Erdoğan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Erdoğan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Aralık 2014 Perşembe

Perinçek - Aydınlık - Ulusal Kanal, Erdoğancı mı oldu?

17-25 Aralık süreci ile birlikte, Türkiye'de yeni bir muhalif türü ortaya çıktı. Bunlar, AKP iktidarının baskılarından ve politikalarından sıkılıp, kendi ideolojilerini/dünya görüşlerini bir kenara bırakıp, düşman gördüğü her kesim ile AKP'ye karşı ittifak kurabilecek noktaya geldiler.

Hatta öyle ki, Erdoğan yarın Amerikan karşıtı olsa, "NATO'dan çıkacağız" dese, Amerikancı olacak solcular/Atatürkçüler var.

Kim bunlar?

Y-CHP, bir takım Atatürkçü geçinenler, Fethullahçılar, liberaller, başıboş solcular.

"Atatürk'ün partisi" ünvanı ile %25'i garantileyen CHP'nin yeni yönetimi, Atatürk'ü reddetme noktasına gelmiş, Fethullahçılarla kolkola, NATO-ABD-AB şeytan üçgeninden bir adım dışarı çıkmıyor.
Atatürkçü geçinenler, Kılıçdaroğlu ve ekibinin tüm politikalarına rağmen hala CHP'nin izinde, AKP'ye karşı tüm gruplarla destek halinde; Kürt milliyetçileri dahil.
Başıboş solcular, elle tutulur pratiği olmayan söylemler ve eylemler içinde; salt söylem ve salt anarşizm.

Ve hepsi kolkola girip, Aydınlıkçıları suçluyor bugün;
"Aydınlıkçılar yandaş oldu!"
"Perinçek-Tayyip ittifakı"
"Ulusal Kanal, haberlerde Tayyip'i övüyor!"

Sebep ne peki?

Aydınlıkçıların, Cemaat'i 17-25 Aralık operasyonu ile kahramanlaştırılması tezgahına düşmemesi. Devletin, F-Tipi Çete'nin popüler söylem ile "inine girmesine" destek vermesi. Cemaat bu yüzden rahatsız Perinçek ve ekibinden. Avucuna aldıkları sahte muhalefet CHP-MHP ve türevi parti yönetimlerinin dışında gerçek muhalefet yapan bir parti, televizyon kanalı görmek istemiyorlar.

Erdoğan'la hiç yoktan 10 yıllık bir kavgamız var muhalifler olarak. Ancak bizler, muhalefet etmek için muhalif olamayız, bir görüşümüz, duruşumuz var. Erdoğan'ın bugün her ne sebeple olursa olsun ABD ve AB ile kırılmalar yaşaması, Rusya'ya yönelmeye çalışması takdire şayan. Meclis içindeki hiçbir parti böyle bir göreve talip değil. Ne CHP ne MHP, Türkiye'yi Atlantik cephesinden koparmayı hedeflemiyor. Düşündürücü değil mi?

Bu yüzden Avrasya'ya yanaşma konusunda Erdoğan'ı destekliyorum. Bu Erdoğan'la mücadelemizin devam etmeyeceği anlamı taşımaz. Ancak adaletli olup, doğrusuna doğru, yanlışına yanlış demek önce karakterimizin göstergesi ve insani görevimiz. Ve eleştirimiz sadece Erdoğan ve AKP'ye olursa, muhalefetin kendini düzeltme iradesi göstermesi imkansızlaşır.

Sadece hükümete muhalif olarak ortaya çıkan sonuç ortada;
Şeyh Saidçi, Seyit Rızacı, Amerikancı Y-CHP ve lideri "Atatürk'ün CHP'si değiliz" diyen Kılıçdaroğlu.

Bu mu iktidara alternatifiniz?

16 Mayıs 2014 Cuma

Soma: Kadercilik ve Eşekleşmek

Soma faciasının üzerinden 3 gün geçti. 300'e yakın kaybımız var, yüreğimiz buruk, canımız sıkkın ve öfkeliyiz. İşveren ve sistemi kurgulayan iktidar mensuplarının pervasız açıklamaları, halka saldırmaları sabırları taşırıyor. 

Böyle bir süreçte geçerken bile, toplum olarak birbirimizle uğraşıyoruz. Bir kesim Başbakan'ını korumanın derdine düşüp, yas tutanların "rol yaptığını" ve "ölüleri siyasete malzeme ettiğini" ifade ediyor, bir diğer taraf cinayetin sorumlusu olarak AKP'ye oy verenleri gösteriyor. Ne zaman silkelenip kendimize geleceğiz? 

En sinir bozanı, toplumun geneline hakim olan "kaderci" anlayış. Elbette bu, kendi evine ateş düşmeyenin bulunduğu rahat psikoloji ile söylemiş olduğu zırvalamalardır. Ancak bu kadar da basite indirgenmemesi gereken sosyolojik ve psikolojik altyapısı mevcuttur. 

Neden bu hale geldik? İşte bu sorunun temeline girme adına, Ali Şeriati'nin tezlerinden yola çıkarak bazı saptamalar yapmak istiyorum.

İranlı İslam sosyoloğu Ali Şeriati, modern batının kölelik düzeninin yerine kurguladığı düzen için "eşekleştirme" kavramını kullanır. Eşekleşmeyi kabaca; "Yanlış bilinç ya da bilinç yoksunluğu" olarak tanımlar. Eşekleştirme, bireyi öncelikli ihtiyaçlarından ziyade, diğer ihtiyaçlara yönlendirmeyi amaçlar. Biraz düşündüğünüz zaman, dini kavramların içinin boşaltıldığı zaman nasıl insanı köleleştirdiğini (eşekleştirdiğini) göreceksiniz.

Sosyal güvencelere sahip olmak yerine; asgari ücrete çalışıp banka borçlarıyla dahi olsa lüks tüketime yönelmek buna maddi örnek olabilir. Manevi örnek olaraksa şu kıyaslamayı yapabiliriz; paylaşma, yardımlaşma, zulme karşı direnme gibi insani ve dini kavramlar yerine, fakirin-mazlumun kadere ve sabıra, zenginin tüketim ve cimrileşmeye yönelmesi gibi.

İslam ülkelerinin temel problemi de bu. Devrimci ve özgürleştirici İslam, başta Muaviye olmak üzere onlarca muktedir/din adamlarının İslam'a yönelik semantik saldırıları ile bambaşka bir boyuta geldi. Artık fakirliğin, felaketlerin, zulmün sorumlusu Allah olarak görülüyor.

''Allâh insanlara hiç bir şekilde zulmetmez, fakat insanlar kendi kendilerine zulmediyorlar.'' Yunus 44

Evet; eşekleşme gerçekleşmiştir.

Bu eşekleşme sürecinde, insanda bilinç kayması oluşur.

Geçen gün bir taksiciden işittiğim için aklıma geldi. Soma faciası ile ilgili haberleri dinlerken, "Fatiha okuyacaklarına eylem yapıyorlar" diyordu. Şeriati tam da bu örnekle anlatmıştı kitabında eşekleşmeyi: "Bir evde yangın varken seni namaza ve Allah’a dua etmeye çağıran kimsenin daveti haince bir davettir."

Sosyal bilinçten yoksun kalmayı hem hayata, hem de dine yabancılaşma olarak görür Şeriati. Peygamberlerden sonra dinler, şeyhlerin, dervişlerin, azizlerin, sufilerin tekelinde bulunan, eşekleştirme aracına dönüşmüştür.

Gerçek din olan devrimci/özgürleştirici din, "Eşekleştirici" dine dönüştükten sonra, insan ve toplum hayattan pasifize olur. Burada istismarı yapılan kavramlar devreye girer; kader/sabır gibi. Zulme karşı mücadele değil, zulme karşı sabretme yahut zulmü maruz görme/Allah'tan bilme anlayışı tavsiye edilir. Bu yüzden dinin en büyük mücadelesi dinsizlik/dinsizlere karşı değil, "eşekleştirilen din" algısına karşı olmuştur. Hz. Muhammed'in, Ebu Cehil'le olan mücadelesi de budur. Kerbela olayı de budur. Yani tarih boyunca tüm hak dinlerin karşısında yozlaştırılan din bulunur; şirk dini.

Muktedirlerin ve din adamlarının dini terimlere yönelik yaptığı "semantik saldırılar" sonucu din, afyonlama aracı haline dönüşmüştür. Karl Marx'ın vurguladığı "Din toplumların afyonudur" sözü, toplumsal analiz bakımından doğrudur. Ancak meselesinin özünde dinin kötü olduğu değil, yozlaştırılan dinin kötü olduğu gerçeği vardır. Yani dinler, özünde devrimci ve özgürlükçüdür ancak yanlış yorumlandığı ve çarpıtıldığı zaman afyon haline dönüşmektedir. Marx tüm din anlayışının insanın kendine yabancılaşması olarak gördüğü için, burada hatalıdır.

Yozlaştırılan din ile mücadele etmenin temel zorluğu ise, Kur'ani kavramlar ile donatılmış olmasıdır.
Bugün kullanımda olan kader ve kaza kavramları, dinden ziyade toplumsal kavramlardır ve şirk dininin ana gövdesini oluşturur. Muaviye'nin oturttuğu kader algısına göre:
"Başınızda bir bela varsa Allah'tandır"; bitti.
Patron emeğinin karşılığını vermiyorsa; "Allah rızkını az vermiştir" bitti.
Patronun sosyal güvencelerini yerine getirmiyor, senin emeğinin karşılığını vermek yerine İstanbul'un göbeğine kule mi dikiyor? "Kaderin buymuş", bitti!
Şirk dini, kölelik düzenini (hangi boyutta olursa olsun) sorgulatmama üzerine tezgahlanmıştır ve bunu tamamen dini kavramların anlamlarında yaptığı yozlaştırmalar üzerinde kurgulamıştır.

Muaviye döneminden itibaren müslüman camiada Peygamberler, süper kahraman haline getirilmiş ve verdikleri mücadele sadece Allah'a bağlanarak, insan faktörü devredışı bırakılmıştır. Yani, bugün müslüman olanların, Peygamber'in verdiği mücadeleyi vermemesinin sebebi, Peygamber'in başarabilecek özel yeteneklere sahip olduğuna inanmasıdır. Halbuki Peygamberler de insandır. Hastalanmış, yaralanmış, vefat etmişlerdir. Verdiği mücadele, şahsi değil; İslam mücadelesiydi. Ve muhakkak ki insan hakları mücadelesiydi.

İslam'ı ilk kabul eden sahabelerden olan büyük devrimci Ebuzer El-Gıfari, "Evinde yiyecek ekmeği olmadığı halde, kılıcını çekip sokağa fırlamayanın aklına şaşarım!" derken, bu köhneleşmiş "kaderci" anlayışı eleştirmiştir esasen.

Cinayet, zulüm, açlık, adaletsizlik, eşitsizlik vb. Bunlar, Allah'ın lanetlediği kavramlar olduğuna göre, bunları Allah'tan bilmek, Şeytan'ı devredışı bırakmaktır. Hem Allah'a iman edip, hem kötülüklerin sebebini Allah görmek büyük yanılgıdır. İnsanın dünyaya gönderiliş amacı, Kur'an'daki "cennet" tasfirine uygun bir dünya yaratmaktır. Toplumsal düzeni sağlamak temel amaçtır. Çünkü "kurtuluş" buradadır. Kur'an'ı, insan hakları ve toplumsal hayatı düzenleyen bir evrensel anayasa olarak görürsek, durumu daha iyi kavrayabiliriz.

Dönelim eşekleşme konusuna.
Eşekleşen insan, sömürüye açık hale gelir. Eşekleştirme araçları böylece kişiden kişiye değişir duruma gelir. İslam toplumlarında din, ana eşekleştirme faktörüyken, Avrupa'da insan hakları bir eşekleşme faktörü olabilmektedir. ABD'nin her savaş öncesi başlatmış olduğu "demokrasi", "özgürlük" ve "insan hakları" söylemleri, modern toplum için eşekleştirme araçlarıdır. 

Evrenselleşme, kapitalizmin eşekleştirme sürecinde kullandığı en temel araçları oluşturur. En geniş kullanımda olanları futbol ve müzik endüstrisi. Milyonlarca insanın tüm dünya ile aynı anda bir maça odaklanması, stadyumun adeta mabed haline getirilmesine yol açmakta. Kültürel erezyon, müzik ve sinema endüstrileri üzerinden yürütülmekte; "popülerleştirilen" şarkılara ABD'nin "kültürsüz kültürü" serpiştirilen klipler, insanı kendine yabancılaştırıp; hayvanlaştırmaktadır.

Her toplumun kendi içerisinde oluşturduğu çeşitli zaaflar vardır. Bazen toplumun içerisinde yaşanan ayrılıklar, farklı zaaflar da oluşturmakta. Türkiye'de başörtüsü meselesi bir eşekleştirme aracı halindeydi yıllardır. CHP üzerine kurgulanmış bir "din düşmanı" algısı yine bir eşekleştirme aracıydı. Diğer bir kesim için ise İslamcılara yönelik yaratılan "Şeriatçılık" üzerine kurgulu bir eşekleştirme aracı kullanıldı. Kürt vatandaşlara bambaşka araçlar kullanıldı. Halbuki esas mesele her zaman tektir; mücadele. Ve mücadele iki taraf arasında gerçekleşir; EZEN ve EZİLEN. Bu kadar basit. 

Şeriati'ye göre insanın dört zorunluluğu vardır ve ancak bu dört zorunluluktan kurtulduğu zaman insan olabilir. Şeriati bu zorunlulukları "zindan" olarak tanımlar ve insanın bu zindanlardan kurtulduğu zaman gerçek anlamda insan olabileceğini ifade eder. Bu dört zindan:
Naturalizm zindanı: İnsanın doğa şartları tarafından kuşatılıp, belli şartlara zorlanması.
Sosyolojizm zindanı: İnsanın, içinde bulunduğu toplum tarafından, belli şartlara zorlanması.
Historizm zindanı: İnsanı, salt insan olarak kabul etmek yerine tarihin bir parçası olmaya; tarihin insanı yarattığı algısının dayatılması.
Benlik zindanı: İnsanın, dini ya da diğer sebeplerle, kendisinde varolduğunu düşündüğü şartlara kendini zorunlu kabul etmesi. (Fakirlik, kötülük gibi)

300'e yakın vatandaşımızı yitirdik Soma'da. Sorumlusu patrondur, özelleştirmedir, iktidardır, şudur, budur. Aslında hepsi bir mekanizmanın parçalarıdır. Yüzleşmemiz gereken gerçek şudur; Kapitalizm işçi sınıfına yönelik toplu bir katliam gerçekleştirmiştir. Çirkin ve kirli yüzünü ele vermiştir. Dımdızlak ortada kalmıştır; hedefe konmuştur!

İhmalden kaynaklanan bir toplu kıyımdan sonra, bölgeye araştırma yapmak üzere mühendis, yaralılarla ilgilenmek üzere doktor, bölge halkıyla ve özellikle maden işçileri ve ailelerinin ruh sağlığı ile ilgilenmek üzere psikologlar göndermek yerine Diyanet imamlarını yahut cemaatlerin "hocalarını" gönderiyorsan; Ebu Cehil'sin, Ebu Leheb'sin, Muaviye'sin.
Belli ki din, senin için kurmuş olduğun saltanatın yıkılmaması için sadece bir araç. E o zaman başına gelecek olan çok net ortada, bu yüzden "tebbet!" diye haykırabiliriz yüzüne karşı. Çünkü Ebu Leheb gibi senin de elin kuruyacak! (İktidarın yok olacak, kahrolacak)

Asla Muhammed'in, Ali'nin yolunda değilsin ey Padişah müsvettesi!

Şimdi bu sistemin beline sopayı vuramazsak; bir daha vurmamız çok zor. Bu yüzden kader, kaza, sabır, yas ile geçiştirmeyi bırakıp elimizi vicdanımıza koyup/beynimizi çalıştırıp/yumruğumuzu sıkıp mücadele etmenin zamanıdır. 

16 Ocak 2014 Perşembe

AKP-Cemaat çatışmasında konuşulmayanlar / Güçler savaşı!

Gerek siyasette, gerekse medyada Cemaat-AKP kavgası çok sığ bir seviyede ilerliyor. Ayda 20-30 bin TL maaş alan gazeteciler sığ sularda boğuladursun, biz meselenin derinliklerine girelim.

AKP-Cemaat kavgasından bahsedip Gül'den bahsetmemek, Erdoğan'ın eski danışmanı Cüneyt Zapsu'dan bahsetmemek, AKP'lilerin çocuklarından bahsetmemek olmaz.

Savaşın nasıl başladığını az çok herkes yazdı. Mavi Marmara kırılması, "Hakan Fidan'ı alma" çabası, Oslo sızdırması vs. vs.

Bunları bildiğinize göre, bilmediklerinize geçelim.

1. BU SAVAŞ KİMİN SAVAŞI?

Cemaat-AKP kavgasında Erdoğan'ın sürekli seslendirdiği dış güçler falan doğrudan etkili değil. Dışa göbekten bağlı iç mihrakların kendi içerisindeki güç savaşıdır bu savaş. Ancak Cemaat, dış mihraklar açısından uygun zamanı yakalamıştır. Suriye'de çuvallayıp ABD'nin verdiği görevi yerine getiremeyen, Gezi ile demokrat maskesi düşen, Avrupa'da hem anti demokratik uygulamaları hem de Suriye'deki terör destekçiliği yüzünden karizması çizilmiş bir iktidarın dış desteği ortadan kalkmıştır. Bu sadece Amerika ve Avrupa ile alakalı değil. İran, Irak, Suriye ve Rusya da Erdoğan'dan rahatsız. AKP dış politikada kaybetti, iç politikada kısa vadeli kazançlar elde etmesi hiçbir şey ifade etmez. Cemaat bunu kendisi için fırsata çevirmeyi amaçlamıştır ve başarılı olacaktır.

Erdoğan köşeye sıkışmıştır. Öyle ki, Ergenekon, Balyoz ve KCK davalarına sarılacak noktaya gelmiştir. Öcalan'dan ve KCK'dan bulduğu desteği ulusalcılardan da beklemektedir. Çünkü Cemaat'e karşı tek başına galip gelmesinin mümkün olmadığını biliyor. Fakat tutsak haline getirilen Türk ordusu ve Türk aydınları bu tuzağa düşmemektedir ve düşmeyecektir.

Mısır'da darbecilerin kaybedeceğine, İhvan'ın kazanacağına inandırılan kitleler şimdi de AKP-Cemaat savaşında AKP'nin kazanacağına inandırılıyor. Mümkün değil, hayal kurmayın. Ancak Mısır'da AKP'nin klonu olan Müslüman Kardeşler'i nasıl "erken seçime gitmeyin", "darbeye direnin" sözleri ile gaza getirip katlettiren Erdoğan ve MİT, Türkiye'de de aynısını yapmayı göze alacak noktadadır. Bu ciddi bir tehdittir. Kitle benzerdir, şartlar benzerdir.

Ve bir başka nokta da, artık Erdoğan gidene kadar darbe dahil tüm seçeneklerin masada olduğu gerçeğidir.

2. ZAPSU-EL KADI-GÜL-GÜLEN

AKP'yi "dünyaya açan" ve "sermayeyle kucaklaştıran" en önemli isimlerden biri Başbakan'ın eski Danışmanı Cüneyd Zapsu'dur. Yani Washington'da Erdoğan için "Onu kullanın, deliğe süpürmeyin" diyen isim.

Erdoğan'ı Erdoğan yapan da Zapsu'dur.

AKP'nin Cemaatle işbirliğinde de Cüneyt Zapsu'nun büyük payı vardı.

Zapsu'nun marketler zinciri A-101 şu sıralar Zaman'a reklam veriyor. Zamanlama manidar.




Zapsu, AKP'de uzun dönem görev üstlenmiş hatta bir nevi kendi oligarşisini yaratmış, kimseye sormadan partide alternatif güç haline gelmiş, bu yüzden Gül ve Arınç tarafından istenmeyen adam ilan edilmişti. Erdoğan sahip çıkmaya çalışsa da baskılara dayanamamıştı. Zapsu daha sonra istifa etti, ticari faaliyetlerine devam etti.

Zapsu'yla ilgili bir kaç detay paylaşayım.

Zapsu'nun eski ortaklarından biri Yasin El Kadı.

Son günlerde takip ettiğiniz üzere RTE'nin ve oğlu Bilal'in de Yasin El Kadı ile ilişkileri gayet sıkı, ticari faaliyetler içindeler.

Yasin El Kadı ile Erdoğan'ı tanıştıran isim de Zapsu'dur.

Zapsu'yu "danışmanlık" gibi bir görev yapmış olmasından dolayı küçümsemeyin. Eğer geçmişine bakarsanız, ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.

TÜSİAD yıllarında Zapsu bir "yıldız" gibiydi. Ama hani Erdoğan'ın bahsettiği "BOP'ta Diyarbakır bir yıldız olabilir" düşüncesi vardı ya, hah işte tam öyle bir yıldız.

Erdoğan Refah Partisi İstanbul İl Başkanı'yken Zapsu TÜSİAD üyesiydi. Erdoğan araya aracı sokup, Zapsu ile görüşme isteğini iletmiş, Zapsu "O da kim?" cevabını vermişti. RP'de görevli olduğunu öğrenince de "nezaketen" davet etmiş ve Erdoğan'la görüşmüştü. Bu görüşme AKP'nin kuruluş yıllarında meyvelerini verecekti.

Zapsu'nun ilişkileri inanılmaz. Bu kişisel "başarısı" değil elbette. "Zapsu ailesinin" başarısı.

Zapsu'nun ABD Savunma Bakanı Yardımcılığı yapan Paul Wolfowitz'le "kanka gibi" olmasının sebebi de budur. Wolfowitz; Erdoğan'ın şu meşhur mektubu yolladığı kişi. Hani Erdoğan iktidar olduğu halde kendi ülkesinin Genelkurmay Başkanı Özkök ile görüşemeyip, aracı vasıtasıyla görüşme ayarlamıştı ya... İşte o aracı, Zapsu'nun çok yakın dostu Wolfowitz'di.

Zapsu'nun başarısına dayanarak partide kurduğu oligarşiden rahatsız olan partinin ağabeyleri, Zapsu'nun kellesini istedi. Zapsu'nun PKK ilişkilerinden kaynaklı parti içerisindeki milliyetçi kanadı zaten rahatsız ediyordu. Yoğun eleştirilerin yanısıra Zapsu'nun eşinin erkeklerle Cuma namazı kılması, Erdoğan'ı Zapsu'yu savunmayı bırakan bir noktaya çekti. Zapsu'yu bir anlamda "deviren" Abdullah Gül ve Bülent Arınç, başına bir bela aldı; Yalçın Akdoğan.

3. AKP'DEKİ OLİGARŞİK YAPILAR VE ABDULLAH GÜL FAKTÖRÜ

Bugüne geldiğimizde Yalçın Akdoğan da kendi oligarşisini yarattı.

Arınç-Erdoğan krizlerinin arkasında, Yalçın Akdoğan yatar. Uzunca bir dönem her hafta en az 1 kez Bülent Arınç'la görüşüp fikir alışverişi yapan Akdoğan, kendi oligarşisini yarattıktan sonra bunu bırakmış. Arınç rahatsız olup konuyu Erdoğan'a bildirse de herhangi bir değişiklik olmamış. Hükümet sözcüsü olan Arınç'ın açıklamalarının hep havada kalması, Erdoğan tarafından yalanlanır pozisyona düşmesinin sebebi, Akdoğan faktörüdür.

Akdoğan, Erdoğan sonrası için kendine zemin hazırlıyor. Hayır, Genel Başkanlık-Başbakanlık değil. Muhtemelen Arınç'ın koltuğunda olacak. Peki Başbakan olarak kimi planlıyor dersiniz? Numan Kurtulmuş.

Evet, Numan Kurtulmuş'u AKP ile buluşturan da Yalçın Akdoğan'dır. Arınç ile Akdoğan'ı karşı karşıya getiren en büyük hamle de budur.

Erdoğan bunu keyfi kabul etmedi. Cemaat, Erdoğan'a alternatif olarak Numan Kurtulmuş'u görüyordu. Cemaate yakın isimler AKP'den edilecek, HAS Parti'de Numan Kurtulmuş'un altında birleşecek ve AKP devrilecekti. Ama görünen o ki; Numan da klasik "muhafazakar" kimliği ile "para, güç, otorite" sevgisi ile yıllarca hakaretler ettiği AKP'ye çıkarları için dahil olmayı kabul etti. Erdoğan Numan Kurtulmuş'u alternatif görüp partiye dahil ederek Başbakanlık sözü verdi. Numan Kurtulmuş Türk siyasetinde az görülecek bir yüzsüzlükle AKP'ye katıldı. Bir kaç yıl öncesine kadar AKP'ye söylediklerini unutmadınız herhalde?


Bu konuyu Arınç ile sınırlamak yanlış, işin bir de Abdullah Gül yönü var.

Gül, Erdoğan sonrası partide hakimiyet istiyor. Erdoğan'ın 3 dönem sözü aslında Gül'e verilmiş gizli bir söz gibiydi. Ta ki Akdoğan faktörü işin içine girene kadar. Gül, Numan Kurtulmuş hamlesinin intikamını alacağı günü bekliyor.

Dikkat edin, Gülen-Erdoğan çatışmasında etrafa kıvılcımlar saçılıyorken, "darbe" ve "örgüt" söylemleri dillerden düşmüyorken Abdullah Gül hiç o toplara girmiyor! Çünkü Numan'ı elinden kaptıran Cemaat'in kendisini desteklemeye mecbur kalacağını biliyor.

AKP içerisinde 15-20 vekil, cemaatçi ya da cemaate hoşgörü ile baktığı için rahatsızlık duyuyor. Erdoğan bunların farkında ve her birini teker teker partiden ihraç ederek kurtulmak istiyor. Cemaat ise "toplu istifa" hamlesi için uygun zamanı bekliyor.

Ancak parti içerisindeki asıl gruplaşma Gül etrafında. Gül'e yakın 40-50'ye yakın vekil olduğu biliniyor. Bunların içerisinde hem politik Gül'cüler hem de son dönemde yaşanan hukuksuzluklardan rahatsız olan yeni Gül'cüler de dahil. Ve işin şaşırtmayacak yanı, artık Cemaatçi vekiller de bu gruba dahil sayılabilir.

AKP-Cemaat kavgası durulmaz. Aksine, şiddetlenerek devam eder. Seçim sonuçları çok önemli. AKP'nin İstanbul'u kaybetmesi ya da 1-2 puan farkla kazanması bile Abdullah Gül'ün beklediği an olacaktır. Devletin kendi içerisinde çatışma ortamında olması, "barışçı" Gül'e kapı aralayacaktır. Gül, krizi fırsata çevirmek üzere sahneye çıkacaktır.

Burada önümüze iki seçenek çıkıyor.

Köşeye sıkışan Erdoğan ya Numan Kurtulmuş'tan vazgeçip partiyi Gül'e teslim edecek, ya da Cumhurbaşkanlığı'nı unutacak.

Erdoğan partiyi Gül'e teslim etmek istemiyor. Numan Kurtulmuş, Başbakan için bir "kukla" olacaktı, planı buydu. "3 dönemden sonra aday olmayacağım ama partiye hizmet ederim" türevinden açıklamalar yapmasının anlamı da buydu. Genel Başkan olmadan gizli Başbakanlık yürütmek istiyor Erdoğan.

Gül'e partiyi teslim etmemesi halinde zaten çatışma ortamında ve çözülme arefesinde olan parti, Gül'cülerin istifası ve mecliste gruplaşması ile birlikte AKP'yi bölebilir.

Erdoğan, Gül'e partiyi teslim edip Cumhurbaşkanlığı'na geçmek istese Gül'le anlaşır fakat seçimden galip çıkamayabilir. Evet, artık böyle bir ihtimal söz konusu. Çünkü iki aşamalı gerçekleşecek Cumhurbaşkanlığı seçiminde son iki aday yarışacak. Yani 1. ve 2. adaylar. Bu aşamada oylama Erdoğan ve Erdoğan karşıtlarının oylaması olacaktır. Yani AKP'nin yüzde 50'nin üzerine çıkamadığı takdirde, Erdoğan Cumhurbaşkanlığı'nı kazanması zor. BDP'lilerin ya da MHP'lilerin oylarına muhtaç kalabilir. Cumhurbaşkanını belirleyecek olan da bu iki kitle olacaktır.

Yalnız bir detay var. Recep Tayyip Erdoğan gibi Abdullah Gül'ün de İsviçre Bankaları'nda gizli hesabı olduğu ve belgelerinin MİT'in elinde olduğu söylentileri var kulislerde. Erdoğan, Gül'ün önünü kesmek için belgeleri medyaya servis ettirebilir. Böyle de bir ihtimal var.

4- AKP'Lİ YENİ YETMELER VE EBEVEYNLERİNİN TETİKLEDİĞİ SAVAŞ

Fethullahçı çete, AKP'nin muktedir olmak için yıllar boyunca sarılacağı tek güçtü. Ulusalcı kanat asla AKP'yle ittifakı kabul etmezdi. Bunun için AKP, kuruluş yıllarından itibaren Cemaat'in önünü açtı. Yargıda, emniyette Cemaat'i kadrolaştırdı. Polis Meslek Yüksek Okulu sınavlarında defalarca kopya skandalları gerçekleşti. Çoğunun üstü örtüldü. Soruların "abilerin" evinde dağıtıldığı, polis olacak şakirtlerin "abilerdeyken" TC kimlik no'larının alınıp Emniyetteyken önleri açıldı/gruplaşma sağlandı.

AKP, Cemaat'le kolkola girip ulusalcıları tasfiye etti. Ergenekon davası, AKP'ye yakın gazeteci Fehmi Koru'nun söylemi ile "Erdoğan-Bush görüşmesi ile kararlaştırılmıştı" yani dış mihrakların "oluru" alınmıştı.

Ardından Balyoz, Oda TV, Askeri Casusluk davaları geldi.

Sorun yoktu...

KCK davası AKP'deki Kürtleri rahatsız eden ilk şey oldu. Ve ardından gelen Şike ve Cübbeli Ahmet davaları Cemaat'i AKP'nin kamburu haline getirdi. Muktedir olmak için Cemaat'e sığınan AKP, aslında Cemaat'i muktedir ettiğinin farkına vardı.

Ancak bunlar ana etken değil. Yani bunlar, birincil etken olan "yeni yetmelerin", Erdoğan'ı Gülen'le çatışma noktasına getiren faktörler/bahaneler.

Birincil etken, oligarşik güçlerin 3 dönem kuralından sonra partiye hakim olma isteği. Yalçın Akdoğan bunların başında geliyor ve bir grup AKP'li, kendi çocuklarını partinin geleceği olarak görüyor.

Bu AKP'liler kendi aralarında üçe ayrılıyor.

Birinci grup, Erdoğan tarafından destekleniyor. Bu grup, AKP kurucuları ve bazı vekillerin çocuklarından oluşuyor. Grubun önderliğini Ömer Bilge Albayrak ve Ayşe Böhürler'in oğlu Zeyd Böhürler yapıyor. Ö. Bilge İBB Genel Meclisi Başkanı, Zeyd ise Divan Üyesi sıfatında.

İkinci grup, Rıfat Boynukalın'ın torunu Yeni Şafak yazarı Abdurrahim Boynukalın etrafında toplanan "oldschool" diyebileceğimiz İslamcı olan, ılımlı olmayan ama Amerikancı İslam'a dahil olan grup. İHH türevi yani.

Üçüncü grup, Mehmet Ali Şahin, Bülent Arınç, Beşir Atalay, Taner Yıldız, Hüseyin Çelik ve "bazı sıradan" AKP'li vekillerin oluşturduğu grup. Milli Türk Talebe Birliği'nden gelen nesilden söz ediyorum. Yani meşruiyeti her ne kadar tartışılır olsa da bir davaya ömür adamış insanların oluşturduğu grup.

SONUÇ

Erdoğan, sadece Cemaat'le değil, AKP içerisindeki güç savaşları ile de uğraşmaktadır. Cemaat'le mücadele bahanesi ile hepsinden kurtulmak isteyecektir. Bu da karşı cepheyi birleştirir. Erdoğan köşeye sıkışmıştır. F tipi çeteyle olan mücadelesini kazanma ihtimali yok denecek kadar azdır.

Kimse Erdoğan'ın manipülasyonlarına kanmasın. "Dış güçler Türkiye'nin büyümesini istemiyor" meselesi değildir bu. Şu an "dış güçler" AKP'den desteğini çekmiştir ve AKP bu desteği geri kazanmak istiyor. Gülen de AKP'nin bu yalnızlaşmasını kendi açısından fırsata çevirmek, Türkiye AKP'ye muhtaç değil algısı yaratmaya çalışıyor. En büyük kozu hükümetin El Kaide ilişkileri ve Suriye başarısızlığı.

Önümüzde Cenevre-2 konferansı var. Suriye'de yaşananlar değerlendirilecek. İran'ın fiziki katılımı kesin değil fakat fikirlerinin orada olacağı kesin. İşin bir de Rusya yönü var. Rusya'da geçtiğimiz haftalarda Suudi istihbaratının finansörlüğünü yaptığı radikal dinci terörü, Putin'in çok kızdırdı. Hatta öyle ki intikam yemini ettiği dahi söyleniyor. Bkz: http://medyasafak.com/haber/1311/rus-istihbarati--patlamalarin-arkasinda-suudiler-var--putin-intikamda Suudi şeytanlar köşeye sıkışacak da Erdoğan sıkışmayacak mı? Mümkün değil. Diplomatik, siyasi ve ekonomik kriz kapıda.

Avrasya ve Ortadoğu'da ise, AKP'nin BOP Eşbaşkanlığı ve yıllardır uyguladığı Amerikancı politika İran-Irak-Suriye-Rusya cephesinin kabul edemeyeceği boyutlara geldi. Mısır'ı hiç söylemiyorum bile. AKP iktidarı artık Türkiye'nin sırtında kamburdur. Bir an önce Türkiye Erdoğan'dan kurtulmalıdır. Milli unsurlar devreye girip tasfiye sırasına Gülen ve Gül cephesini de eklemelidir.

Bu savaşta taraf tutma hatasına düşmeyin. Erdoğan-Gül-Gülen cemaat/mafya kıskacından ülkeyi kurtarmak temel hedefimiz olmalıdır.

Türkiye, bu üçlünün arasında geçen iktidar savaşı yüzünden kaybetmeye mahkum edilemez!


20 Aralık 2013 Cuma

Yolsuzluk operasyonu, bumerang etkisi ve Gezi

Öncelikle, yolsuzluk operasyonunun arkasında çeşitli iç ve dış bağlantılar olduğunu söyleyelim. Ancak bunlar hiçbir şekilde yolsuzluklara kör olmayı gerektirmez. Nasreddin Hoca'nın hikayesindeki gibi "Hırsızın hiç mi suçu yok?" diye sorarlar adama...

ABD güdümüne gir, BOP'a eşbaşkan ol, Suriye'yi bölmeye çalış, El Nusra'yı büyüt-besle binlerce insanı katletsinler... Sonra ABD, Suriye'de çuvalladığından dolayı Ortadoğu'daki politikalarını değiştirmek zorunda kaldığı için senden vazgeçip yolsuzluklarını ortaya dökünce meydanlara çıkıp ağla, biz de yolsuzluklarını görmezden gelelim. Hadi ya?

Yıllardır o kolkola girdiğiniz CIA-Cemaat ile yaşattığınız acıları unutacağımızı mı sanıyorsunuz?

Bumerang etkisi diyorum ben buna.

Bumerang dönünce ilkesizler kendileri ile öyle bir çelişmeye başladı ki, artık yüzlerine bakarken midem bulanıyor!

Arınç çıkmış açıklama yapıyor, "Gel denildiğinde gelebilecek insanların sabahın 5'inde evlerine baskınlar yapılarak operasyonları başlatıyorsunuz... Peşin hükümle karar vermek, basına ve internet medyasına servislerle siyaset yapmak muhalefete yakışmaz" diyor.
Hüseyin Çelik ise "Masumiyet karinesinin gözardı edilmemeli" diyor.
Başbakan ne diyor? "Kirli bir operasyon söz konusu", "Devlet içinde oluşmuş çeteler var"

Komutanlar, aydınlar, gazeteciler, akdemisyenler Ergenekon ve Balyoz operasyonlarında içeri nasıl alındı unuttuk mu sandınız?

Onların masumiyet karinesi yok muydu?

Onlar gel deyince gelmiyor muydu?

Onlarla ilgili tüm iddialar hatta ispatlı iftiralar gazetelerde boy boy çıkarken neden sesiniz çıkmadı?

Zamanında her türlü imkanı sağladığınız, özel yetkilerle donattığınız, altına makam arabası çektiğiniz savcılar bugün size dokununca kötü oldu öyle mi?

Bugün çetecilikle suçladığınız savcı ve polisler Ergenekon, Balyoz, Oda TV gibi davalarda başınızın tacıydı, vatanseverdi, kahramandı. Bütün davalarını savundunuz... Şimdi sıra size "kirli operasyon yürütüyor" oldular he mi?

Önümüzdeki dönemde Erdoğan, -söylem olarak- en devrimciden daha devrimci, en antiemperyalistten daha antiemperyalist olursa şaşırmayın.

Kılıç kınından, ok yaydan çıkmıştır. Bu saatten sonra Erdoğan kendisine o koltuğu hediye edenlere boyun eğip koltuğu terk etmediği sürece Çin işkencesine maruz kalacaktır. Tasfiyeler, davayı durdurma çabaları falan hikaye. Devletin her yerine kendi eli ile sızdırdığı Cemaat militanları, Erdoğan'ın sonunu getirecektir. Yıllardır vatanseverlerle beslediği canavar, artık kendisini de yiyecektir.

Suriye'de El Kaide teröristleri tarafından katledilen insanların, tecavüz edilen kadınların, Reyhanlı'da, Gezi'de öldürülen, Van'da bu soğukta evsiz kalan çocukların ahı bu hükümetin burnundan fitil fitil gelecek...

AKP kendi ilkesizliği ile rezilliğe batmışken CHP de yıllardır sorguladığı-eleştirdiği Cemaat savcılarını savunacak noktaya gelmiş, neredeyse kahraman ilan edecek. Üzgünüm ama aynı bokun lacivertisiniz.

SONUÇ:
1. Ergenekon, Balyoz gibi davalar çökmüştür, yeniden yargılamalar bağımsız mahkemeler tarafından yapılmalıdır.
2. Türk halkı, bu iki güdümlü çeteden de kurtulmak zorundadır. AKP de Cemaat de milli güvenlik sorunudur!


GEZİ İLE BAĞ KURMA ÇABASI

Hala Gezi olayları ile bugünkü operasyonlar arasında bağlantı kuranlar var. Bugün yaşananların Gezi ile tek bağlantısı, Gezi'nin bu ittifakın çatlamasında öncülük etmesidir. Bizi, Cemaatle aranızı bozmakla suçlayacaksanız, buyrun suçlayın.

Gezi olaylarını da bu operasyonda parmağı olan aynı "odaklar" kullanmak için çaba sarfetti, bunu biz o zamanlar da yazdık zaten. Yabancı basının bu denli bu olayın üzerine düşmesinin elbette bir amacı vardı. Ama büyük ölçüde kullanamadılar. Daha doğrusu "şekillendiremediler". Bu tarz eylemlerde "piyonlaştırılan" kitlelerin eylemleri büyük destekler görür, önleri açılır. Ukrayna'ya bakarsanız bugün ne demek istediğimi anlarsınız.

Gezi eylemleri, yaratmış olduğu komün yapı/aydınlanma hareketi ile ne "dış mihrakların" ne "sermaye odaklarının" ne de "cemaatin" işine gelmedi. Çünkü tüm sınıf farklarının ortadan kalktığı, tüm sorunların "insan" odaklı çözüldüğü bir ruhtu o. Bu o ağzınızdan düşürmediğiniz "dış mihrakların" hiç işine gelmez. Çünkü onlar ayrılıklardan, bölünmelerden, kavgalardan ve kandan beslenir.
Ancak o günlerde polis şiddetini körükleyen, çevik kuvvet araçlarına girip polislere telkinde bulunan "ağabeyler" vardı. Onlara destek çıkan hükümet ve sizlerdiniz... Cemaatin tuzağına düştünüz.

Açın bakalım, bugün gırtlak gırtlağa geldiğiniz cemaat medyası o günlerde Gezi eylemleri için neler demiş? Fethullah Gülen eylemciler için "nesebi gayr-i sahih'' dememiş miydi mesela? Yani "piç" demişti. Bir yandan da Başbakanınız "marjinal örgüt" diyordu. Kolkola girmiştiniz ne güzel. "Polisimizi yedirmeyiz" diyordunuz, "Polisimiz destan yazdı" diyordunuz, profil fotoğraflarınıza Emniyet amblemleri koyuyordunuz...

Şimdi birbirinizi yiyorsunuz ve bu kavganıza bizi alet etmeye çalışıyorsunuz.
Bir diğer tarafta da Kılıçdaroğlu, Gezi eylemleri üzerinden nemalanıp CHP'yi ABD güdümüne sokmaya çalışıyor.

Yemezler beyler, boşuna çırpınmayın.

17 Kasım 2013 Pazar

AKP'nin Diyarbakır rezaleti / Dış politikada "çark" vakti

Dünkü Diyarbakır rezaleti,
1. Erdoğan'ın yıllardır uyguladığı Kürt politikasının basamaklarından bir tanesi. Yani zamana dayalı. "Normalleşme" adı altında insanların algıları ile oynayarak, inançları üzerinde manipülasyonlar yapmaya/psikolojik savaş yürütmeye dayalı...
2. Çuvallanan dış politikada yeni yollar açma çabası.
3. Tıkandığı söylenen "Çözüm sürecinde" bir şeyler yapmış görünmek, seçimlere bununla girmek.

Konuşmada dikkat çeken önemli bir nokta, "cezaevlerinin boşaltılacağı" mesajının verilmesi. Bu noktaya yani geleceğimizi, konunun genel affa varacağını yıllar evvel söyledik. Toplum buna hazır hale getirilmesi için hukuka olan güvenleri zedelendi, inandırıcılığını yitirmiş davalarla Genelkurmay Başkanı dahi "terörist" sıfatı ile cezaevine tıkıldı.
(Bkz: Genel affa doğru / Apo'yu sempatikleştirme / Kürt baharıGenel affa doğru 2 / İkinci Kürt açılımı / Türk ordusu neden tasfiye edildi?)

Erdoğan dün Diyarbakır'da Barzani'ye övgüler yağdırıp Kürdistan'dan söz ettiği saatlerde Barzani'nin partisi PDK'nın resmi Facebook hesabında paylaşılan Kürdistan haritasına dikkat edin.


Yıllar evvel "Diyarbakır BOP'un merkezi olabilir" diyen Erdoğan'ın eşbaşkanlık yaptığı BOP haritasındaki "Özgür Kürdistan"a ne kadar da benziyor...



Ayrılıkçı Kürtlerin hayallerini süsleyen Kürdistan, aslında birilerinin İsrail için kurmak istediği tampon bölgeden başka bir şey değil.

Eşbaşkan ve kuklalar görevini yapıyor. Peki ya biz?

Ama pardon; biz faşist, cahil, statükocuyduk değil mi? Onlar ise zeki, demokrat, liberal, özgürlükçü, yenilikçi.

Bugün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkes vebal altında. Kimse ileride "bilmiyordum, görmedim, anlamadım" deme lüksüne sahip değil.

//////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////

Suriye'de stratejik hamle yapan PYD'nin Esad'la birlikte kazanan taraf olduğunu da görelim. Evet, Suriye'de kaybeden AKP haricinde bir de Barzani/PKK/ bloku var. El Kaide'nin Suriye'deki Kürtlere adeta katliam derecesinde saldırılar düzenlemesi karşısında PYD'nin Kürtleri sahiplenmesi, Kandil'de Kürtçülük oynayan PKK'lıların ve daha dün Diyarbakır'da şov yapan Barzani'nin yüzüne şamar gibi indi. Çünkü göbekten bağlı oldukları Amerika, onlara Suriye'de bir Kürt devleti vaad etmişti ve bunun için de Esad'ın indirilmesi gerekiyordu. PYD stratejik davranarak, Esad'dan sonrasının kendileri için bir son olduğunu gördü ve varlığını sürdürebilmek için Esad'ın yanında yer aldı.

Yani Erdoğan-Barzani buluşması, bir açıdan da "kaybedenlerin buluşması". 

//////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////

Çok tuhaf bir süreçten geçiyoruz.

ABD, uzun zamandan sonra ilk kez bu kadar büyük bir tokat yedi. ABD-Türkiye-Suudi Arabistan-Katar işbirliği Suriye'de Rusya/İran duvarına çarpınca geri vites yapıp sessizleşmeye başladı. ABD diplomasiye yöneldi. Arabistan/Katar tamamen konudan uzaklaştı. Ama ABD gazı ile Ortadoğu'nun hakimi olacağını sanan Erdoğan olayı kişiselleştirip bir süre daha aynı dış politikada ısrarcı oldu.

Bugün gelişmelere bakınca, AKP'nin yavaş yavaş Suriye politikasından geri adım atmaya çalıştığını görüyoruz. Mecbur bırakıldı. AKP radikal terör örgütlerini desteklemeye devam etseyd, uluslararası camiada terörist destekçisi sıfatı yemesi hiç de zor değildi. Henüz bu olaydan kurtulmuş da sayılmaz. "Kurban" vermek zorunda. Fidan'ı, Davutoğlu'nu vermezse, El Kaide-El Nusra'yı Türkiye'de besleyen İHH gibi kuruluşları kurban vermek zorunda. Ya da kendi deyimi ile "yedirmek" zorunda kalacak.

Erdoğan çuvalladığı dış politikada değişikliklere gitti. Dikkat edin;
Hakaretler yağdırdığı Maliki ile arayı düzeltmeye çalışıyor. Maliki'yi davet ediyor, daha sonra Irak'ı ziyaret edeceğini söylüyor.
Arasını bozduğu İran'la "nasıl barışırım" diye düşünüyor.
Müslüman Kardeşler'i gazlayıp iç savaş noktasına getirdiği Mısır'ın "gönlünü nasıl alırım" diye düşünüyor, çekmiş olduğu büyükelçisini geri gönderiyor.
Rusya ile de bir kaç enerji anlaşması yapıp gönüllerini almaya gidecektir muhtemelen.

Ortadoğu'nun hükümdarı olma gazıyla Müslüman Kardeşler'le ve küresel terörizmle Sünni blok kurma amacına giren Erdoğan, Şii/Nusayri/Alevi blokuna açmış olduğu savaştan vazgeçince tarafların onu affedeceğini düşünüyor. Bunun bedelini elbette ödeyecek. Bugün olmasa da, yarın...

3 Temmuz 2013 Çarşamba

Mısır'da halk hareketi ve darbe / Peki kim kazandı?

Selam dostlar...

3 Temmuz 2013, Mısır'da darbe görüntülerini izledik ve tarihe tanıklık ettik. Fakat tarihe tanıklık ettik derken sadece "darbe"den söz etmiyorum, aşağıda uzunca bunu açıklayacağım. Öncelikle bir giriş yapayım:

Biliyorsunuz, Erdoğan defalarca "Büyük Ortadoğu Projesi'nin eşbaşkanıyım" demiş, daha sonra bunu inkar etmiş, en sonunda da "O proje doğuştan, adımı atılmadan bitti" açıklamasını yapmıştı.

Daha önce de söylemiştim; yalan!

Fakat bugün itibariyle ben söylüyorum: Büyük Ortadoğu Projesi, Mısır'daki halk hareketi ile çok büyük darbe yemiştir, Türkiye'nin AKP'den kurtulması ile de son bulacaktır!




"MURSİ'Yİ HALK SEÇTİ" YALANI! 
2012'deki halk hareketi ile afallayan "dış mihraklar", kısa sürede olayı kendilerine lehlerine başarmış, Müslüman Kardeşler denen topluluk halkın devrimi adeta çalmıştı. Sonuç yönetimi eline alan Müslüman Kardeşler, Ilımlı İslam'ın Mısır temsilcisi Mursi'yi Cumhurbaşkanlığına aday göstermişti. Seçimlerin ikinci turunda Mursi'nin karşısında kalan tek aday ise Hüsnü Mübarek diktasından kalma Ahmet Şefik'ti. Anlayacağınız Mübarek'i deviren halk, ya tekrar aynı yönetimi getirecekti ya da Müslüman Kardeşler'in adayı Mursi'yi. Sonuç: yüzde 51 ile Mursi kazanan taraf oldu. Üstelik halkın sadece yüzde 45'i seçime katılmıştı.

Yani halk Mursi'ye muhtaç bırakıldı. "Kıstırılmış demokrasi"nin uzun süre ayakta kalması mümkün değildi; 1 yıl sürdü; halk yine sokaklara döküldü! Bu kez 1 yıldır ne ekonomik ne de demokratik açıdan hiçbir gelişim göstermeyen, aksine daha da gerileme gösteren Mursi halk hareketi sonucunda ordunun devreye girmesi ile devrildi. Mursi, Mısır'ın Erdoğan'ıdır. Şöyle özetleyeyim; Erdoğan'ın Türkiye'de "demokrasi" ve "sandık" üzerinden 11 yılda yaptığını, Mursi 1 yılda yapmaya çalıştı. Orduyu, yargıyı ve devlet kadrolarını tamamen Müslüman Kardeşler'in kontrolüne geçirmeye çalışmıştır. Yani Mübarek diktasının yerine bir zihniyet diktası kurmaya çalışmıştır. Sonuç ortada; Mursi artık yok.

Darbe seviciliği yaptığımı sanmayın; asla öyle bir niyetim yok. Fakat halkın sokağa dökülmesinden sonra Mursi'nin geri adım atmaması, halkı dinlememesi olağan sonucunu doğurdu, bunu kabul edelim. Darbeyi meşru göstermek gibi bir amacım yok tabii ki ama Mursi tek seçenek olarak bunu bıraktı; bunu da görelim. Aksi halde iç savaşa ramak kalmıştı. Halbuki güç (fazlasıyla!) elindeyken geçici hükümet kurabilme, erken seçime gitme kararı alabilme yetkisi vardı. O yapmadı, şimdi ordu yapıyor. Mursi orduya karşı da halkı kışkırtmaya devam ediyor.

ABD ELİYLE GELENLER, ABD ELİ İLE GİDERLER!
Mursi'yi oraya getiren de, orduya darbe yaptıran da aynı güç; bunun altını çizelim. Yani ABD artık halkın rüzgarına doğru hareket edip, ona göre oyunlar oynayarak "gelecek iktidarı belirleme" peşinde.
Aylardır Mursi'yi desteklerken, bugün halk sokaklara inince "Mursi halkı dinlemeli" deme noktasına gelen ABD, Ortadoğu'da artık çuvallamıştır. Bu kesin ve nettir.

Darbeyi açıklayan yani ordunun başındaki isim: EL-SİSİ'yi Genelkurmay Başkanı yapan kim dersiniz? MURSİ! Evet, Mübarek'in generallerini görevden alıp El-Sisi'yi göreve getiren Mursi, kendi adamı tarafından devredışı bırakıldı.

Sizce kendi adamı mıydı? Yoksa kendisi de, getirdiği adam da "birilerinin" adamı mıydı?

ABD Savunma Bakanı Chuck Hagel'in son bir haftada iki kez El-Sisi ile görüşmesi bir tesadüf olamaz herhalde...

Amerikancı ordu, Amerikancı iktidarı gönderdi. Yeniden Amerikancı iktidarı getirebilecek mi? Asıl soru bu! Ya da küresel çeteler arasında ekonomik alanda başlayan savaş, Ortadoğu'da iyice alevlenecek mi?

EL BARADEY ismine dikkat! 
2012'deki halk hareketini nasıl "Müslüman Kardeşler" çalmış, Amerikancı iktidar oluşturmuşsa, El Baradey ismi de bugün öne çıkıyor. El Baradey Rothschild'e yakındır yani İngiltere kanadına. Rockefeller-Rothschild arasındaki güçler savaşına sonra değineceğim.

Mısır halkı, hareketine sahip çıkıp darbeden sonra susmamalı, isteklerini dile getirmeye devam etmelidir. Bu temiz hareketin ordu eli ile kirletilmesine göz yummamalıdır. Aksi halde "birilerinin" bu süreci kendi lehine çevirmeleri çok daha kolay olacaktır.

Şu ana kadar süreci en doğru yorumlayan lider Beşar Esad oldu:
“Mısır’da olan şey, SİYASAL İSLAM denen şeyin çöküşüdür. Dünyanın her yerinde DİNİ SİYASAL EMELLERİNE ALET EDEN herkesin akıbeti de bu olacaktır”

Evet, Ilımlı İslam bitmiştir, emperyal-kapital düzen Ilımlı İslam'ı sömüre sömüre bitirmiştir. Artık ne Türkiye'de ne de Ortadoğu'da bu oyun tut-mu-yor!

YAŞASIN HALKLARIN DİRENİŞİ,
YAŞASIN HALKLARIN KARDEŞLİĞİ!

Dipnot: "2-3 ay sonra gider" denilen Esad 2,5 yıldır koltuğunda oturuyor ancak 1 yıl önce büyük pohpohlamalarla gelen Mursi gitti. Öyle görünüyor ki Esad, Erdoğan'ın da gidişini görmeden gitmeyecek!

29 Haziran 2013 Cumartesi

Lice olayları AKP-PKK kavgası mı? / Büyük Oyun mu?

Bugün Lice'de yaşananları anlayabilmek çok kolay değil fakat sorunun en temelinde Erdoğan'ın her konuda büyük vaatlerde bulunup, toplumda beklentiler yaratıp daha sonra beklentileri karşılayamamasının yarattığı patlama yatmaktadır.

Kesin olan bir şey var ki, artık "halkların kardeşliği" düsturu ile Amerikancı iktidarları ve Amerikanın piyon örgütlerini yıkmanın vakti gelmiştir. Kürt halkını kucaklamamız, AKP ve PKK'yı en acilinden defetmemiz gerekiyor.

Oturup analiz yapmanın çok zor olduğu bir süreç. Çünkü bir tarafta AKP diğer tarafta PKK var ve iki tarafa da güvenimiz yok. Son günlerde yaşanan ilginç gelişmeler ise beni inanılmaz bir şekilde işkillendirdi. Gayet kol kola girmiş AKPKK gitti, AKP'ye zorluk çıkarmayan PKK gitti, yerine sokaklara kendi sözde polisini çıkaran adeta provoke eden bir PKK geldi. Aynısı AKP için de geçerli.
"Demokratik hak vericez, şöyle yapıcaz böyle yapıcaz" diyen AKP gitti, PKK-BDP'nin çözüm sürecinin işleyişi için istediği yüzde 10 seçim barajının kalkması, anadilde eğitim gibi en basit talepleri bile elinin tersiyle iten Erdoğan geldi.

Bunlar normal değil beyler. Asıl BÜYÜK OYUN burada!

Benim aklıma 3 seçenek geliyor. Bunlar;

  1. Erdoğan'ın büyük vaatleri karşısında hiçbir şey alamadığı için kullanıldığını düşünen Kürt hareketi, AKP'den seçim öncesi bir şeyler koparmak istiyor, Erdoğan ise vereceği en ufak tavizde büyük oy kayıpları yaşayacağını bildiği için bunu reddediyor. 
  2. Erdoğan ipleri kopardı, "Ya ben kazanırım ya hepimiz kaybederiz" dedi 
  3. AKP-PKK pazarlığı ile Gezi ile başlayan halk hareketi PKK ile yan yana gösterilip, Erdoğan "tek vatansever lider" konumuna getirilmeye çalışılıyor. Bu gerçekleşirse MHP dibe çöker, Erdoğan dinci/milliyetçi oyların neredeyse hepsini alır ve o istediği "Başkanlık Sistemi'ne" de kavuşabilir!

Bu üçünden biri de olabilir, bambaşka bir şey de olabilir. Ciddi anlamda analiz yapmanın çok zor olduğu bir süreç. Bunun için şimdilik yanlış yönlendirmek yerine, son bir ayda bu sürece nasıl gelindi, neler söylendi, neler yapıldı bunları görmenizi istiyorum.

Aklıma ilk gelen konulardan tarih tarih derleme yaptım, çözümlemenizi bunları değerlendirerek yapın. Aklıma gelenleri de daha sonra ekleyeceğim...

GEZİ PARKI OLAYLARI SONRASI ERDOĞAN VE PKK'NIN TAVRI

1-18 Haziran 2013: Erdoğan Gezi Parkı eylemcilerine yüklenirken alakasız bir şekilde PKK ve Öcalan'dan bahsetmeye, sanki PKK'lılarla görüşen o değilmiş gibi konuşmaya, Gezi eylemcilerini PKK ile kolkola göstermeye çalıştı. Bir yandan da hem Erdoğan hem de bir kısım gazeteciler "eylemler çözüm sürecine zarar vermek için yapıldı" dedi.
14 Haziran 2013: Erdoğan "Suriye'de mezhep savaşı çıkartmak istiyorlar.." Bir kaç dakika sonra... "Reyhanlı'da 53 SÜNNİ vatandaşımız şehit edildi" dedi.
18 Haziran 2013: BDP'li Selahattin Demirtaş: "Öcalan ile müzakere yürüteceksin, çıkıp kürsüden de terörist başı, bölücü başı diyeceksin. Sen neyin başısın? Bu dil, bu üslup barış getirebilir mi?" dedi.
19 Haziran 2013: PKK'lı Karayılan “Devlet süreci sabote etmek için elinden ne geliyorsa yapıyor. Savaşa hazırlanıyor” dedi.
19 Haziran 2013: Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin BDP'lilerle görüştü. Sürecin 2. aşamasına geçildiği ifade edildi. BDP'liler 25 maddelik "demokrasi paketinin" devreye sokulmasını talep etti, hükümet yetkilileri ise "PKK'nın çekilmesinin hızlandırılmasını" istedi. Demirtaş toplantı sonrası Öcalan fotoğrafı önünde toplantının olumlu geçmediğinin sinyallerini verdi.
21 Haziran 2013: Erdoğan "ALEVİ kardeşlerimize ve vatandaşlarıma samimiyetle sesleniyorum. Bu oyunlara, tuzaklara, tahriklere karşı dikkatli olun. Huzurumuzu, huzurunuzu, istikrarı, güven ortamını bozacak, kardeşliğimizi zedeleyecek ortamlara karşı dikkatli olun" dedi.
22 Haziran 2013: Van'da askeri helikoptere PKK'lılar tarafından ateş açıldı.
25 Haziran 2013: Erdoğan: "Bu gösterilerde ALEVİ vatandaşlarımızın da kitlesel olarak yer aldığını maalesef gördük."
25 Haziran 2013: Şırnak sokaklarında PKK'nın sözde "polis gücü" devreye girdi, PKK'lılar otomobilleri çevirip kimlik kontrolü yaptı.
25 Haziran 2013: "Acaba bitecek mi?" denilen AB-Türkiye görüşmeleri, ne hikmetse normalleşmeye başladı; 22. fasıl açıldı. DİKKAT: 22. fasıl, PKK'nın da talebi olan Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nı da kapsıyor.
25 Haziran 2013: Erdoğan-Obama arasında bir saatlik telefon görüşmesi gerçekleşti.
25 Haziran 2013: PKK'lı Karayılan "barış sürecinin 3. aşaması ile birlikte Öcalan serbest kalacak, konfederalizm istiyoruz" dedi.
26 Haziran 2013: Ricciardone, Diyarbakır'ı ziyaret etti. "Şimdi -burası- çok sakin ama inşallah 'barış' çok derin köklerini bulacaktır... Diyarbakır terörizm için pardon turizm için merkez olabilir." dedi. (Dili sürçtü?)
26 Haziran 2013: PKK'nın sözde polis gücüne yönelik operasyon düzenlendi.
26 Haziran 2013: Erdoğan, "Akil İnsanlar"la buluştu, hazırladıkları raporu konuştular. 4 "akil" toplantıya katılmadı, katılanlar da memnun ayrılmadı. Toplantıda Erdoğan'ın raporda yer alan en hafif talepler arasında bulunan "Yüzde 10 seçim barajının kaldırılması" ve "anadilde eğitime" dahi karşı çıktığı iddia edildi.
27 Haziran 2013: Erdoğan'dan haber alınamıyor.
27-28 Haziran 2013: BDP Parti Meclisi ve Merkez Yürütme Kurulu toplantıları gerçekleşti; BDP meydanlara inme kararı aldı!
28 Haziran 2013: Erdoğan ve Gül'den haber alınamıyor, ikisi de Cuma'ya gitmedi.
28 Haziran 2013: Lice'de inşa edilen karakolu protesto eden grupla Jandarma arasında çatışma çıktı. Kimileri protestocu grubun tamamen demokratik bir tepki gösterdiğini iddia etti, kimi de karakola molotofla saldırdıklarını, karakolu basmaya çalıştıklarını iddia etti. 1 vatandaş hayatını kaybetti, 10 civarı yaralı var.
28 Haziran 2013: Diyarbakır Lice Kaymakamı Özer Özbek: “Sabah silahlı kişilerin protestocu grup arasında olacağı istihbaratı alındı. Kalekolu basıp işçilerin çadırını yaktılar Özel harekat havaya ateş açtı. Asla bir hedef alma durumu yok. Vurma varsa eğer kendilerini de vurmuş olabilirler” dedi.
28 Haziran 2013: AKP Genel Başkan Yrd. Hüseyin Çelik: "Kan akmıyor. Anladığım kadarıyla bu birilerini rahatsız ediyor. Birileri tekrar devreye girdi. Sosyal medyada Gezi parkı olayının Kürt versiyonu yaratılmaya çalışılıyor. Ben hayatını kaybeden vatandaşımıza Allah'tan rahmet diliyorum. Oradan bir Liceli beni aradı. Pkk'lı olduğunu söyleyen bir grup köylüleri karakol inşaatını protestoya zorladılar. Eylem şantiye çadırlarının yakılmasına molotof atılmasına döndü. 1 vatandaşımız öldü 9 kadar da yaralı var. Elbette bu olaylar hepimizi üzüyor. Bu olay meydana geldikten sonra pusuda bekleyenler, bu meseleyi Gezi Parkı'nın Kürt versiyonuna dönüştürmeye çalşıyor. "
28 Haziran 2013: BDP'li Gülten Kışanak: Tek amacı karakol inşaatını protesto etmek olan bir halkın üzerine ateş açılmış olması resmen bir katliam girişimidir. Halkımız sağduyusunu korumalı ve provokasyonlara gelmemelidir. Ancak şu da bilinmelidir ki bu alçakça saldırının hesabı sorulacaktır.
28 Haziran 2013: Erdoğan'ın TV'lerde yayınlanan "Ulusa Sesleniş" konuşmasında "Eylemciler büyük bir oyunun parçası oldular" dedi ve ekledi: "Çözüm Süreci de, bu tertiplerden etkilenmemiş, milletimizin sağduyusu sayesinde, kardeşliğimiz güç kazanmaya devam etmiştir."

Karşılıklı restleşmeler, çok masum gelmiyor bana. Gezi eylemlerinde devletin ve medyanın tavrının bir benzerinin yaşandığını görenlerden bazıları, Lice'ye "diren" çağrısında bulunuyor. Ancak bu önümüze kurulan tuzak olabilir. Plan bu olabilir yani. Gezi direnişi sonrası ABD ve AB'nin üstü kapalı tehditleri ile karşı karşıya kalan Erdoğan, bir anda iki tarafla da eski günlerine döndü. Karşılıklı restler ve jestlerin peşpeşe gelmesi benim midemi bulandırıyor. Ne olup bittiğini birkaç gün sonra Erdoğan'ın tavırlarından ve konuşmalarından daha net anlayacağız. O zamana kadar, sakinliğimizi koruyalım, tuzaklara düşmeyelim.