Genel Af etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Genel Af etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Nisan 2014 Cuma

Doğu Perinçek; Cemaat ve Genel Af konuları

Son günlerin en çok konuşulan isimlerinden biri Doğu Perinçek...

Malum, Cemaat medyasının her zaman hedefindeydi, şimdi ise yaptığı açıklamalar ile "muhaliflerin" de hedefine kondu. AKP'liler oldum olası sevmiyor zaten. Vurun abalıya...

Adam ne İsa'ya ne de Musa'ya yaranamıyor...

Peki nedir insanları hiddetlendiren?

Perinçek, F-Tipi ile mücadele konusunda "Tayyip Erdoğan'ı destekleriz" demiş. Vay efendim nasıl dermiş! Ne demesini bekliyordunuz? Fethullahçı çeteyi Türkiye'de deşifre eden ilk isimlerdendir Doğu Perinçek. Gladyo nitelendirmesini o yapmıştır. Çete sözcüğünü ilk kullananlardan biri de o olmuştur. Türkiye yıllar sonra aynı noktaya gelmiştir.

Bugünün tatlısu muhaliflerinin hoşuna gitse de gitmese de Cemaatle mücadele konusunda herkese destek verilmeli. Kim olduğunun hiç önemi yok.

Siyasi mücadelesini/savaşını sistemle değil de sistemin bir unsuru/enstrümanı olan Erdoğan ile yapmak isteyen bunu yaparken de sistemin kendisi ile hesaplaşmayı esgeçen "muhalif" kusura bakmayın ama "küçük adam"dır.

Gülen Cemaati, Türkiye'deki en büyük iç tehdit unsurudur. Yok edilmesi kaçınılmazdır. Bunun kimin elinden geldiği bizi sadece tespit yaparken ilgilendirir, yoksa Erdoğan'ı kaderi, kendisini sistemin içerisindeyken sistemle çatışmaya ittiği için bundan alınıp/gücenip, "desteklememek" tam bir Y-CHP kafasıdır.

GENEL AF KONUSU

Perinçek'in 5N1K'da dile getirdiği "Genel af" söylemi de çok tartışıldı, özellikle milliyetçi cepheden çok tepki gördü. Bu tepkilere kızmıyorum, duygusal tepkilere kızılmaz. Aynı zamanda Perinçek'in sunduğu genel af istemine toplum henüz hazır olmadığını da gösterir. Konuşulması/tartışılması bir kayıp değil, kazançtır. Ancak programı izleyemeyip sadece "genel af" söylemi üzerinden kılıç kuşanıp Perinçek'e savaş açmak pek ahlaki değil.

Öncelikle, Perinçek'in PKK sorununa yönelik sunduğu kalıcı çözümü beğenmiyorsak, alternatif çözüm programımız olmak zorunda.

Önce sorunun temeline inelim.

Ne diyor Perinçek?

"Şu anki çözüm süreci bir çözülme sürecidir. Güneydoğu'da özerklik ve küçük hükümetçikler kurma çalışmaları var."

Doğru mu? Doğru...

Ekliyor;

"Yapılması gereken, PKK'nın silah bırakıp örgütü lağvetmesi ve bununla birlikte bir genel af çıkarılması"

Dikkat edin, "genel af çıkaralım da sonra keyfiniz isterse silah bırakırsınız" demiyor. İki önkoşul sunuyor; Silah bırak, örgütü lağvet! Akabinde genel af çıksın.

Şimdi buna refleksif olarak tepki göstermek mümkün tabii. Tepki verenlere hak verebileceğim manevi gerekçelerim de var. Ancak alternatif çözüm aklınıza geliyor mu? Mesela ne yapılabilir? 10 bine varan PKK'lı, yüz binlerce sempatizanı (potansiyel PKK'lı) bu topraklarda yaşıyor. Ve artık hükümet sayesinde legalite de kazanmış durumdalar. Çünkü Kürt açılımı adıyla başlayan sürecin tek muhattabı Abdullah Öcalan!

Perinçek'in bu teklifinin özeti aslında şudur; PKK'yı emperyalistlerin elinden çekip alalım, kendi içimizde bu sorunu çözelim. Bu da tabii ki toplumsal barışı ve genel affı kaçınılmaz kılıyor.

Bu kadarıyla kalmıyor. Bu meselenin başlangıcını oluşturuyor. Şöyle ki; diyelim PKK örgütü lağvetmeyi reddetti ve silahlı eylemlerden vazgeçmedi. Burada Perinçek'in ikinci planı devreye giriyor. Genel affı reddettiği için toplumsal zeminde meşruiyeti sıfıra düşecek olan PKK, savunmasız kalacak. Türkiye, yaptırım gücünü rahatça uygulayabilecek. Bunu da bölge ülkeleri ile yapacak.
Perinçek'in kafasında oluşturmuş olduğu Türkiye-Suriye-Irak-İran-Azerbaycan cephesi ile bölgede terör örgütlerine karşı ortak hareket ile çok rahatlıkla PKK yok edilebilir.

İşçi Partisi, parti programında Kürt meselesine yaklaşımını şöyle ifade etmiş durumda yıllar önce:

6. Kürt Meselesine Emperyalist Müdahaleye Son 
Türkiyemizde Kürt meselesi, demokratik hak ve özgürlükler açısından esas olarak çözülmüştür. Ülkemizde iç barışı, bütünlüğü ve kardeşliği sağlamak için esas görev, emperyalist müdahaleye karşı birleşmek ve direnmektir. 

Bu amaçla izlenecek siyasetler ve yerine getirilecek görevler şunlardır:

- Kürt kökenli yurttaşlarımızın millî bütünlüğe kazanılması ve Cumhuriyet’in devrimci kültürünün hakim kılınması,

- Bölgede kamu yatırımlarıyla herkese iş ve aş sağlanması, çok boyutlu bir kalkınmanın gerçekleştirilmesi,

- Toprak reformuyla ağalık, şeyhlik ve aşiret reisliğinin tasfiyesi, hazine topraklarının ve mayından temizlenmiş arazilerin yoksul köylüye dağıtılması, 

- Bölücü teröre karşı kararlı ve kapsamlı mücadele,

- Irak’taki işgalci güçlerin çekilmesi ve Irak’ın toprak bütünlüğünün sağlanması,

- Suriye, İran, Irak, Azerbaycan ve KKTC ile bölgesel ittifak.

Bu gerçekleri ve sorunun bugün getirilmiş olduğu noktayı kabul ettikten sonra PKK'yı "bitirmek" için önünüzde 3 seçenek kalıyor.

1. Hükümetin şu anda yürüttüğü "kanı durdurup, özerkliği ve bölünmeyi kabul etme" süreci.
2. İç savaşı da göze alarak toplu kıyımlar yapmak yani devlet eli ile savaşa yönelmek.
3. Perinçek'in sunduğu PKK'nın lağvedilip, genel afla toplumsal barış zemininin yaratılması.

1'inci seçeneğin hatalı olduğunu hep beraber gördük. 2'nci seçeneğin uygulanabilir yanının düşük olduğunu, insani olmadığını, sorunu daha büyük hale getireceğini söylememe gerek yok herhalde.
Geriye ne kalıyor? 3'üncü seçenek.
Bu seçeneğin de bazı siyasi zaaflar yaratma ihtimali var tabii ki. Genel afla her şey bitmiyor, siyasal mücadeleleri bölücülük üzerinden devam ederse elbette devlet buna bir "dur" diyecektir. Bu da karşı tarafı yine perçinleyecektir.

Varsa aklınıza gelen gerçekçi bir çözüm yolu, buyrun söz sizde. Ama sırf klavye başında tatlısu milliyetçiliği yapmak adına sivri çıkışlar yapacaksanız hiç gereği yok, kendinizi yıpratmayın.

17 Kasım 2013 Pazar

AKP'nin Diyarbakır rezaleti / Dış politikada "çark" vakti

Dünkü Diyarbakır rezaleti,
1. Erdoğan'ın yıllardır uyguladığı Kürt politikasının basamaklarından bir tanesi. Yani zamana dayalı. "Normalleşme" adı altında insanların algıları ile oynayarak, inançları üzerinde manipülasyonlar yapmaya/psikolojik savaş yürütmeye dayalı...
2. Çuvallanan dış politikada yeni yollar açma çabası.
3. Tıkandığı söylenen "Çözüm sürecinde" bir şeyler yapmış görünmek, seçimlere bununla girmek.

Konuşmada dikkat çeken önemli bir nokta, "cezaevlerinin boşaltılacağı" mesajının verilmesi. Bu noktaya yani geleceğimizi, konunun genel affa varacağını yıllar evvel söyledik. Toplum buna hazır hale getirilmesi için hukuka olan güvenleri zedelendi, inandırıcılığını yitirmiş davalarla Genelkurmay Başkanı dahi "terörist" sıfatı ile cezaevine tıkıldı.
(Bkz: Genel affa doğru / Apo'yu sempatikleştirme / Kürt baharıGenel affa doğru 2 / İkinci Kürt açılımı / Türk ordusu neden tasfiye edildi?)

Erdoğan dün Diyarbakır'da Barzani'ye övgüler yağdırıp Kürdistan'dan söz ettiği saatlerde Barzani'nin partisi PDK'nın resmi Facebook hesabında paylaşılan Kürdistan haritasına dikkat edin.


Yıllar evvel "Diyarbakır BOP'un merkezi olabilir" diyen Erdoğan'ın eşbaşkanlık yaptığı BOP haritasındaki "Özgür Kürdistan"a ne kadar da benziyor...



Ayrılıkçı Kürtlerin hayallerini süsleyen Kürdistan, aslında birilerinin İsrail için kurmak istediği tampon bölgeden başka bir şey değil.

Eşbaşkan ve kuklalar görevini yapıyor. Peki ya biz?

Ama pardon; biz faşist, cahil, statükocuyduk değil mi? Onlar ise zeki, demokrat, liberal, özgürlükçü, yenilikçi.

Bugün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkes vebal altında. Kimse ileride "bilmiyordum, görmedim, anlamadım" deme lüksüne sahip değil.

//////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////

Suriye'de stratejik hamle yapan PYD'nin Esad'la birlikte kazanan taraf olduğunu da görelim. Evet, Suriye'de kaybeden AKP haricinde bir de Barzani/PKK/ bloku var. El Kaide'nin Suriye'deki Kürtlere adeta katliam derecesinde saldırılar düzenlemesi karşısında PYD'nin Kürtleri sahiplenmesi, Kandil'de Kürtçülük oynayan PKK'lıların ve daha dün Diyarbakır'da şov yapan Barzani'nin yüzüne şamar gibi indi. Çünkü göbekten bağlı oldukları Amerika, onlara Suriye'de bir Kürt devleti vaad etmişti ve bunun için de Esad'ın indirilmesi gerekiyordu. PYD stratejik davranarak, Esad'dan sonrasının kendileri için bir son olduğunu gördü ve varlığını sürdürebilmek için Esad'ın yanında yer aldı.

Yani Erdoğan-Barzani buluşması, bir açıdan da "kaybedenlerin buluşması". 

//////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////

Çok tuhaf bir süreçten geçiyoruz.

ABD, uzun zamandan sonra ilk kez bu kadar büyük bir tokat yedi. ABD-Türkiye-Suudi Arabistan-Katar işbirliği Suriye'de Rusya/İran duvarına çarpınca geri vites yapıp sessizleşmeye başladı. ABD diplomasiye yöneldi. Arabistan/Katar tamamen konudan uzaklaştı. Ama ABD gazı ile Ortadoğu'nun hakimi olacağını sanan Erdoğan olayı kişiselleştirip bir süre daha aynı dış politikada ısrarcı oldu.

Bugün gelişmelere bakınca, AKP'nin yavaş yavaş Suriye politikasından geri adım atmaya çalıştığını görüyoruz. Mecbur bırakıldı. AKP radikal terör örgütlerini desteklemeye devam etseyd, uluslararası camiada terörist destekçisi sıfatı yemesi hiç de zor değildi. Henüz bu olaydan kurtulmuş da sayılmaz. "Kurban" vermek zorunda. Fidan'ı, Davutoğlu'nu vermezse, El Kaide-El Nusra'yı Türkiye'de besleyen İHH gibi kuruluşları kurban vermek zorunda. Ya da kendi deyimi ile "yedirmek" zorunda kalacak.

Erdoğan çuvalladığı dış politikada değişikliklere gitti. Dikkat edin;
Hakaretler yağdırdığı Maliki ile arayı düzeltmeye çalışıyor. Maliki'yi davet ediyor, daha sonra Irak'ı ziyaret edeceğini söylüyor.
Arasını bozduğu İran'la "nasıl barışırım" diye düşünüyor.
Müslüman Kardeşler'i gazlayıp iç savaş noktasına getirdiği Mısır'ın "gönlünü nasıl alırım" diye düşünüyor, çekmiş olduğu büyükelçisini geri gönderiyor.
Rusya ile de bir kaç enerji anlaşması yapıp gönüllerini almaya gidecektir muhtemelen.

Ortadoğu'nun hükümdarı olma gazıyla Müslüman Kardeşler'le ve küresel terörizmle Sünni blok kurma amacına giren Erdoğan, Şii/Nusayri/Alevi blokuna açmış olduğu savaştan vazgeçince tarafların onu affedeceğini düşünüyor. Bunun bedelini elbette ödeyecek. Bugün olmasa da, yarın...

19 Aralık 2012 Çarşamba

Genel affa doğru / Apo'yu sempatikleştirme / Kürt baharı

Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy, Amirallere Suikast vb. tertip davalarının vicdanlarda yarattığı rahatsızlık ortada. Henüz bitmeyen yargılamalar var ama onlara da yargılama denilemeyeceği için, sonuç şimdiden belli: ağır hapis cezaları.

Aslında amaç da bir süredir belli.

Bu davalarda o denli bir mağduriyet yaratılacak ki, kamu serbest kalmaları için her şeyi göz önüne alacak. Genel affı bile!..Bundan PKK/KCK tutukluları da yararlanacak. Plan bu...

Konu ile ilgili ilk açıklamalar hemen türemeye başladı zaten. Eski Yargıtay Başkanı Sami Selçuk, Ergenekon'daki hukuksuzluklara yönelik mağduriyetin giderilmesi için genel af öneriyordu.

Öcalan genel aftan yararlanabilir mi? Cevap aramamız gereken soru bu...

Geçtiğimiz aylardaki "açlık grevleri" malumunuz 68 gün sürdü. Açlık grevleri, "ölümcül" aşamaya geldiği sırada kronolojik şekilde "ilginç" olaylar yaşandı. Bakın bakın neler olmuş!

14 Kasım'da Apo'nun kardeşi Mehmet Öcalan açıklama yapıyor: Seneye kürt sorunu çözülecek ve ağabeyim serbest kalacak! + Ağabeyinin mesajını iletiyor: Yeni gelişmeler olacak! (Bkz)
16 Kasım'da Bülent Arınç durduk yere bir açıklama yaptı. "Açlık grevleri her an bitebilir" dedi. (Bkz)
17 Kasım'da Apo, kardeşi Mehmet Öcalan'la haber yolladı: Açlık grevlerine son verin! (Bkz)

Vaay anasını yaa...

Bir yandan "bunlar açlık grevi yapmıyor, yalaaannn böhğğüüüü" diyen bir yandan da ip sallandıranlar, diğer bir yandan Öcalan'la neyin pazarlığını yaptı acaba?

Gelelim Öcalan'a prestij kazandırma meselesine...

Şehit cenazelerine haber bültenlerinde fazla yer verilmesini "terör örgütünün propagandası" olarak nitelendirip yasaklayan hükümet bugün terör örgütünün nasıl propagandasını yapıyor bakın.

Açlık grevini büyük bir fedakarlıkla(!) bitirten Öcalan, basın sayesinde "kurtarıcı lider" gibi oldu. Çocuk katili gitti, yerine kahraman geldi amk.

Bu ilk aşamaydı.

İkinci aşama ise Bülent Arınç'ın sözleri ile başladı. İzleyelim.


Gülten Kışanak'la empati yapıp "Ben de dağa çıkardım" diyen Bülent Arınç, daha sonra da üç arkadaşın hikayesini anlatıyor.

Neymiş efendim, bunlar beraber okuyormuş, beraber namaz kılıyormuş. Birinin adı Durmuş Yılmaz, birinin adı Yakup İnce diğerinin adı ise Abdullah Öcalan'mış!

Vay efendim vay.

Lider Öcalan(!) yetmedi, şimdi de dindar Öcalan geldi.

Hükümeti eleştirdiği için "halkı silahlı isyana teşvik" etmekle suçlanan gazeteciler yıllardır tutuklu lan bu ülkede.  Bunlar ney amk? Terörist başını övmek, terör örgütünü meşru kılmak değil mi?

Arınç bu açıklamaları ile adeta "domino"ya start verdi. Bu açıklamalardan sonra medya, mal bulmuş mağribi gibi bu konuya atladı. İlk durakları üç kişilik hikayedeki AKP'li Durmuş Yılmaz oldu.

Taha Akyol'a konuşan Durmuş Yılmaz, Öcalan'ı şöyle tarif etti:
"Evet dindar biriydi. Namazını kılardı. Hemen hepimiz gibi Anadolu'dan, köyden büyük şehre gelmiş bir öğrenciydi. Mütevazı, çekingen biriydi. Hatta pasif diyebilirim."

Medyanın bir sonraki durağı ise hikayedeki diğer isim Yakup İnce oldu.

Yakup dayı da şöyle diyor:
"O dönem Maltepe'de camiye beraber giderdik. O bizimle gelmek istedi. Bir gün bir arkadaş ben, Abdullah Öcalan ve Durmuş Yılmaz'ı Risale-i Nur talebelerinin evine davet ettiler. Ben o anda 'Abdullah sen okula git' dedim. Eğer o gün git demeseydim Nurcu olmuştu.

İzleyin...


Yakup İnce, "Öcalan'a 'git' demeseydim Nurcu olacaktı" diyor... Bu kadar emin konuştuğuna göre hikayedeki üç kişiden ikisi nurcu olmuş belli ki.

Hitler'in propaganda bakanı Joseph Goebbels ne diyordu:
“Yeterince tekrar ederseniz ve halkın psikolojisinden anlarsanız, bir karenin hakikatte bir çember olduğunu ispat etmeniz imkânsız değildir. Bunlar yalnızca sözcüklerdir ve sözcükler kılık değiştirtilerek onlara fikirleri giydirene kadar bir kalıba sokulabilirler.”

Bugün yapılan da budur... Önümüzdeki süreçte Öcalan'ın daha çooook hikayelerini dinleyeceğiz ve Öcalan'ın PKK/KCK/BDP'nin eylemlerine yönelik vicdani yüzü(!) ile karşılaşacağız. Demedi demeyin.

2003'te AKP'nin onayladığı uluslararası İkiz Yasalar, Türkiye'de tıpkı Arap ülkelerindeki gibi bir "bahar"ın hakkını tanıyor. Yasayla, devlet içerisinde yaşayan ve kendisine "halk" diyen kitlelere "kendi kaderini tayin etme hakkı" tanınmış oldu. BDP'lilerin "Kürt halkı" vurgusunun sebebi budur.

BDP Eşbaşkanı Ahmet Türk 8 Haziran 2011'de ne demişti?
"Demokratik özerklik dünyanın her yerinde merkezi hükümetler ile uzlaşarak anlaşarak, yürütülen bir çalışma. Ama tabi ki hükümet, devlet Kürtlerin bu taleplerini görmezlikten gelirse Kürtler kendi örgütlenmesini iç dinamiklerini gündeme getirerek, kendi kendini yönetme gibi bir çalışmayı başlatır." (Bkz)

Olası bir "Kürt baharı"nın zemini yasal olarak zaten hazır anlayacağınız. Sadece start verilmesi kaldı.

5-6 Aralık'ta Avrupa Parlamentosu’nda düzenlenen "AB, Türkiye ve Kürtler" (9. Uluslararası Kürt Konferansı) adlı konferansta bu açık açık dile getirildi.

Toplantıda hemfikir olunan konu: "Kürt baharının zamanı geldi!"

Katılımcılardan İsrailli akademisyen Ofra Bengio (Tel Aviv Üniversitesi Moşe Dayan Merkezi Kürt Araştırmaları bölümü başkanı) “Son yıllarda PKK bölgede güçlendi. İsrail’in geleceği için bu çok önemli, İsrail’in desteği sürecek” dedi ve ekledi: Sıra "Kürt baharı"nda...

BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş: ‘Bir tarafın en önemli aktör olarak gördüğü kişiyi, bir adada tutarak sonuç alamazsınız. Şartlar eşitlenmeli. Öcalan İmralı’dan çıkarılmalı. Ama önce silahları bırakın demek müzakerenin ruhuna terstir. BDP Öcalan’la görüşebilmeli.

Gazeteci Cengiz Çandar da, "Kürt baharı"nı dile getirdi ve “Türkiye, PKK’yı ve onun temsilcilerini tanımak zorunda kalacak. Biz bunun için çalışacağız. İsrailli dostum Ofra Bengio da bunun için çaba harcayacak” dedi.

Konferansa katılanlar arasında Türkiye’den AKP'li milletvekili Galip Ensarioğlu, CHP'li Rıza Türmen, BDP'li Aysel Tuğluk ve Selahattin Demirtaş vardı. Gazeteciler arasında ise Cengiz Çandar, Hasan Cemal, Serdar Akinan, Ahmet Şık, Nuray Mert gibi isimler vardı.

Konferansta tüm devletler 'PKK'yı terör örgütü listesinden çıkartmaya' davet edildi, Türk hükümetine "Yeni Anayasa" sözü hatırlatıldı.

Türk hükümeti ile PKK arasında başlatılması istenilen yeni müzakere sürecinin yol haritası ise şöyle belirlendi:
  • Türkiye, AB’ye üyelik zorunluluklarına cevap olmak için daha fazla reform yapmalı.
  • Sayın Öcalan’ın müzakerelerde tam bir rol oynayabilmesi için koşulları düzenlenmeli.
  • Türkiye ve Kürtler arasında doğrudan görüşmeler derhal ve koşulsuz olarak başlamalı.
  • AB, Türkiye ile Kürt temsilciler arasında müzakere ve diyalog için resmi destek vermeli.
  • Daha geniş müzakereli bir barış süreci için genel siyasi bir af zemini hemen yaratılmalı.
  • Müzakereyi kolaylaştırmak için devletler PKK’yi ‘terörist örgütler’ listesinden çıkarmalı.
  • Adli reform onbinlerce Kürt’ün cezaevlerinden çıkmasını sağlayacak şekilde genişletilmeli.
  • Türk makamları müzakereler temelinde yeni demokratik ve sivil anayasa sözünü tutmalı.
Adli reform (4. yargı paketi) ve yeni anayasa kim için hazırlanıyormuş anladınız mı?

Bu oyun tutmaz. PKK sorununun temelli çözülmesi karşılığında bile bu millet Öcalan'ın serbest kalmasına göz yummaz, yumamaz. Fakat KCK tutukluları ve "terör örgütü yandaşları" bir şekilde serbest bırakılacak. Bu da Kürt Baharı'na(!) kapı aralayacak. Küresel güçlerin planı açıkça bu. Fakat dikkat ederseniz, hiçbir planda hiçbir konferansta Türk milletinden ve göstereceği tepkiden söz edilmiyor. Bu milleti hala tanıyamadıkları buradan belli...