26 Aralık 2012 Çarşamba

Tevhid Dini vs. Şirk Dini / Dincilere Balyoz Operasyonu

N’aber la?

Biraz din konularına gireceğim bu yazıda. “Sofu, dinci, bıdıbıdı” muhabbetlerine girecekler okumasın. Kur’an’dan da örnekler vererek  sosyal saptamalarım olacak.

Şimdi, bugünkü “Müslüm”lerin durumu ortada. Para gani… Ama konu namaz, oruç, hac olunca hemen yerlerinden fırlıyorlar, ellerine su dökülmüyor. En büyük Müslümanlar bir anda onlar oluyor…

Öncelikle dini hacı hocalardan ve kulaktan dolma öğrenen bir millet olduğumuz gerçeğini göz önünde bulunduralım. Ülkede Kur’an’ı hatmeden yüzbinlerce insan varken, baştan sona Türkçe mealini okuyan çok az insan vardır bu ülkede.

Neden ulan ? Neden yani. Bunu Arapça okuyunca rahmet mi akacak başından aşağıya? Kitap abicim bu, kutsal kitap! Hatta ilk emri “OKU” olan bir kitap. Bu yüzden bana göre, Kur’an’ın en esaslı emri (inanç ve imandan sonra) okumaktır. Namaz, oruç değil…

Namaz dinin direği midir?

Böyle bir hadis rivayet ediliyor. Öncelikle şunu belirtmem şart; Kur’an varken çok açık söylüyorum hadislere yönelmek pek doğru değil. Hadislerin inkar edin demiyorum ama bugün ortalıkta hadis diye dolaşan bir çok sözün uydurma olduğuna inanıyorum.

“Namaz dinin direğidir” sözü de hadis değil, bir özdeyiş, bir vecizedir. Bu vecize, bugünkü dinci takımına çok “bedava” geldiği için sımsıkı sarılmış durumdalar. Dini “namaz”a indirge, beş vakit yat-kalk cennetlik ol! Ne alâ!

Namazın “dinin direği” olduğunu savunanların temel tezi, Kur’an’da çok yerde “namaz kılın” yazdığı iddiasıdır. Bu iddia da doğru değildir. Şöyle ki, Kur’an’da geçen salât kelimesi, her ne kadar bir çok mealde “namaz” olarak çevrilmişse de anlam itibarı ile dua etmek, zikretmek, şükretmek gibi bir çok “ibadeti” kapsar. Bunun farkına varan ilim adamları, artık yeni çevirilerde sadece namaz yazmak yerine namaz kılın/dua edin gibi çeviriler kullanmaya başlamıştır.

Emeviler döneminde İslam’ın temiz yüzü, Emevi kapitalizmine, zulmüne yenik düşmüştür. Çünkü Emeviler, kendi çıkarları için Allah’ı ve Peygamber’ini kullanmaktan hiç kaçınmamışlardır. Tarihteki en büyük “din sömürücüsü” Emevilerdir. Bugün biz “dinci” dediğimizde bize “din düşmanı” muamelesi yapanlar, bizim asıl hedefimizin bu “din sömürücüleri” olduğunun farkında değiller.

Emeviler, kendi doğrularını halka dayatmak için yüzbinlerce hadis uydurmuşlardır. Hadislere uzak durmaya çalışmamın temel sebebi budur. Hatta bu zihniyetten gelen onlarca bazı hadislerin, bazı ayetlerin hükmünü kaldırabileceğini iddia etmiştir. Fıkıhta buna “nesh etmek” deniliyor. Düşünsenize, son kitap olan Kur’an, yani tüm insanlığa ve tüm zamana indirilen Kur’an’ın bir ayeti, Peygamber sözü ile düzeltiliyor/devre dışı bırakılıyor. Bunu hangi akıl, mantık açıklayabilir? İşte bu Emevi İslamı’nın (şirk dini) dayatmasıdır, şirktir.

Şirk konusuna gelince…

Yine Emevilerin İslam’a yaptığı en büyük kötülüklerden biri şirk konusunu tabiri caizse “örtmeleri”dir. Bizim ‘kulaktan dolma müslümanlık’ yaşayan milletimiz, şirke iki anlam üzerinden yaklaşmıştır. Birincisi Allah’a inanmamak (ateizm), diğeri ise kalıplaşmış tabiri ile; Allah’a ortak koşma. Öncelikle ateizm şirk değildir, bunu bilelim. Ateizm diye bir şey de yoktur bana göre, bu da ayrı bir konu.

Onlara "Gökleri ve yeri kim yarattı, Güneş'i ve Ay'ı kim boyun eğdirdi?" diye sorarsan, mutlaka şöyle diyecekler: "Allah!" Peki nasıl döndürülüyorlar? (Ankebut, 61)

Görüldüğü üzere şirk, Allah’ın varlığına inananları kapsayan bir kavramdır.

Şirkin “Allah’a ortak koşma” olduğunu bilenler, şirkin en büyük günah olduğunu da kabul ederler ama “bilmemne hocaefendi”den dua dilenirler… Bilmemne hazretlerinin kabrine gidip kendisinden şefaat etmesini isterler.

Bundan alâ şirk mi olur olum?

İslam’da Allah ile kulun arasına kim girebilmiş ki bilmemne efendi girecek? Hazır yaşıyorsun, henüz ölmemişsin, kendin dua etsene Allah’ına… Kendi yaratanına en yakın olduğun yer namaz… Namaz kılsana… Ama yooook, olur mu? Hedehödö hocaefendi hazretleri senin yerine dua edecek, sana şefaat edecek, çünkü o Allah dostu dimi… Böylece cehennemden kurtulacaksın dimi… Oraya gidince görürsün ebeninkini tersten, gavat seni...

“Sen ne kadar şiddetle arzulasan da, insanların çoğu iman edecek değildir. (Yusuf, 103)

Ve 3 ayet sonra, en vurucu şirk cümlesi geliyor…

“Onların çoğu şirk koşmadan Allah'a iman etmezler.” (Yusuf, 106)

Evet, insanların çoğu şirk içindedir. İslam dünyasında bugün “cemaat” adı altında toplananların büyük bir kısmı şirk içindedir. Çünkü cemaat liderlerine karşı “biat” etmektedirler.  Biat nedir? "Bundan böyle İstanbul’un sefiri Süleyman Çakır'dır, biat edin." Eheheh. Gülme tamam.

Biat, egemenliğin, üstünlüğün kabulüdür. Halbuki Kur’an’a göre üstünlük ancak ve ancak takvaya göredir. Takvaya ise insan değil, Allah karar verir. Çünkü din, Allah ve insan arasındadır. Yani kimin üstün olduğunu ancak Allah bilir.

"Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün olanınız, takvaca en ileride olanınızdır." (Hucurat Suresi, 13)

Dikkat edin. Bunlar, sosyal devlette devrim niteliğindeki ayetlerdir. İndiği zaman da öyleydi, bugün de hala öyle! Çünkü hala güç ve sermaye sahipleri kendilerini üstün görmekte birileri de onlara biat etmekte. Bugün ister cemaatlerde ister siyasette “biat edilen kişi” eleştirilmez kabul edilmektedir.

Kimin üstün olduğunu ancak Allah biliyorsa, birilerinin önünde secdeye kapanmanın, ona “Allah dostu” demenin, kendini “Allah kulu” görmenin, Allah’la kendisinin arasına “aracı koymanın” tevhid inancı ile alakası nedir?

Neymiş efendim, onlar “Allah dostu oldukları için, Allah’la kendileri arasında “yaklaştırıcı”ymış.
Kaf Suresi 16 ayette Allah şah damarınızdan daha yakınım derken, hala neye “yaklaştırıcı” arıyorsunuz pezevenkler.  

Yetmiyorsa kafanıza balyoz gibi iner şu ayet:
“Gözünüzü açıp kendinize gelin! Arı duru din yalnız ve yalnız Allah'ındır! O'ndan başkasını veliler edinerek, "biz onlara, bizi Allah'a yaklaştırmaları dışında bir şey için kulluk etmiyoruz." diyenlere gelince, hiç kuşkusuz Allah onlar arasında, tartışıp durdukları konuyla ilgili hükmü verecektir. Şu bir gerçek ki, Allah, yalancı ve nankör kişiyi iyiye ve güzele kılavuzlamaz.” (Zümer Suresi, 3)

İslam’da, Ruhban sınıfı yoktur aga. Yakınlaştırıcı arıyorsanız başka dinlere yönelebilirsiniz. Gidip günah falan çıkartırsınız ne bileyim. İslam’ı Hıristiyanlaştırmaya gerek yok, Hıristiyanlık var orada; buyrun.

“Balyoz operasyonu”na devam edelim;
“Şefaat tümden ve sadece Allah’ın elindedir. (Zümer Suresi, 44)

İbadetlere de şirk sokmak diye bir durum mevcut. Sünnet namazları, bugün bazı kesimler tarafından amacından saptırılmıştır. Sünnet diye bir ibadet yoktur. Sünnet, Hz. Peygamber’in ibadet şeklidir. Hz. Peygamberin şefaatini kazanmak için namaz kılmak, onu ilahlaştırmaktır. Halbuki namaz sadece ve sadece Allah’a yakarıştır, duadır, övgüdür, şükrandır.  

Hiç kuşkusuz, mescitler/secdeler Allah içindir. O halde, Allah ile birlikte bir başkasına yakarmayın/Allah'ın yanında bir başkası için çağrıda bulunmayın. (Cinn Suresi, 18)

Bu yazının ikinci bölümü dincilerin para sevgisi üzerine olacak. 

Çav bella...

Not: Bunu okuyan şunu da okusun: Onların Tanrısına İnanmıyoruz / Makas-ı Şerif

19 Aralık 2012 Çarşamba

Genel affa doğru / Apo'yu sempatikleştirme / Kürt baharı

Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy, Amirallere Suikast vb. tertip davalarının vicdanlarda yarattığı rahatsızlık ortada. Henüz bitmeyen yargılamalar var ama onlara da yargılama denilemeyeceği için, sonuç şimdiden belli: ağır hapis cezaları.

Aslında amaç da bir süredir belli.

Bu davalarda o denli bir mağduriyet yaratılacak ki, kamu serbest kalmaları için her şeyi göz önüne alacak. Genel affı bile!..Bundan PKK/KCK tutukluları da yararlanacak. Plan bu...

Konu ile ilgili ilk açıklamalar hemen türemeye başladı zaten. Eski Yargıtay Başkanı Sami Selçuk, Ergenekon'daki hukuksuzluklara yönelik mağduriyetin giderilmesi için genel af öneriyordu.

Öcalan genel aftan yararlanabilir mi? Cevap aramamız gereken soru bu...

Geçtiğimiz aylardaki "açlık grevleri" malumunuz 68 gün sürdü. Açlık grevleri, "ölümcül" aşamaya geldiği sırada kronolojik şekilde "ilginç" olaylar yaşandı. Bakın bakın neler olmuş!

14 Kasım'da Apo'nun kardeşi Mehmet Öcalan açıklama yapıyor: Seneye kürt sorunu çözülecek ve ağabeyim serbest kalacak! + Ağabeyinin mesajını iletiyor: Yeni gelişmeler olacak! (Bkz)
16 Kasım'da Bülent Arınç durduk yere bir açıklama yaptı. "Açlık grevleri her an bitebilir" dedi. (Bkz)
17 Kasım'da Apo, kardeşi Mehmet Öcalan'la haber yolladı: Açlık grevlerine son verin! (Bkz)

Vaay anasını yaa...

Bir yandan "bunlar açlık grevi yapmıyor, yalaaannn böhğğüüüü" diyen bir yandan da ip sallandıranlar, diğer bir yandan Öcalan'la neyin pazarlığını yaptı acaba?

Gelelim Öcalan'a prestij kazandırma meselesine...

Şehit cenazelerine haber bültenlerinde fazla yer verilmesini "terör örgütünün propagandası" olarak nitelendirip yasaklayan hükümet bugün terör örgütünün nasıl propagandasını yapıyor bakın.

Açlık grevini büyük bir fedakarlıkla(!) bitirten Öcalan, basın sayesinde "kurtarıcı lider" gibi oldu. Çocuk katili gitti, yerine kahraman geldi amk.

Bu ilk aşamaydı.

İkinci aşama ise Bülent Arınç'ın sözleri ile başladı. İzleyelim.


Gülten Kışanak'la empati yapıp "Ben de dağa çıkardım" diyen Bülent Arınç, daha sonra da üç arkadaşın hikayesini anlatıyor.

Neymiş efendim, bunlar beraber okuyormuş, beraber namaz kılıyormuş. Birinin adı Durmuş Yılmaz, birinin adı Yakup İnce diğerinin adı ise Abdullah Öcalan'mış!

Vay efendim vay.

Lider Öcalan(!) yetmedi, şimdi de dindar Öcalan geldi.

Hükümeti eleştirdiği için "halkı silahlı isyana teşvik" etmekle suçlanan gazeteciler yıllardır tutuklu lan bu ülkede.  Bunlar ney amk? Terörist başını övmek, terör örgütünü meşru kılmak değil mi?

Arınç bu açıklamaları ile adeta "domino"ya start verdi. Bu açıklamalardan sonra medya, mal bulmuş mağribi gibi bu konuya atladı. İlk durakları üç kişilik hikayedeki AKP'li Durmuş Yılmaz oldu.

Taha Akyol'a konuşan Durmuş Yılmaz, Öcalan'ı şöyle tarif etti:
"Evet dindar biriydi. Namazını kılardı. Hemen hepimiz gibi Anadolu'dan, köyden büyük şehre gelmiş bir öğrenciydi. Mütevazı, çekingen biriydi. Hatta pasif diyebilirim."

Medyanın bir sonraki durağı ise hikayedeki diğer isim Yakup İnce oldu.

Yakup dayı da şöyle diyor:
"O dönem Maltepe'de camiye beraber giderdik. O bizimle gelmek istedi. Bir gün bir arkadaş ben, Abdullah Öcalan ve Durmuş Yılmaz'ı Risale-i Nur talebelerinin evine davet ettiler. Ben o anda 'Abdullah sen okula git' dedim. Eğer o gün git demeseydim Nurcu olmuştu.

İzleyin...


Yakup İnce, "Öcalan'a 'git' demeseydim Nurcu olacaktı" diyor... Bu kadar emin konuştuğuna göre hikayedeki üç kişiden ikisi nurcu olmuş belli ki.

Hitler'in propaganda bakanı Joseph Goebbels ne diyordu:
“Yeterince tekrar ederseniz ve halkın psikolojisinden anlarsanız, bir karenin hakikatte bir çember olduğunu ispat etmeniz imkânsız değildir. Bunlar yalnızca sözcüklerdir ve sözcükler kılık değiştirtilerek onlara fikirleri giydirene kadar bir kalıba sokulabilirler.”

Bugün yapılan da budur... Önümüzdeki süreçte Öcalan'ın daha çooook hikayelerini dinleyeceğiz ve Öcalan'ın PKK/KCK/BDP'nin eylemlerine yönelik vicdani yüzü(!) ile karşılaşacağız. Demedi demeyin.

2003'te AKP'nin onayladığı uluslararası İkiz Yasalar, Türkiye'de tıpkı Arap ülkelerindeki gibi bir "bahar"ın hakkını tanıyor. Yasayla, devlet içerisinde yaşayan ve kendisine "halk" diyen kitlelere "kendi kaderini tayin etme hakkı" tanınmış oldu. BDP'lilerin "Kürt halkı" vurgusunun sebebi budur.

BDP Eşbaşkanı Ahmet Türk 8 Haziran 2011'de ne demişti?
"Demokratik özerklik dünyanın her yerinde merkezi hükümetler ile uzlaşarak anlaşarak, yürütülen bir çalışma. Ama tabi ki hükümet, devlet Kürtlerin bu taleplerini görmezlikten gelirse Kürtler kendi örgütlenmesini iç dinamiklerini gündeme getirerek, kendi kendini yönetme gibi bir çalışmayı başlatır." (Bkz)

Olası bir "Kürt baharı"nın zemini yasal olarak zaten hazır anlayacağınız. Sadece start verilmesi kaldı.

5-6 Aralık'ta Avrupa Parlamentosu’nda düzenlenen "AB, Türkiye ve Kürtler" (9. Uluslararası Kürt Konferansı) adlı konferansta bu açık açık dile getirildi.

Toplantıda hemfikir olunan konu: "Kürt baharının zamanı geldi!"

Katılımcılardan İsrailli akademisyen Ofra Bengio (Tel Aviv Üniversitesi Moşe Dayan Merkezi Kürt Araştırmaları bölümü başkanı) “Son yıllarda PKK bölgede güçlendi. İsrail’in geleceği için bu çok önemli, İsrail’in desteği sürecek” dedi ve ekledi: Sıra "Kürt baharı"nda...

BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş: ‘Bir tarafın en önemli aktör olarak gördüğü kişiyi, bir adada tutarak sonuç alamazsınız. Şartlar eşitlenmeli. Öcalan İmralı’dan çıkarılmalı. Ama önce silahları bırakın demek müzakerenin ruhuna terstir. BDP Öcalan’la görüşebilmeli.

Gazeteci Cengiz Çandar da, "Kürt baharı"nı dile getirdi ve “Türkiye, PKK’yı ve onun temsilcilerini tanımak zorunda kalacak. Biz bunun için çalışacağız. İsrailli dostum Ofra Bengio da bunun için çaba harcayacak” dedi.

Konferansa katılanlar arasında Türkiye’den AKP'li milletvekili Galip Ensarioğlu, CHP'li Rıza Türmen, BDP'li Aysel Tuğluk ve Selahattin Demirtaş vardı. Gazeteciler arasında ise Cengiz Çandar, Hasan Cemal, Serdar Akinan, Ahmet Şık, Nuray Mert gibi isimler vardı.

Konferansta tüm devletler 'PKK'yı terör örgütü listesinden çıkartmaya' davet edildi, Türk hükümetine "Yeni Anayasa" sözü hatırlatıldı.

Türk hükümeti ile PKK arasında başlatılması istenilen yeni müzakere sürecinin yol haritası ise şöyle belirlendi:
  • Türkiye, AB’ye üyelik zorunluluklarına cevap olmak için daha fazla reform yapmalı.
  • Sayın Öcalan’ın müzakerelerde tam bir rol oynayabilmesi için koşulları düzenlenmeli.
  • Türkiye ve Kürtler arasında doğrudan görüşmeler derhal ve koşulsuz olarak başlamalı.
  • AB, Türkiye ile Kürt temsilciler arasında müzakere ve diyalog için resmi destek vermeli.
  • Daha geniş müzakereli bir barış süreci için genel siyasi bir af zemini hemen yaratılmalı.
  • Müzakereyi kolaylaştırmak için devletler PKK’yi ‘terörist örgütler’ listesinden çıkarmalı.
  • Adli reform onbinlerce Kürt’ün cezaevlerinden çıkmasını sağlayacak şekilde genişletilmeli.
  • Türk makamları müzakereler temelinde yeni demokratik ve sivil anayasa sözünü tutmalı.
Adli reform (4. yargı paketi) ve yeni anayasa kim için hazırlanıyormuş anladınız mı?

Bu oyun tutmaz. PKK sorununun temelli çözülmesi karşılığında bile bu millet Öcalan'ın serbest kalmasına göz yummaz, yumamaz. Fakat KCK tutukluları ve "terör örgütü yandaşları" bir şekilde serbest bırakılacak. Bu da Kürt Baharı'na(!) kapı aralayacak. Küresel güçlerin planı açıkça bu. Fakat dikkat ederseniz, hiçbir planda hiçbir konferansta Türk milletinden ve göstereceği tepkiden söz edilmiyor. Bu milleti hala tanıyamadıkları buradan belli...

18 Aralık 2012 Salı

Türkiye'deki seçilmişler kim? / Derin vakıflar ve Bilderberg

Selam gadasını aldıklarım.

Bu yazıda küresel güçlerin ve vakıflarının ülkemize nasıl "adam yetiştirdiklerine" yer vereceğim. Alınmak gücenmek yok, gerçeklerle yüzleşelim. Yazının bazı kısımlarında ismi geçen kişilerle ilgili biyografik alıntılar yapacağım.

2009'da gazeteci Arslan Bulut'un ortaya çıkardığı bir gerçek vardı. Amerikan Dışişleri Bakanlığı’na bağlı Eğitim ve Kültürel İşler Bürosu'nun (The Bureau of Educational and Cultural Affairs) resmi sitesinde Abdullah Gül'ün adı, International Visitor Leadership Program (Uluslararası Ziyaretçi Liderlik Programı) ile "yetiştirilen" dünya liderleri arasında gösteriliyordu. Yetiştirilen isimler, ECA ve Fulbright bursları altında listeleniyordu. Daha sonra ilgili içerik siteden kaldırılmış. Fakat snapshot var panpa.

Resmi büyütmek için tıklayın

Arslan Bulut bu durumu fark edene kadar Abdullah Gül'ün 1995'te 'Milli Kültür Vakfı' bursu ile ABD'ye gittiğini sanıyorduk. Bugün ortaya çıkıyor ki Gül ile birlikte Fehmi Koru da ABD burslarına tabi tutulmuş...

CIA bağlantılı "düşünce kuruluşu" olan Rand Corporation'un yayın organı Ocak 1996'da Recep Tayyip Erdoğan'ın Başbakan, Abdullah Gül'ün ise Dışişleri Bakanı yapılacağını açıkça yazdı. 1996'da ABD'nin Ankara Büyükelçisi Morton Abramowitz'le Erdoğan arasında bir yakınlaşma başlıyor. Erdoğan'ın yıldızı o dönemden sonra parlatılmaya başlıyor. Durumu fark eden Aydınlık, 20 Ekim 1996 tarihinde "Abramowitz, Tayyip'i Erbakan'ın yerine hazırlıyor" manşeti ile çıkıyor...

Resmi büyütmek için tıklayın

İlerleyen süreçte Erdoğan ve Gül'ün ABD'li yetkililer ve çeşitli yahudi lobileriyle olan yakınlaşmalarını izliyoruz...

ABD'nin ECA ve Fulbright'la yetiştirdiği dünya liderlerinden bazıları:
  • Heinz Fischer (Avusturya Cumhurbaşkanı)
  • Yves Leterme (Belçika 48. Başbakanı)
  • Željko Komšić (Bosna-Hersek eski Cumhurbaşkanı)
  • Lars Løkke Rasmussen (Danimarka eski Başbakanı, Liberal Parti Venstre lideri)
  • Tarja Halonen (Finlandiya eski Cumhurbaşkanı)
  • Matti Taneli Vanhanen (Finlandiya eski Başbakanı)
  • Nicolas Sarkozy (Fransa eski Cumhurbaşkanı)
  • François Fillon (Fransa eski Başbakanı)
  • Mikheil Saakashvili (Gürcistan Cumhurbaşkanı)
  • Fatmir Sejdiu (Kosava eski Devlet Başkanı)
  • Dalia Grybauskaite (Litvanya Cumhurbaşkanı)
  • Andrius Kubilius (Litvanya eski Başbakanı)
  • Nikola Gruevski (Makedonya Başbakanı)
  • Lawrence Gonzi (Malta Başbakanı)
  • Jan Peter Balkenende (Hollanda Eski Başbakanı)
  • Jens Stoltenberg (Norveç Başbakanı, İşçi Partisi Genel Başkanı)
  • Donald Tusk (Polonya Başbakanı)
  • Anibal Cavaco Silva (Portekiz Cumhurbaşkanı)
  • Robert Fico (Slovakya Başbakanı)
  • Fredrik Reinfeldt (İsveç Başbakanı)
  • Gordon Brown (Birleşik Krallık eski Başbakanı)

Her neyse, devam edelim...

Bugün Türkiye'de kimsenin sevmediği adam Süleyman Demirel, Eski ABD Başkanı Dwight Eisenhower adına 1954'de kurulan Eisenhower Vakfı'nın bursuyla gerekli "eğitim" ve "beyin yıkama" operasyonundan geçirildikten sonra Türk siyasetinde uzun soluklu bir dönem geçirmiştir.

Bilderberg katılımcılarından Enis Berberoğlu'nun eşi Oya Berberoğlu, Eisenhower'ı şu sözlerle övüyor:
"...Bu tanış durumu ileriki dönem hayatlarında müthiş kolaylıklar sağlıyor. Gittikleri ülkelerde kapılar hemen açılıyor..."

Rahmi Koç, Eisenhower Vakfı Mütevelli Heyeti Üyesi'dir. Vakfın Türkiye sorumlusu ise bir dönem yine vakıf tarafından burs verilen Radikal gazetesinden Murat Yetkin.

Eisenhower Vakfı'nın bursiyerlerinden bazıları:
  • Süleyman Demirel (Eski Cumhurbaşkanı) 
  • Yılmaz Argüden (Rothschild Bankası Türkiye Temsilcisi, KalDer Yönetim Kurulu Başkanı)
  • İsmail Üstel (Kişisel Gelişim Uzmanı, Adalet Bakanlığı, Ankara Büyükşehir Belediyesi, Başbakanlık, MEB, MSB, Türk Telekom gibi bir çok kamu/özel sektöre eğitim ve danışmanlık hizmetleri)
  • Duran Taraklı (ODTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü. Emekli Öğretim Üyesi)
  • Okan Karagözoğlu (Eski Bürokrat, Meka Beton Santralleri Satış ve Pazarlama Dep. Gen. Md. Yrd.)
  • Akın İzmirlioğlu (Eski Enerji Bakanlığı Müsteşarı) 
  • Erdal Kabatepe (İşadamı, TURKAB Genel Başkanı) 
  • Yurdakul Yiğitgüden (Maden Yüksek Mühendisi, Uluslararası Enerji Danışmanı) Bkz 1 / Bkz 2 
  • Aydın Ayan (Ressam) 
  • Nilüfer Narlı (Sosyolog)
  • Tuğraberk Usul (13 yaşında Eisenhower bursu kazanan genç, şu an 18 yaşında) Bkz
  • Serbülent Bingöl (80 darbesi sonrası Bülend Ulusu hükümetinin TBMM dışından Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı)
  • İpek Cem Taha (İstanbul'daki Columbia Küresel Merkezi'nin Direktörü, İsmail Cem'in kızı)
  • Murat Yetkin (Köşe yazarı/Radikal)
  • Şaban Karataş (TRT Eski Genel Müdürü)

Uzun yıllar CHP'de Genel Başkanlık koltuğuna oturan ve giderken "okyanus ötesine" selam gönderen Deniz Baykal, 1963-1965 yıllarında Rockefeller Foundation bursu ile ABD'de kaldı...

Rockefeller Foundation'ın misyonuna bakalım:
"Bu kuruluş tüm ülke öğrenci ve akademisyenlerine, geri kalmış ülkelerin iktisadlarınıi geliştirecek projelerin hazırlanması ve uygulanması programlarında çalışmak üzere eğitim, staj ve istihdam olanakları vermektedir."

HE CANIM HE. Neyse...

Solun unutulmaz lideri Bülent Ecevit 1957'de Rockefeller Vakfı'nın bursu ile ABD'ye gidiyor, Harvard Üniversitesi'nde Ortadoğu ile ilgili incelemeler yapıyor... O sırada, Henry Kissinger da Harvard'da rektör... Ayrıca Ecevit'in hocalarından biri...

Peki Henry Kissinger kim? Nobel Barış Ödülü almış bir katil. Bilderberg'in Türkiye sorumlusu...

Bilderberg ne ola ki? diyen varsa, özet geçeyim:

Bilderberg, gelişmemiş, gelişmekte olan ve bazı gelişmiş ülkelerin bile geleceğine karar veren oluşumun üçüncü ayağıdır.. Bu üç ayağın tepedeki karar mekanizması CFR (Dış İlişkiler Konseyi)'dir. Bir altında Trilateral Commission (Üçlü Komisyon) ve en altta Bilderberg vardır.

Erol Bilbilik'ten de alıntı yapayım: "Bilderberg Amerikan sermayesinin ve CIA'in Avrupa ayağıdır."

Türkiye'den Bilderberg'e katılan isimler arasında geçmişte Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Mesut Yılmaz, Cem Boyner, İsmail Cem, Gazi Erçel, Emre Gönensay gibi isimler vardı.

1995'te Bilderberg toplantısına katılan Cem Boyner, toplantıdan sonra parti kurar. İsmi bugünlerdeki bir hareketi anımsatıyor; Yeni Demokrasi Hareketi. Partinin katılımcıları arasında Kemal Derviş, Cengiz Çandar, Etyen Mahçupyan, Kemal Anadol, Mehmet Altan gibi "ilginç" isimler vardı. Seçimler hezimet oldu.

Son yıllarda Türkiye'den Bilderberg'e katılan isimler şunlar: 
  • Ali Babacan (Başbakan Yardımcısı), 
  • Mustafa Koç (Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı), 
  • Faik Öztrak (CHP milletvekili), 
  • Fehmi Koru (Gazeteci),
  • Ferit Şahenk (Doğuş Holding Yönetim Kurulu Başkanı, Garanti Bankası Yönetim Kurulu Başkanı)
  • Enis Berberoğlu (Gazeteci), 
  • Hikmet Çetin (CHP eski Genel Başkanı, TDH üyelerinden), 
  • Kemal Derviş (Eski Bakan ve Milletvekili), 
  • Arzuhan Doğan Yalçındağ (Doğan TV Holding A.Ş. Yön. Kur. Bşk., TÜSİAD eski Başkanı), 
  • Muhtar Kent (Coca Cola Türkiye Yönetim Kurulu Başkanı)
  • Ümit Boyner (TÜSİAD Başkanı), 
  • Cem Duna (Bürokrat, TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Bşk. Yrd.), 
  • Emre Gönensay (Işık Üniversitesi'nde Öğretim Üyesi, Eski Dışişleri Bakanı), 
  • Cengiz Çandar (Gazeteci), 
  • Mehmet Ali Birand (Gazeteci),
  • Sami Kohen (Gazeteci), 
  • Suzan Sabancı Dinçer (Akbank Yönetim Kurulu Başkanı), 
  • Agah Uğur (Borusan Holding CEO'su),
  • Serpil Timuray (Vodafone Türkiye CEO'su), 
  • Zeynep Damla Gürel (Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı, CHP eski Milletvekili), 
  • Ruşen Çakır (Gazeteci), 
  • Fuat Keyman (Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi), 
  • Süreyya Ciliv (Turkcell CEO'su), 
  • Tayyibe Gülek (Eski Devlet Bakanı ve eski Milletvekili), 
  • Şefika Pekin (Avukat), 
  • Zeynep Göğüş (Gazeteci)
Bu isimlerle ilgili Wikipedia'dan ve başka kaynaklardan "biyografik" alıntılar yapacağım.

Ali Babacan (Başbakan Yardımcısı):
1990 yılında Fulbright bursu kazanarak, ABD'ye gitti.
1990-1992 yılları arasında ABD Chicago'da bulunan Northwestern Üniversitesi Kellogg School of Management'da İşletme dalında yüksek lisans (MBA) yaptı.

Şu meşhur Fulbright bursları... Ülkelere ajan yerleştirmek için kullanılan Fulbright'lar... Ülkemizdeki üniversitelere "ajan" öğretim görevlileri gönderen Fulbright'lar... Amacı misyonundan belli:
"Komisyonumuz 60 yıldır Türk ve Amerikalı öğrenci, akademisyen, öğretmen ve profesyonellere kültürel değişime katkıda bulunmak amacıyla burslar sağlamaktadır. Ayrıca EducationUSA danışmanlarımız Amerika'daki eğitim olanakları hakkında öğrenci ve araştırmacılara bilgi vermekte, yol göstermektedir."

Mustafa Koç (Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı):
İsviçre'de Lyceum Alpinum Zuoz (1980) ve ABD'de George Washington University (1984) mezunu.


Suzan Sabancı Dinçer (Akbank'ın Yönetim Kurulu Başkanı):
Lisans öğrenimini İngiltere'deki Richmond College'da Finans ve Uluslararası Pazarlama üzerine yaptı. Sabancı Dinçer, ayrıca ABD’de Boston Üniversitesi'nden işletme dalında lisans üstü (MBA) dereceye sahiptir.
National Bank of Kuwait Uluslararası Danışma Kurulu Üyesi,
Blackstone Uluslararası Danışma Kurulu Üyesi,
Chatham House Mütevelli Heyeti Üyesi,
Institute of International Finance'in Yönetim Kurulu Üyesi,
Gelişmekte Olan Ülkeler Danışma Kurulu Üyesi,
Global İlişkiler Forumu Yönetim Kurulu Üyesi,
Forum İstanbul Onursal Danışma Kurulu Üyesi,
TÜSİAD Üyesi.


Hikmet Çetin (CHP Eski Genel Başkanı):
ABD'de Williams College'de kalkınma ekonomisi üzerine master yaptı. 1968 yılında ABD'de Kaliforniya eyaletinde Stanford Üniversitesi'nde planlama modelleri üzerine araştırma çalışması yaptı.
2004 Ocak ayında NATO'nun Afganistan'daki Kıdemli Sivil Temsilcisi görevini üstlendi. Bu görevini 2006 Ağustos ayında tamamladı. CHP içinde Deniz Baykal'a karşı muhalefette yer alan Çetin, bir süre Mustafa Sarıgül'ün liderliğindeki Türkiye Değişim Hareketi (TDH) içinde yer aldı.


Kemal Derviş (İktisatçı, Siyasetçi):
İngiltere'de Londra Ekonomi Okulu'ndan ekonomi alanında lisans ve lisansüstü derecelerini aldıktan sonra ABD'nin Princeton Üniversitesi'nde doktorasını yaptı. 1973-77 yılları arasında ODTÜ ve Princeton Üniversitesi'nde ekonomi alanında ders verdikten sonra, 1977'de Dünya Bankası'na girdi. Bu kurumda 1996 yılında Ortadoğu ve Kuzey Afrika'dan sorumlu başkan yardımcılığına yükseldi.
3 Kasım 2002 Seçimlerinde CHP'den İstanbul milletvekili seçildi. 9 Mayıs 2005’de milletvekilliğinden istifa ederek Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) Başkanlığı görevine atandı. 


Serpil Timuray (Vodafone Türkiye CEO'su):
Üsküdar Amerikan Lisesi’ni bitirdi. ABD'de North Caroline Aswille High School’dan mezun oldu. İstanbul'a dönerek Boğaziçi Üniversitesi'nde işletme okudu. 
YASED ve TUSİAD üyesi.


Süreyya Ciliv (Turkcell CEO'su):
Ankara Fen Lisesi'nden 1976'da mezun olduktan sonra 1977'de eğitimini sürdürmek için ODTÜ'yü terk ederek ABD'ye gitti. University Of Michigan'da, endüstri mühendisliği ile birlikte bilgisayar mühendisliği eğitimi aldı. 3.5 yılda, University of Michigan'dan iki diploma ile mezun oldu. 1981 yılında üniversiteden mezun olduktan sonra, Harvard Business School'da iki yıl iş idaresi yüksek lisansı aldı. 4.5 sene Metagraphics'de çalıştı. Buradan ayrıldıktan 8 ay sonra, Metagraphics'in en büyük ortağı oldu. 1987 yılında ABD'li bir arkadaşı ile Novasoft'u kurdu. Daha sonra IBM'in de ortak olduğu firma, Gartner Group tarafından en vizyonel şirket seçildi. 1997 yılında Türkiye'ye dönerek Microsoft Türkiye'nin genel müdürlüğünü üstlendi. Bu görevi 3 yıl yürüttükten sonra şirketin ABD'deki merkezine transfer oldu. 2000 yılından sonra ABD'de Microsoft Global Satış, Pazarlama ve Hizmet Grubu'nda çeşitli yöneticilik pozisyonlarında bulundu. En son Microsoft Global Saha Hazırlık Stratejileri ve Sistemleri'nde Genel Müdür olarak görev yaptı. 9 Ocak 2007 tarihinden itibaren Turkcell'in Genel Müdürü oldu.


Faik Öztrak (CHP milletvekili, Kemal Derviş politikalarının destekçisi):
1973 yılında İstanbul Saint Joseph Lisesi'ni ve 1977 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Maliye Ekonomi Bölümü'nü bitirmiştir. İngiltere'de Birmingham Üniversitesi'nden kalkınma finansmanı konusunda master derecesi almıştır.


Sami Kohen(Gazeteci):
Sami Kohen 1928 yılında İstanbul'da doğdu. Yahudi bir aileden gelir. Gazeteci Albert Kohen'in oğludur. 
Milliyet gazetesindeki köşe yazarlığının yanı sıra ABD'de yayınlanan "Christian Science Monitor" ve New York Times gazetelerinde de makaleler yazmaktadır.1954 yılından bu yana aralıksız olarak Milliyet gazetesinde yazarlık yapmaktadır. 


Agah Uğur(Borusan Holding Genel Müdürlüğü):
İngiliz Erkek Lisesi ve İngiltere'de Birmingham Üniversitesi üretim mühendisliğinden mezun olmuştur. 1987-1989 yılları arasında Emlak Bankası Mali İşler Grup Müdürü olarak çalışmıştır. 
TÜSİAD, KALDER, GYİAD üyesi...


Fehmi Koru(Gazeteci):
Gazeteciliğe Zaman gazetesinde başladı. Zaman'dan ayrıldıktan sonra bir müddet Turkish Daily News gazetesinde yazdı. ABD'nin önde gelen üniversitelerinden Harvard Üniversitesi'nde yüksek lisans ve doktora eğitimi almıştır.

Harvard... Tıpkı Ecevit gibi... Güzelmiş.

Nedir lan bu Harvard? Her mezun olan bi' yerlere geliyor. Özenti piçler atlamasın şimdi "ismi yetiyor, prestij, bıdıbıdı" diye. Harvard, tıpkı Yale Üniversitesi gibi ABD'nin kendi çıkarlarına yönelik "lider" yetiştirme üniversitesidir. David Rockefeller, 2008 yılında bu yüzden Harvard Üniversitesi'ne 100 milyon dolar bağışta bulunmuştur. (Bkz)

Harvard mezunu isimlerden bazıları:
  • George W. Bush (ABD Eski Başkanı)
  • John F. Kennedy (ABD Eski Başkanı)
  • Theodore Roosevelt (ABD Eski Başkanı)
  • David Rockefeller (İş adamı, petrol zengini, Yeni Dünya Düzeni ve Dünya İmparatorluğu ütopyasının mimarlarından)
  • Ban Ki-mun (BM Genel Sekreteri)
  • Morton I. Abramowitz (ABD'nin eski Türkiye Ankara Büyükelçisi, CFR üyesi) - (AKP'yi doğuran isim)
  • Henry Kissinger (Bilderberg'in Türkiye sorumlusu)
  • Dean Acheson (ABD eski Dışişleri Bakanı, 4 Başkan'ın danışmanlığını yapmış isim, Truman Doktrini ve Marshall planının mimarı)
  • Abdiveli Muhammed Ali (Somali Eski Başbakanı)
  • Kerim Ağa Han (Nizari İsmaili Tarikatının 49. İmamı)
  • Tayyibe Gülek (Eski milletvekili, bakan, 2008'de Davos tarafından Geleceğin Genç Liderleri arasında gösterildi, 2011'de Bilderberg'e katıldı)

Dikkat edin, bu işin solu sağı yok. "Gerçek sol"u kontrol altında tutmak için zamanında eğittiklerini "ortanın solu" düsturuyla önümüze sunanlar da, ülkeyi faşizan dinciliğe temsil edenler de aynı odak. Şucu bucuyu bir kenara koyup, "önce vatan" dememizin vakti çoktan geldi de geçiyor bile...

Bu yazı ileride güncellenebilir. Yorulduğum için yayına alıyorum, iyi bir arşiv halini alacak diye düşünüyorum.

Onların Tanrısına inanmıyoruz / Makas-ı Şerif

Kapitalist zihniyet, dini de tüketiyor...

Her iki anlamda tüketiyor. Hem dine inancı "bitiriyor", hem de adeta "onunla besleniyor".

"Dindar nesil"den söz edenler, aslında kendileri gibi "dinci" nesil istiyor. Çünkü dindarlıktan bahsederken "kinine sahip çıkmak"tan söz ediyorlar. 

Geçtiğimiz gün Nihat Genç'i izliyordum Halk TV'de. İlginç bir konuya parmak bastı. Bülent Arınç'ın "vajina tartışması" (İzleyin) üzerinden hükümet yetkililerinin maneviyat ve din temelli konuşmasını eleştiriyordu. Özetle; hükümetin, dil olarak ilahi bir referansla konuştuğunu dile getirdi.  Kendi sözlerini Allah'ın sözüymüş gibi aktardıklarını ve bunu topluma dayattıklarını söyledi. "Uydurdukları Tanrı sadece onlara servet yapıyor, Tanrının işi bu" sözleriyle tepkisini dile getiriyor ve ekliyordu; Ben bu adamların Tanrısına inanmıyorum!

"Öyle bir Tanrı ki Tayyip Bey'in danışmanı gibi... Ya da Bülent Arınç Bey'e sosyal siyasal danışmanlık yapan bir Tanrı..." 


Aslında Türkiye'de din üzerinden örnekler vermek, çok kaygan zemin üzerinde koşmak gibidir. Nihat Genç bunu yapıyor. Çeşitli tabularını yıkamamış insanlar bu konuşmayı dinlediğinde muhtemelen "haşaaa, bre kafiirrr" nadiraları ile bağırıp çağırabilirler anlamadan-dinlemeden. Fakat çok ince bir noktadan girdiği için Nihat Genç'i takdir ediyorum. Bir cümle daha aktaracağım şimdi, bana göre çok önemli:

"20 yaşında çocuk, annesi de müslüman babası da müslüman... Bu çocuk birden bu Tanrıya inanmıyor. Bu Bülent Arınç'ların Tanrısına... Anarşist haline geliyor. Niye? Bakıyor ki bunların Tanrısı durmaksızın savaş yapıyor. "

Kilit cümle bu. Evet, dini referansla konuşan insanlar insanları dinden soğutuyor. Çünkü yaşamlarındaki çelişkiler insanları iğrendirecek boyutlara geliyor.

10 sene önceye gidelim...

Fatih Camii önünde her Cuma İsrail ve Amerika karşıtı gösteriler yapılırdı.. Filistin'dekiler için gıyabında cenaze namazları kılınırdı...

Bunlar bugün yok!

Hatta öyle ki; AKP seçmenleri bile AKP'nin hırsız olduğunu kabullenmiş, kabullenmekle kalmamış "en azından müslüman adam, namazında niyazında" cümlesini kurup bir yandan da "biraz da bizimkiler çalsın" diyebilecek karaktersizlik noktasına gelmiş bulunuyor. 

10 yılda toplum maneviyat olarak nasıl dönüştü-çöktü, en acı göstergesi AKP seçmeni -ki bunlar hala kendini dindar/muhafazakar/mütedeyyin tanımlayan insanlar...

Bir de diğer taraftakiler var. Din/İnanç/Allah/Kitap/Adalet/Başörtüsü referanslarını dilinden düşürmeyenlerin hırsızlık, yalan, işbirlikçilik yaptığını gören bir nesil var. Malumunuz dini kaynağından değil, toplumdan öğrenen bir toplum olduğumuz için, bu yeni nesil "müslümanlık böyleyse, aman kalsın" noktasına geliyor. 

Geçtiğimiz yıllarda cami önünde dağıtılan bir kitapta malumunuz "Tayyibi üzmek Allah'ı üzmektir" mısralarına sahip bir şiiri yayınlanmıştı. Üstelik kitap Diyanet onaylıydı. 


Ne demişti Nihat Genç; "Onların Tanrısına inanmıyorum."

Bu olaydan bir süre sonra, AKP Aydın İl Başkanı İsmail Hakkı Eser'in ses kaydı ortaya çıkmıştı. Eser, "Başbakanımız bizim için adeta ikinci peygamber gibidir" diye haykırıyordu!

İzleyelim...


Ne demişti Nihat Genç; "Onların Tanrısına inanmıyorum."

İki ay önce AK­P ­Kırk­la­re­li İl Baş­ka­nı Hüs­men Ağa Ter­kin'in Hz. Muhammed için hazırlattığı AKP amblemli nüfus cüzdanı CHP tarafından fark edilmiş, Hüsmen Ağa AKP'den istifa ettirilmişti.


Ne demişti Nihat Genç; "Onların Tanrısına inanmıyorum."

Geçtiğimiz haftalarda trajikomik bir olay gerçekleşmişti. 

Rize’nin Derepazarı İlçesi’nde ‘Her kadın üye için bir fidan dikiyoruz’ kampanyası öncesinde alana getirilen televizyondan Erdoğan'ı izleyecek olan Çayeli Belediye Başkanı Rıza Çakır, “Başbakanı Rize’de yatırdın yere, bütün Türkiye’ye izlettin. Böyle şey olur mu? Bu televizyon yerde olmaz, doğru iş yapın” sözleriyle görevlileri fırçalamıştı. (Bkz)



Malumunuz, bizim toplumumuzda kutsallar yere konulmaz...

Ne demişti Nihat Genç; "Onların Tanrısına inanmıyorum."

Yunus Emre'yi biliyorsunuz... Türk ve İslam dünyasında çok önemli bir isim.

Yunus Emre'nin yüzlerce yıllık ilahisinin bir kıtasını silen yayınevi, Talim Terbiye Kurulu'ndan onayı da aldı ve 10. sınıf edebiyat kitabında yerini aldı. (Bkz)

Sansüre takılan mısralar şöyle:

"Cennet cennet dedikleri 
Birkaç köşkle birkaç huri 
İsteyene ver onları 
Bana seni gerek seni"

Bu satırlar birilerini rahatsız etmiş belli ki. Tanrılarına saygısızlık olarak düşünmüşler demek ki... Ya da "cennetten arsa satanları" da rahatsız etmiş olabilir.

Ne demişti Nihat Genç; "Onların Tanrısına inanmıyorum."

Son olarak da yeni bir fotoğraf ortaya çıktı. En az Rize'deki olay kadar trajikomik. 

24 Ekim 2010 tarihinde The Green Park Pendik Hotel'in açılışını Erdoğan gerçekleştirmişti. Erdoğan'ın açılışta kurdaleyi keserken eline aldığı makas, cemekanda görücüye çıkmış. Tıpkı sakal-ı şerif gibi. 

Bu da makas-ı şerif.



Ne demişti Nihat Genç; "Onların Tanrısına inanmıyorum."

Evet, bizler onların Tanrısına inanmıyoruz...

15 Aralık 2012 Cumartesi

Taraf: Medya Fahişesinin Sonu / Daha Karpuz Kesecektik

Taraf gazetesinde sona doğru...

Bilmeyenler için özet geçeyim; Ahmet Altan ve Yasemin Çongar, Taraf gazetesinden ayrıldı.

Tarih -ders çıkarılmadığı sürece- tekerrürden ibarettir.

Soros desteği ile kurulan Taraf'ta, yıllarca kin güttükleri Türk ordusundan ve ulus devletten intikam almak için hükümetle ve cemaatle el ele veren liboş ve "İkinci Cumhuriyetçiler", yarattıkları diktatöre son paralarını da vererek görevlerinden ayrıldılar. (Konu ile ilgili Ahmet Altan'ın yazısı için bkz.)

Küresel güçlerin değişmez taktiğidir bu... Eğer onlardan değilseniz, sizi kullanıp atarlar. Medyada fahişe sendromu diyorum ben buna...

Tavistock, Medya, Davranış Biçimi Kontrolü ve Kitle Hipnozu


Öncelikle şunu söyleyeyim: Tavistock’tan önce medya konusuna değinerek başlıyorum, sabrederek okuyun. Çünkü anlattıklarım en nihayetinde Tavistock’a bağlanacak.

Medya, kitleleri yönlendirmede birincil etkendir. O “medyaya güven sıffıır sıffır” diyen sikimsonik anketlerin amına koyayım ben. Siktir edin onları. Herkes “medya yalan söylüyor” diye bağırıyor ama herkes medyada dayatılanları kabul ediyor. Bu psikoloji ile alakalı bir konu. Bir insana 40 kere deli dersen deli olur. Saçma gibi gözükse de bu söz doğru. Aşağıda çeşitli örneklerle bunları daha detaylı göstereceğim.

Bu yazıda subliminal mesaj örnekleri falan vermeden medyanın kitleleri nasıl yönlendirdiğinden söz edeceğim. Öyle çizgi filmlerden subliminal yarak resmi falan yok yani, daha derine iniyorum, işin mantığına… Subliminal mesajlarla ilgili amlı yaraklı resimleri bir çok blogda ve forumda bulabilirsiniz.

Ana başlıklara ayırırsak, medya; kitleleri iki şekilde hipnoz eder.
1. Toplumlara gerçeği değil, kendi yarattıkları gerçekleri defalarca göstererek.
2. Hazırlanan belirli formatlarla izleyicilerin bilinçaltlarına ve davranışlarına hükmederek. (İzleyiciyi formatlayarak)

Birinci maddede sözünü ettiğim konuyu detaylandırmaya gerek yok, en büyük örneği 11 Eylül’dür. Konu ile ilgili September Clues belgeselini izleyebilirsiniz. Hollywood’un terör temalı filmlerinde Arapların ve İslam dininin terörle bağlantılı gösterilmesi de bunun en basit örneklerindendir.

Güzel bir karikatür vardı, çoğunuz görmüştür ama görmeyenler için yayınlayayım.



Türkiye’de ise en güzel örneği Ergenekon davasıdır. Her “operasyon dalgası” sonrasında defalarca terör örgütü vurgusu yapılmıştır; bu “örgüt” ve operasyon Türk milletinin kutsalı diyebileceğimiz “Ergenekon” adıyla anılmıştır. Zir Vadisi’ndeki kazılar başlamadan kazılardan çıkacak olan mühimmat listeleri televizyonlarda yayınlanmıştır. Kazı esnası da devlet televizyonu TRT başta olmak üzere dinci kanallar ve haber kanallarında da canlı olarak yayınlanmıştır. Tüm ülke bunları izledi. Peki Zir Vadisi’ndeki kazılarda çıkan mühimmatların 2 gün önce gömüldüğünün ortaya çıktığında bu kanallar neden görmezden geldi? Düşünün, mühimmatların üzerindeki gazete küpürleri bile kazının yapıldığı tarihten 2 gün önceye ait. Bu kadar dalga geçiliyor bu milletin zekasıyla…

Geçtiğimiz gün Ergenekon davasındaki hukuk katliamına "dur" demek isteyen, davanın aslında tamamen siyasi olduğunu, ortada bir tertip olduğunun farkına varan binlerce kişi Silivri'de buluştu. Adeta isyan etti... Peki internet medyası bunu nasıl verdi?

Bakın şimdi:

Zaman Gazetesi'nin internet sitesinden küçük bir kare...


Ensonhaber adlı bir site var, bu da oradan...


Yorum yapmaya gerek bile duymuyorum, durum ortada...

Her neyse…

İkinci madde ise, medyanın kullandığı dil, öncelikli olarak bilinçaltı ve daha sonra davranışlarla ilgilidir. Bu davranışlar toplum mühendisleri, psikologlar, sosyologlar ve bilim adamlarının incelemeleri ve araştırmaları sonucunda çeşitli saldırılarla şekillendirilir.

Şöyle açıklayayım; Belirli seslerin, sembollerin ve renklerin tekrarlanması, insanın bilinçaltında farklı şeylerı tetikler. Yani dış telkinler, en nihayetinde insanların davranışlarında sonuç verecektir.

Bu telkinler bazen açık, bazen yarı açık, bazen ise kapalı yapılır. Porno filmler, açık telkindir. Aksiyon filmindeki esas kızın kırmızı renkteki kıyafetinin cinselliği çağrıştırması yarı açık telkindir. İzlediğimiz bir filmin herhangi bir sahnesinde geçen 25. kare ya da subliminal mesajlar kapalı telkindir.

Bu televizyon programları neyi amaçlıyor? 
“Kadın programları”nın amacı ne? Aile içindeki çarpık ilişkiler, ensest, yayına bağlanan karı kocanın birbirini milyonlar önünde eleştirmesi, aldatma hikayeleri, küfür, kıyamet…

Evlilik programları? Yaşlı başlı insanları uçkur peşinde gösteren, kendine talip olan erkeklere “neyin var, araban var mı, evin var mı?” diyen “ajans orospuları” üzerinden kadınları parayla elde edilebilen varlıklar haline indirgeyen zihniyet…

Yemekteyiz? Biz ekmek yere düştüğünde kaldırıp önce üfleyip sonra üç kez öpüp başımıza koyan ve daha sonra yüksek bir yere bırakan kültürden geldik. Ekmek kutsaldır. Bu yüzden yemeğe “nimet” deriz. Peki televizyonda ne pompalanıyor?

Nüfusunun yarısından fazlasının yoksulluk sınırının altında olduğu bir ülkede, ulusal kanalların birinde yemek beğenmeyen tiplere yer veriliyor yarışma programında. Bunlar, yemek yerken dahi birbirleriyle kavga ediyor, hakaretler yağdırıyor. Bir çok kez gayimsi efemine tipler programa alınıyor.

Bugün herkesin önünde şapka çıkardığı Acun Ilıcalı gerçekten başarılı olduğu için mi programları bu kadar izleniyor yoksa işin içinde başka bir şey mi var? Popstar yarışmaları (American Idol), Yetenek Sizsiniz (Got Talent), Survivor, Wipeout… Bu programlar dünyanın bir çok ülkesinde yayınlanmış programlar. Sanki virüs amına koyim. Kendi çalışanlarına hak ettiği ücretin yarısını bile vermeyen, iş saatleri konusunda çalışma koşullarını hiçe sayarak hayvan muamelesi gösteren TV kanalları ve yapım şirketleri, televizyon formatı için neden para yağdırıyor?

Survivor yaklaşık 50 ülkede yayınlandı şimdiye kadar. Aksiyonu bol, duygu sömürüsü ile  yer yer hüzünlendiren, hede hödö falan işte.
Peki Survivor’da bilinçaltına verilen mesaj ne? Arkadaşını satmak. Brütüslük. Sırtından hançerlemek. Çıkarcılık. Nerede o eski “sağlık olsun, önemli olan yarışmaktı” temalı yarışma programı amk?
Ya Popstar ve Yetenek Sizsiniz yarışmaları? Kapitalist sistemin temel mantığı bu yarışmalarda da vardır. Tüketim toplumu her şeyi olduğu gibi, idolleri de tüketir. Onlar gibi olmak ister. Onlar gibi giyinmek, onlar gibi davranmak, onlar gibi bakmak, onlar gibi lüks içinde yaşamak…

Yetenek Sizsiniz’e katılan 5 yaşındaki bebelere bakın. Michael Jackson taklidi yapıyor ve bunlar gösterildikçe daha da artıyor. Diyarbakır’dan yarışmaya katılan ergen çocuk, İngilizce şarkı söylüyor. Daha doğrusu söylemeye çalışıyor. Çünkü İngilizce bilmiyor, ama özentilik söylettiriyor.

Peki Wipeout? Gurursuzluğu, onursuzluğu aşılıyor. Programa özellikle özgüveni düşük, psikolojik problemleri / davranış bozukluğu olan insanlar seçiliyor. Para için afederseniz şebek yerine konuluyor o insanlar.
 Kapitalist sistem size bunu aşılıyor; “Ne deniliyorsa yap, para için onur, gurur, şeref her şeyini bırakacaksın.”

Son olarak Kanal D’de başlayan bir program var, “Ben Bilmem Eşim Bilir” adında. Bu programda eşlerin yarışmadaki sözleri dikkat çekiyor. Partnerini/eşini motive etmek için “Beni başkasıyla düşün”, “minicik etek var üzerimde, her yerim ortada”, “uykusuz gecelerimizi düşün” cümlelerini kurduran bir sistem var. Bunlar her hafta süregelen şeyler, rastlantı olamaz.  Program yarışmacılarının cast ajansından geldiği çok açık. Burada alenen aptal yerine konuluyor izleyici.

Dikkat edin, hepsinin formatının hedef noktasında kutsallar, aile yapısı ve genel ahlak düzeni var. Bunlara günün her vakti fütursuzca saldırıyorlar.

Muhteşem Yüzyıl için kükreyen “ecdad ve ahlak bekçileri” bu programlara neden sesini çıkarmıyor?
Bakın, bugün televizyonda izlediğimiz programlar hep belirli bir formatta hazırlanıyor.
Kadın ve yarışma programlarıyla ahlak yapısı çökertiliyor, ele geçirilen medyayla ulus devlete olan güven sarsılıyor, hükümet yargı ile birlikte orduyu devredışı bırakıyor, tüm kurumlar ele geçiriliyor… Geriye kalan tek şey bölücülük. Yıllardır süregelen AKP politikaları Türk / Kürt ayrışmasını patlama noktasına getirmiş durumda.

Konumuza dönersek…
Geçtiğimiz gün ABD’de “düşünce kuruluşu” adı verilen aslında ABD’nin ‘Ulusal İstihbarat Konseyi’ne bağlı Atlantic Council’in yayınladığı " “Küresel Trendler 2030”" adlı raporda çok önemli bir tespit vardı; “Kürdistan'ın yükselişi Türkiye'nin bölünmezliğine bir darbe vuracak ve çevresindeki komşularıyla büyük bir ihtilaf riskini artıracak.”
Dikkat! Bu rapor CIA bağlantılı ve tüm açık yayınlanan bir rapordur! Kapalı kapılar ardında konuşulan değil. Bu raporların amacı, içeriği ile bazı ülkelere gaz vermek bazı ülkelere de tehdit saçmaktır. ABD, kendi eliyle hazırladığı “sürekli sorunlu bölge Kürdistan”ın Türkiye’nin başına bela olabileceğini açık açık söylüyor. Raporun bir kısmında ise Türkiye’nin Ortadoğu’da kilit rol üstlenebileceğinden ve yükseleceğinden bahsediyor. Bunun meali şu; Ortadoğu’da ABD’nin direktifleri ile hareket etmezseniz, Irak’ın Kuzeyi başınıza bela olur.

Peki bu haberi TRT nasıl verdi dersiniz? Övüne övüne, alkışlaya alkışlaya, salyalar saça saça!
İzleyin! http://tvarsivi.com/player.php?y=20&z=2012-12-11%2018:36:46

İşte medya böyledir.

Size, CIA’in tehdit mektubunu “CIA Türkiye büyüyecek dedi, heyyoo” şeklinde sunar medya…
Türkiye, medya konusunda batıyı kendine örnek alır. Örnek almaktan ziyade, kaynak olarak batıyı seçer. Bütün olay da burada başlıyor. Dünyayı batının gözünden görüyoruz. Daha doğrusu 6 şirketin gözünden. Kazakistan’da ABD üssünün kapatıldığını batı medyasında göremezsiniz. Orta Asya’da Gülen okullarının CIA ile bağlantılı olduğu için kapatıldığını batı medyasında ve doğal olarak Türk medyasında göremezsiniz.

Her neyse, 6 büyük şirket demiştik. Bunlar;
Walt Disney, Time-Warner, Viacom, Newscorp, CBS Corporation ve NBC Universal.
İkiz kuleler palavrasına tüm dünyayı inandıran 6 büyük şirket… Savaş çığırtkanlığı yapan 6 büyük şirket. Batıda hatta yavaş yavaş tüm dünyada medya bunların elinde…

Fakat o kanatta güçler savaşı var. Buna bir başka yazıda değineceğim. Zira bana göre çok önemli bir konu o. 

Tavistock 

The Tavistock Institute ya da Tavistock Institute of Human Relations… Ne derseniz deyin. Kurumsal olarak legal olsa da illegal işler yapan bir örgüt. İlluminati bok yemiş yanında!

Yıllardır “İlluminati öcüsü”nün ne kadar büyük ne kadar güçlü olduğu ile ilgili yazılar okuyup durdunuz. Herkesin konuşmaya başladığı güç, gücünü kaybediyordur. Çünkü İlluminati’nin gizli bir örgüt olması gerekirken herkesin dilinde oluşu, hayali bir “aşırı güçlü” imajı yaratılmaya çalışıldığının göstergesidir. Bu söylediğimi unutmayın.

Türkiye’de Ergenekon nedir biliyor musunuz? 100 yıllık ulus bilincidir. Örgüt değildir; milli duruştur, fikir birliğidir, zihniyettir. Heh, İlluminati de nedir biliyor musunuz? ABD’deki neocon zihniyetidir. Silahı tercih eden bir örgüttür. Belki artık fiziksel bir örgüt bile değildir, örgütleri kullanan bir zihinsel yapıdır. Ancak Tavistock, tüm bunlara şemayı çizen oluşumdur.

Kafanız mı karıştı? Durun açıklayacağım.

Tavistock, genler üzerinde araştırmalar yapan, insan davranışlarını kontrol etmek üzere çalışmalar yapan, kitlelerin yönetilmesi için uygulanması gereken planları hazırlayan kurumdur. Yani İlluminati, CFR, CIA, QDDR, OEF ve daha onca bok püsür… Hepsinin beyni = TAVISTOCK!

Tavistock aslında kimyasal bir maddeydi. Rengi, kokusu ve tadı olmayan bir madde. Tavistock’u kullanan kişi, dış telkinlere açık hale gelir. Böylece zihin kontrolü kolaylıkla mümkün olur. Bir nevi uyuşturucudur yani. Yıllar önce bunu ilaçla yapanlar, bugün kitle iletişim araçları ile aynı şeyi yapmaya çalışıyor.

Artık bir çoğunuzun duyduğu MK ULTRA (zihin kontrolü) da aslında bir Tavistock uygulamasıdır.

Hem ülkeler, hem toplumlar üzerinde oynanan psikolojik savaşların planını Tavistock hazırlar.
1.Dünya savaşı sonrasında psikolojisi bozulmuş İngiliz askerlerinin ruh hallerini hem araştırmak hem de tedavisini karşılamak amacı ile yaratılan bu örgüt, daha sonra Rockefeller’ın desteği ile tam bir psikolojik savaş örgütü halini alıyor.

Tavistock’un çıkış noktası yani bir nevi ilham kaynağı Sigmund Freud’dur. Lisedeki bilgilerinizi tazeleyelim biraz. Aranızdaki liseliler kasmasın tamam, sakin gençler.

 “Psikanalitik kuram”ın kurucusu Freud’un olayı neydi? Özetle, “DAVRANIŞ BİLİMİ” ile ilgileniyordu. Psikanalitik kuram, 5 öğretiye ayrılır ve bunların en önemlisi bana göre “TOPOĞRAFİK ÖĞRETİ”dir.
Topoğrafik öğreti; bilinç, bilinç öncesi ve bilinç dışı olarak 3’e ayrılır. Tavistock’un ilgilendiği kısım da bana göre tam olarak bunlardır.

Konuyu daha detaylı olarak araştırırsınız, lisedeki psikoloji dersine dönmesin şimdi. Anlatmak istediğimi anladınız.

Tavistock ve çalışma mantığını daha sonraki yazılarda detaylı olarak anlatmaya çalışacağım.

Kodum.

8 Aralık 2012 Cumartesi

İlluminati, sömürülenler ve uyanış

Google'ın sunmuş olduğu bir hizmet vardı Google Trends adında. Yıllardır bir işime yaramıyordu; eminim bir çoğunuz hiç kullanmamışsınızdır bile. Sabah sabah aklıma geldi, bi kullanayım dedim. İlginç veriler elde ettim.

Google Trends, kelimelerin dünyada aranma popülerliğini gösteren bir sistem. Fazlaca detaylı üstelik. Bölge, ülke, şehir, tarih gibi geniş seçenekler de sunuyor. Neyse lan bu ne, Google Trends'i tanıtıyorum amk.

Konumuza dönelim.

İlluminati kelimesini arattım. 2004-2012 arasında İlluminati kelimesinin search grafiği aynen şöyle;

2004-2012 Google'da illuminati kelimesi arama istatistikleri 


Görüldüğü üzere büyük bir uyanış var. Grafik çok ilgimi çekti, hemen detaylara baktım. Siz de bakın, bakmayanları uyarın.

2004-2012 Google'da illuminati kelimesi arama istatistikleri (Ülkeler) 

Tuhaf değil mi? Dışarıdan bakınca "eğitim seviyesi düşük", "gelişmekte olan", hatta "gelişmemiş" diye tanımlanan ülkelerde yoğun bir araştırma var konu ile ilgili. 

Mesela ilk sırada Haiti var. Anarşinin hakim olduğu, batı yarımkürenin en fakir ülkesi... 

İkinci sırada Nijerya var. "Petrol zengini" Nijerya'da halk, sömürgeciler yüzünden hiç de zengin değil. OPEC'teki (Petrol İhraç Eden Ülkeler) tek Afrika ülkesi Nijerya olmasına rağmen, halk tıpkı Türkiye'deki gibi varlık içinde yokluk çekiyor. 
Dünyadaki kronik fakir nüfusun yüzde 6'sı Nijerya'da yaşamakta. Ülke nüfusunun yarısının günlük kazancı 1 Dolar'ın altında... Henüz 1960'da sona erdirilen İngiliz işgali yerini örtülü işgale bırakmış durumda. Belirli aralıklarla tekrarlanan askeri darbeler, Shell, Chevron gibi petrol devi küresel şirketlerle kolkola girmiş, ülkenin kasasına bir kuruş koymamıştır. Tüm bunlara teslimiyetçi ekonomi politikaları da eklenince ülkenin belini doğrultamasının sebebi gayet açık sanırım.
Bu arada Tıpkı Türkiye'deki "Hedef 2023" projesi gibi Nijerya'da da "Vizyon 20:2020" adında bu yıl açıklanmış bir proje var. Ve üzgünüm ama yine tıpkı Türkiye'deki gibi Nijerya'nın da ekonomi politikası "özel sektöre destek ve teşvik"ten başka bir şey değil.

Liste Kenya, Ruanda, Namibya, Uganda gibi ülkelerle devam ediyor. Hepsinin durumu ortada... 

Zenginler tarafından yönetilen yoksulluk, insanlara hayatlarını kurtarmak için sadece hayal peşinde koşmayı öğretir. Bu yüzden Afrika'da çocukların en büyük hayali futbolcu olmaktır. Türkiye'de de Trabzon futbolcu yetiştirme konusunda birinci şehirdir fakat bunun yoksullukla alakası yok, Karadeniz'de dağlar denize paralesadfasdf.

İlluminati kelimesinin en çok arandığı şehirlerde ise İstanbul ikinci, Ankara ise altıncı sırada. 

2004-2012 Google'da illuminati kelimesi arama istatistikleri (Büyük şehirler)
Birinci sırada Nijerya'nın en büyük şehri Lagos var. Listede yer alan diğer şehirler nüfusu kalabalık, nam-ı diğer metropoller. Listedeki 10 şehirden 5'inin ABD'de yer alması da dikkat çeken diğer bir ayrıntı. Dünya çapında arama sonuçlarında şehirler dediğimizde sadece büyük şehirler esas alınıyor sanırım. Çünkü aşağıdaki veriler çelişkili bir sonuç ortaya koyuyor.  

Türkiye'de İlluminati kelimesinin en çok arandığı şehir İstanbul. Şaka lan değil. Çok ilginç, bakın. 

2004-2012 Google'da illuminati kelimesi arama istatistikleri (Türkiye/Şehirler)

Evet yanlış görmediniz. 2004-2012 yılları arasındaki arama istatistiklerine göre ilk sırada Yozgat var. İstanbul ise 8'inci sırada. Ankara, İzmir gibi büyükşehirler listede bile yok! 

Hep siyasi harita görmeye alışanlar için gelsin, işte Türkiye'nin İlluminati arama haritası. Sivas'ın doğusuna zor da olsa geçtik. Ehe.

2004-2012 Google'da illuminati kelimesi arama istatistikleri (Türkiye haritası)

Durum bu gençler. Bir uyanış var, konuyu taşağa alanlar olmasa çok iyi olacak çok da güzel iyi olacak taaam mı? Hadi nazdarovya.

Başlangıç

İnternette son dönemin en popüler konularından olan "İlluminati"yi, de dahil, Tavistock, CFR, CIA, Bilderberg gibi örgütleri, küresel güçlerin öncelikle Ortadoğu ve Avrasya, daha sonra tüm dünyadaki oyunlarını Amerika ve Avrupa ülkelerinin farklılıklarını göz önünde bulundurarak geniş perspektiften ele almaya çalışacağım.

Şimdilik örgütleri ve çalışma prensiplerini genel olarak anlatmayı düşünmüyorum. Onlarla ilgili bir çok kaynak mevcut. Sikkofield'ın da güzel yazıları var konu ile ilgili, tavsiye ediyorum. Belki ileride ben de detaylı bir şeyler karalarım ya da anlatacağım konu içerisinde ufak detaylar verebilirim. Her neyse amk.

Şimdi Sikko özentisi falan diyeceksiniz. Alakası yok. Bu konuda herkesin farklı ipuçları yakalama, farklı açılardan bakma özelliği var. Ben de genel olarak Sikko'yla bir çok konuda aynı fikirlere sahip olsam da, bazen çok daha farklı açıdan bakabiliyorum konulara. Bunları okuyup, kararı siz verirsiniz.

Sikko'dan farklı olarak, biraz daha politik konulara girmeyi düşünüyorum. Özellikle Ortadoğu'daki yeni düzene yönelik bir çok saptamam olacak. Bununla birlikte iç politikaya yönelik de bir çok şey söyleyebilirim. Merak etmeyin, sikimsonik muhalefet dilini kullanacak değilim. Tüketim toplumuna çok sert eleştirilerim olacaktır. Hatta bazen çok popülist konulara da girebilirim. Malum, herkesin bir popisi vardır.
Ha bir de, din konusunda da söyleyeceklerim olabilir. Sonra "vay efendim bu adam dinci çıktı" demeyin. Zaten nerede din konusu açılsa -ortamına göre- bana ya dinci ya da dinsiz derler amk.

Yeni başlayanlar için bir kaç Sikko linki paylaşayım. Zaten az çok bunları araştırmışsınızdır, yoksa burada ne işiniz var dimi lan. İleride kitap isimleri de vereceğim. ama okumazsınız siz siktir et. "Siktir et" kitap ismi olarak değil, boşver anlamında. O kitabı okuyup kendini iyi hisseden gerizekalılara da diyecek bir şey bulamıyorum. Ceketine attırdığımın liselileri.

Yeni Dünya Düzeni, İlluminati ve küresel güçler konusunda başlangıç için okuyun:

http://michaelsikkofield.blogspot.com/2011/04/illuminatiye-giris.html

http://michaelsikkofield.blogspot.com/2011/04/tek-bir-dunya-cumhuriyeti-emeli-new.html

http://michaelsikkofield.blogspot.com/2012/11/rothschild-hanedanlg-filistin-ve-yeni.html

http://michaelsikkofield.blogspot.com/2011/08/rothschild-illuminati-satanizm-ve-yeni.html

http://michaelsikkofield.blogspot.com/2011/04/kenan-evren-turgut-ozal-ve-cfr.html

Her neyse, selamlar. Öptüm.