirebilir. Böyle de bir ihtimal var.

4- AKP'Lİ YENİ YETMELER VE EBEVEYNLERİNİN TETİKLEDİĞİ SAVAŞ

Fethullahçı çete, AKP'nin muktedir olmak için yıllar boyunca sarılacağı tek güçtü. Ulusalcı kanat asla AKP'yle ittifakı kabul etmezdi. Bunun için AKP, kuruluş yıllarından itibaren Cemaat'in önünü açtı. Yargıda, emniyette Cemaat'i kadrolaştırdı. Polis Meslek Yüksek Okulu sınavlarında defalarca kopya skandalları gerçekleşti. Çoğunun üstü örtüldü. Soruların "abilerin" evinde dağıtıldığı, polis olacak şakirtlerin "abilerdeyken" TC kimlik no'larının alınıp Emniyetteyken önleri açıldı/gruplaşma sağlandı.

AKP, Cemaat'le kolkola girip ulusalcıları tasfiye etti. Ergenekon davası, AKP'ye yakın gazeteci Fehmi Koru'nun söylemi ile "Erdoğan-Bush görüşmesi ile kararlaştırılmıştı" yani dış mihrakların "oluru" alınmıştı.

Ardından Balyoz, Oda TV, Askeri Casusluk davaları geldi.

Sorun yoktu...

KCK davası AKP'deki Kürtleri rahatsız eden ilk şey oldu. Ve ardından gelen Şike ve Cübbeli Ahmet davaları Cemaat'i AKP'nin kamburu haline getirdi. Muktedir olmak için Cemaat'e sığınan AKP, aslında Cemaat'i muktedir ettiğinin farkına vardı.

Ancak bunlar ana etken değil. Yani bunlar, birincil etken olan "yeni yetmelerin", Erdoğan'ı Gülen'le çatışma noktasına getiren faktörler/bahaneler.

Birincil etken, oligarşik güçlerin 3 dönem kuralından sonra partiye hakim olma isteği. Yalçın Akdoğan bunların başında geliyor ve bir grup AKP'li, kendi çocuklarını partinin geleceği olarak görüyor.

Bu AKP'liler kendi aralarında üçe ayrılıyor.

Birinci grup, Erdoğan tarafından destekleniyor. Bu grup, AKP kurucuları ve bazı vekillerin çocuklarından oluşuyor. Grubun önderliğini Ömer Bilge Albayrak ve Ayşe Böhürler'in oğlu Zeyd Böhürler yapıyor. Ö. Bilge İBB Genel Meclisi Başkanı, Zeyd ise Divan Üyesi sıfatında.

İkinci grup, Rıfat Boynukalın'ın torunu Yeni Şafak yazarı Abdurrahim Boynukalın etrafında toplanan "oldschool" diyebileceğimiz İslamcı olan, ılımlı olmayan ama Amerikancı İslam'a dahil olan grup. İHH türevi yani.

Üçüncü grup, Mehmet Ali Şahin, Bülent Arınç, Beşir Atalay, Taner Yıldız, Hüseyin Çelik ve "bazı sıradan" AKP'li vekillerin oluşturduğu grup. Milli Türk Talebe Birliği'nden gelen nesilden söz ediyorum. Yani meşruiyeti her ne kadar tartışılır olsa da bir davaya ömür adamış insanların oluşturduğu grup.

SONUÇ

Erdoğan, sadece Cemaat'le değil, AKP içerisindeki güç savaşları ile de uğraşmaktadır. Cemaat'le mücadele bahanesi ile hepsinden kurtulmak isteyecektir. Bu da karşı cepheyi birleştirir. Erdoğan köşeye sıkışmıştır. F tipi çeteyle olan mücadelesini kazanma ihtimali yok denecek kadar azdır.

Kimse Erdoğan'ın manipülasyonlarına kanmasın. "Dış güçler Türkiye'nin büyümesini istemiyor" meselesi değildir bu. Şu an "dış güçler" AKP'den desteğini çekmiştir ve AKP bu desteği geri kazanmak istiyor. Gülen de AKP'nin bu yalnızlaşmasını kendi açısından fırsata çevirmek, Türkiye AKP'ye muhtaç değil algısı yaratmaya çalışıyor. En büyük kozu hükümetin El Kaide ilişkileri ve Suriye başarısızlığı.

Önümüzde Cenevre-2 konferansı var. Suriye'de yaşananlar değerlendirilecek. İran'ın fiziki katılımı kesin değil fakat fikirlerinin orada olacağı kesin. İşin bir de Rusya yönü var. Rusya'da geçtiğimiz haftalarda Suudi istihbaratının finansörlüğünü yaptığı radikal dinci terörü, Putin'in çok kızdırdı. Hatta öyle ki intikam yemini ettiği dahi söyleniyor. Bkz: http://medyasafak.com/haber/1311/rus-istihbarati--patlamalarin-arkasinda-suudiler-var--putin-intikamda Suudi şeytanlar köşeye sıkışacak da Erdoğan sıkışmayacak mı? Mümkün değil. Diplomatik, siyasi ve ekonomik kriz kapıda.

Avrasya ve Ortadoğu'da ise, AKP'nin BOP Eşbaşkanlığı ve yıllardır uyguladığı Amerikancı politika İran-Irak-Suriye-Rusya cephesinin kabul edemeyeceği boyutlara geldi. Mısır'ı hiç söylemiyorum bile. AKP iktidarı artık Türkiye'nin sırtında kamburdur. Bir an önce Türkiye Erdoğan'dan kurtulmalıdır. Milli unsurlar devreye girip tasfiye sırasına Gülen ve Gül cephesini de eklemelidir.

Bu savaşta taraf tutma hatasına düşmeyin. Erdoğan-Gül-Gülen cemaat/mafya kıskacından ülkeyi kurtarmak temel hedefimiz olmalıdır.

Türkiye, bu üçlünün arasında geçen iktidar savaşı yüzünden kaybetmeye mahkum edilemez!


19 Aralık 2012 Çarşamba

Genel affa doğru / Apo'yu sempatikleştirme / Kürt baharı

Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy, Amirallere Suikast vb. tertip davalarının vicdanlarda yarattığı rahatsızlık ortada. Henüz bitmeyen yargılamalar var ama onlara da yargılama denilemeyeceği için, sonuç şimdiden belli: ağır hapis cezaları.

Aslında amaç da bir süredir belli.

Bu davalarda o denli bir mağduriyet yaratılacak ki, kamu serbest kalmaları için her şeyi göz önüne alacak. Genel affı bile!..Bundan PKK/KCK tutukluları da yararlanacak. Plan bu...

Konu ile ilgili ilk açıklamalar hemen türemeye başladı zaten. Eski Yargıtay Başkanı Sami Selçuk, Ergenekon'daki hukuksuzluklara yönelik mağduriyetin giderilmesi için genel af öneriyordu.

Öcalan genel aftan yararlanabilir mi? Cevap aramamız gereken soru bu...

Geçtiğimiz aylardaki "açlık grevleri" malumunuz 68 gün sürdü. Açlık grevleri, "ölümcül" aşamaya geldiği sırada kronolojik şekilde "ilginç" olaylar yaşandı. Bakın bakın neler olmuş!

14 Kasım'da Apo'nun kardeşi Mehmet Öcalan açıklama yapıyor: Seneye kürt sorunu çözülecek ve ağabeyim serbest kalacak! + Ağabeyinin mesajını iletiyor: Yeni gelişmeler olacak! (Bkz)
16 Kasım'da Bülent Arınç durduk yere bir açıklama yaptı. "Açlık grevleri her an bitebilir" dedi. (Bkz)
17 Kasım'da Apo, kardeşi Mehmet Öcalan'la haber yolladı: Açlık grevlerine son verin! (Bkz)

Vaay anasını yaa...

Bir yandan "bunlar açlık grevi yapmıyor, yalaaannn böhğğüüüü" diyen bir yandan da ip sallandıranlar, diğer bir yandan Öcalan'la neyin pazarlığını yaptı acaba?

Gelelim Öcalan'a prestij kazandırma meselesine...

Şehit cenazelerine haber bültenlerinde fazla yer verilmesini "terör örgütünün propagandası" olarak nitelendirip yasaklayan hükümet bugün terör örgütünün nasıl propagandasını yapıyor bakın.

Açlık grevini büyük bir fedakarlıkla(!) bitirten Öcalan, basın sayesinde "kurtarıcı lider" gibi oldu. Çocuk katili gitti, yerine kahraman geldi amk.

Bu ilk aşamaydı.

İkinci aşama ise Bülent Arınç'ın sözleri ile başladı. İzleyelim.


Gülten Kışanak'la empati yapıp "Ben de dağa çıkardım" diyen Bülent Arınç, daha sonra da üç arkadaşın hikayesini anlatıyor.

Neymiş efendim, bunlar beraber okuyormuş, beraber namaz kılıyormuş. Birinin adı Durmuş Yılmaz, birinin adı Yakup İnce diğerinin adı ise Abdullah Öcalan'mış!

Vay efendim vay.

Lider Öcalan(!) yetmedi, şimdi de dindar Öcalan geldi.

Hükümeti eleştirdiği için "halkı silahlı isyana teşvik" etmekle suçlanan gazeteciler yıllardır tutuklu lan bu ülkede.  Bunlar ney amk? Terörist başını övmek, terör örgütünü meşru kılmak değil mi?

Arınç bu açıklamaları ile adeta "domino"ya start verdi. Bu açıklamalardan sonra medya, mal bulmuş mağribi gibi bu konuya atladı. İlk durakları üç kişilik hikayedeki AKP'li Durmuş Yılmaz oldu.

Taha Akyol'a konuşan Durmuş Yılmaz, Öcalan'ı şöyle tarif etti:
"Evet dindar biriydi. Namazını kılardı. Hemen hepimiz gibi Anadolu'dan, köyden büyük şehre gelmiş bir öğrenciydi. Mütevazı, çekingen biriydi. Hatta pasif diyebilirim."

Medyanın bir sonraki durağı ise hikayedeki diğer isim Yakup İnce oldu.

Yakup dayı da şöyle diyor:
"O dönem Maltepe'de camiye beraber giderdik. O bizimle gelmek istedi. Bir gün bir arkadaş ben, Abdullah Öcalan ve Durmuş Yılmaz'ı Risale-i Nur talebelerinin evine davet ettiler. Ben o anda 'Abdullah sen okula git' dedim. Eğer o gün git demeseydim Nurcu olmuştu.

İzleyin...


Yakup İnce, "Öcalan'a 'git' demeseydim Nurcu olacaktı" diyor... Bu kadar emin konuştuğuna göre hikayedeki üç kişiden ikisi nurcu olmuş belli ki.

Hitler'in propaganda bakanı Joseph Goebbels ne diyordu:
“Yeterince tekrar ederseniz ve halkın psikolojisinden anlarsanız, bir karenin hakikatte bir çember olduğunu ispat etmeniz imkânsız değildir. Bunlar yalnızca sözcüklerdir ve sözcükler kılık değiştirtilerek onlara fikirleri giydirene kadar bir kalıba sokulabilirler.”

Bugün yapılan da budur... Önümüzdeki süreçte Öcalan'ın daha çooook hikayelerini dinleyeceğiz ve Öcalan'ın PKK/KCK/BDP'nin eylemlerine yönelik vicdani yüzü(!) ile karşılaşacağız. Demedi demeyin.

2003'te AKP'nin onayladığı uluslararası İkiz Yasalar, Türkiye'de tıpkı Arap ülkelerindeki gibi bir "bahar"ın hakkını tanıyor. Yasayla, devlet içerisinde yaşayan ve kendisine "halk" diyen kitlelere "kendi kaderini tayin etme hakkı" tanınmış oldu. BDP'lilerin "Kürt halkı" vurgusunun sebebi budur.

BDP Eşbaşkanı Ahmet Türk 8 Haziran 2011'de ne demişti?
"Demokratik özerklik dünyanın her yerinde merkezi hükümetler ile uzlaşarak anlaşarak, yürütülen bir çalışma. Ama tabi ki hükümet, devlet Kürtlerin bu taleplerini görmezlikten gelirse Kürtler kendi örgütlenmesini iç dinamiklerini gündeme getirerek, kendi kendini yönetme gibi bir çalışmayı başlatır." (Bkz)

Olası bir "Kürt baharı"nın zemini yasal olarak zaten hazır anlayacağınız. Sadece start verilmesi kaldı.

5-6 Aralık'ta Avrupa Parlamentosu’nda düzenlenen "AB, Türkiye ve Kürtler" (9. Uluslararası Kürt Konferansı) adlı konferansta bu açık açık dile getirildi.

Toplantıda hemfikir olunan konu: "Kürt baharının zamanı geldi!"

Katılımcılardan İsrailli akademisyen Ofra Bengio (Tel Aviv Üniversitesi Moşe Dayan Merkezi Kürt Araştırmaları bölümü başkanı) “Son yıllarda PKK bölgede güçlendi. İsrail’in geleceği için bu çok önemli, İsrail’in desteği sürecek” dedi ve ekledi: Sıra "Kürt baharı"nda...

BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş: ‘Bir tarafın en önemli aktör olarak gördüğü kişiyi, bir adada tutarak sonuç alamazsınız. Şartlar eşitlenmeli. Öcalan İmralı’dan çıkarılmalı. Ama önce silahları bırakın demek müzakerenin ruhuna terstir. BDP Öcalan’la görüşebilmeli.

Gazeteci Cengiz Çandar da, "Kürt baharı"nı dile getirdi ve “Türkiye, PKK’yı ve onun temsilcilerini tanımak zorunda kalacak. Biz bunun için çalışacağız. İsrailli dostum Ofra Bengio da bunun için çaba harcayacak” dedi.

Konferansa katılanlar arasında Türkiye’den AKP'li milletvekili Galip Ensarioğlu, CHP'li Rıza Türmen, BDP'li Aysel Tuğluk ve Selahattin Demirtaş vardı. Gazeteciler arasında ise Cengiz Çandar, Hasan Cemal, Serdar Akinan, Ahmet Şık, Nuray Mert gibi isimler vardı.

Konferansta tüm devletler 'PKK'yı terör örgütü listesinden çıkartmaya' davet edildi, Türk hükümetine "Yeni Anayasa" sözü hatırlatıldı.

Türk hükümeti ile PKK arasında başlatılması istenilen yeni müzakere sürecinin yol haritası ise şöyle belirlendi:
  • Türkiye, AB’ye üyelik zorunluluklarına cevap olmak için daha fazla reform yapmalı.
  • Sayın Öcalan’ın müzakerelerde tam bir rol oynayabilmesi için koşulları düzenlenmeli.
  • Türkiye ve Kürtler arasında doğrudan görüşmeler derhal ve koşulsuz olarak başlamalı.
  • AB, Türkiye ile Kürt temsilciler arasında müzakere ve diyalog için resmi destek vermeli.
  • Daha geniş müzakereli bir barış süreci için genel siyasi bir af zemini hemen yaratılmalı.
  • Müzakereyi kolaylaştırmak için devletler PKK’yi ‘terörist örgütler’ listesinden çıkarmalı.
  • Adli reform onbinlerce Kürt’ün cezaevlerinden çıkmasını sağlayacak şekilde genişletilmeli.
  • Türk makamları müzakereler temelinde yeni demokratik ve sivil anayasa sözünü tutmalı.
Adli reform (4. yargı paketi) ve yeni anayasa kim için hazırlanıyormuş anladınız mı?

Bu oyun tutmaz. PKK sorununun temelli çözülmesi karşılığında bile bu millet Öcalan'ın serbest kalmasına göz yummaz, yumamaz. Fakat KCK tutukluları ve "terör örgütü yandaşları" bir şekilde serbest bırakılacak. Bu da Kürt Baharı'na(!) kapı aralayacak. Küresel güçlerin planı açıkça bu. Fakat dikkat ederseniz, hiçbir planda hiçbir konferansta Türk milletinden ve göstereceği tepkiden söz edilmiyor. Bu milleti hala tanıyamadıkları buradan belli...

18 Aralık 2012 Salı

Onların Tanrısına inanmıyoruz / Makas-ı Şerif

Kapitalist zihniyet, dini de tüketiyor...

Her iki anlamda tüketiyor. Hem dine inancı "bitiriyor", hem de adeta "onunla besleniyor".

"Dindar nesil"den söz edenler, aslında kendileri gibi "dinci" nesil istiyor. Çünkü dindarlıktan bahsederken "kinine sahip çıkmak"tan söz ediyorlar. 

Geçtiğimiz gün Nihat Genç'i izliyordum Halk TV'de. İlginç bir konuya parmak bastı. Bülent Arınç'ın "vajina tartışması" (İzleyin) üzerinden hükümet yetkililerinin maneviyat ve din temelli konuşmasını eleştiriyordu. Özetle; hükümetin, dil olarak ilahi bir referansla konuştuğunu dile getirdi.  Kendi sözlerini Allah'ın sözüymüş gibi aktardıklarını ve bunu topluma dayattıklarını söyledi. "Uydurdukları Tanrı sadece onlara servet yapıyor, Tanrının işi bu" sözleriyle tepkisini dile getiriyor ve ekliyordu; Ben bu adamların Tanrısına inanmıyorum!

"Öyle bir Tanrı ki Tayyip Bey'in danışmanı gibi... Ya da Bülent Arınç Bey'e sosyal siyasal danışmanlık yapan bir Tanrı..." 


Aslında Türkiye'de din üzerinden örnekler vermek, çok kaygan zemin üzerinde koşmak gibidir. Nihat Genç bunu yapıyor. Çeşitli tabularını yıkamamış insanlar bu konuşmayı dinlediğinde muhtemelen "haşaaa, bre kafiirrr" nadiraları ile bağırıp çağırabilirler anlamadan-dinlemeden. Fakat çok ince bir noktadan girdiği için Nihat Genç'i takdir ediyorum. Bir cümle daha aktaracağım şimdi, bana göre çok önemli:

"20 yaşında çocuk, annesi de müslüman babası da müslüman... Bu çocuk birden bu Tanrıya inanmıyor. Bu Bülent Arınç'ların Tanrısına... Anarşist haline geliyor. Niye? Bakıyor ki bunların Tanrısı durmaksızın savaş yapıyor. "

Kilit cümle bu. Evet, dini referansla konuşan insanlar insanları dinden soğutuyor. Çünkü yaşamlarındaki çelişkiler insanları iğrendirecek boyutlara geliyor.

10 sene önceye gidelim...

Fatih Camii önünde her Cuma İsrail ve Amerika karşıtı gösteriler yapılırdı.. Filistin'dekiler için gıyabında cenaze namazları kılınırdı...

Bunlar bugün yok!

Hatta öyle ki; AKP seçmenleri bile AKP'nin hırsız olduğunu kabullenmiş, kabullenmekle kalmamış "en azından müslüman adam, namazında niyazında" cümlesini kurup bir yandan da "biraz da bizimkiler çalsın" diyebilecek karaktersizlik noktasına gelmiş bulunuyor. 

10 yılda toplum maneviyat olarak nasıl dönüştü-çöktü, en acı göstergesi AKP seçmeni -ki bunlar hala kendini dindar/muhafazakar/mütedeyyin tanımlayan insanlar...

Bir de diğer taraftakiler var. Din/İnanç/Allah/Kitap/Adalet/Başörtüsü referanslarını dilinden düşürmeyenlerin hırsızlık, yalan, işbirlikçilik yaptığını gören bir nesil var. Malumunuz dini kaynağından değil, toplumdan öğrenen bir toplum olduğumuz için, bu yeni nesil "müslümanlık böyleyse, aman kalsın" noktasına geliyor. 

Geçtiğimiz yıllarda cami önünde dağıtılan bir kitapta malumunuz "Tayyibi üzmek Allah'ı üzmektir" mısralarına sahip bir şiiri yayınlanmıştı. Üstelik kitap Diyanet onaylıydı. 


Ne demişti Nihat Genç; "Onların Tanrısına inanmıyorum."

Bu olaydan bir süre sonra, AKP Aydın İl Başkanı İsmail Hakkı Eser'in ses kaydı ortaya çıkmıştı. Eser, "Başbakanımız bizim için adeta ikinci peygamber gibidir" diye haykırıyordu!

İzleyelim...


Ne demişti Nihat Genç; "Onların Tanrısına inanmıyorum."

İki ay önce AK­P ­Kırk­la­re­li İl Baş­ka­nı Hüs­men Ağa Ter­kin'in Hz. Muhammed için hazırlattığı AKP amblemli nüfus cüzdanı CHP tarafından fark edilmiş, Hüsmen Ağa AKP'den istifa ettirilmişti.


Ne demişti Nihat Genç; "Onların Tanrısına inanmıyorum."

Geçtiğimiz haftalarda trajikomik bir olay gerçekleşmişti. 

Rize’nin Derepazarı İlçesi’nde ‘Her kadın üye için bir fidan dikiyoruz’ kampanyası öncesinde alana getirilen televizyondan Erdoğan'ı izleyecek olan Çayeli Belediye Başkanı Rıza Çakır, “Başbakanı Rize’de yatırdın yere, bütün Türkiye’ye izlettin. Böyle şey olur mu? Bu televizyon yerde olmaz, doğru iş yapın” sözleriyle görevlileri fırçalamıştı. (Bkz)



Malumunuz, bizim toplumumuzda kutsallar yere konulmaz...

Ne demişti Nihat Genç; "Onların Tanrısına inanmıyorum."

Yunus Emre'yi biliyorsunuz... Türk ve İslam dünyasında çok önemli bir isim.

Yunus Emre'nin yüzlerce yıllık ilahisinin bir kıtasını silen yayınevi, Talim Terbiye Kurulu'ndan onayı da aldı ve 10. sınıf edebiyat kitabında yerini aldı. (Bkz)

Sansüre takılan mısralar şöyle:

"Cennet cennet dedikleri 
Birkaç köşkle birkaç huri 
İsteyene ver onları 
Bana seni gerek seni"

Bu satırlar birilerini rahatsız etmiş belli ki. Tanrılarına saygısızlık olarak düşünmüşler demek ki... Ya da "cennetten arsa satanları" da rahatsız etmiş olabilir.

Ne demişti Nihat Genç; "Onların Tanrısına inanmıyorum."

Son olarak da yeni bir fotoğraf ortaya çıktı. En az Rize'deki olay kadar trajikomik. 

24 Ekim 2010 tarihinde The Green Park Pendik Hotel'in açılışını Erdoğan gerçekleştirmişti. Erdoğan'ın açılışta kurdaleyi keserken eline aldığı makas, cemekanda görücüye çıkmış. Tıpkı sakal-ı şerif gibi. 

Bu da makas-ı şerif.



Ne demişti Nihat Genç; "Onların Tanrısına inanmıyorum."

Evet, bizler onların Tanrısına inanmıyoruz...