CHP etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
CHP etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Şubat 2014 Pazartesi

Erdoğan'dan Gül'e tuzak! Konu: İnternet yasası

İnternet yasası konusunun ne kadar antidemokratik olduğundan, hukuka uygun hiçbir yanının olmadığından, faşizmin günümüzdeki karşılığını olduğundan bahsetmeye gerek yok sanırım; o yüzden asıl meseleye geleyim.

3 dönem kuralı yüzünden Başbakanlığa veda edecek ve bir dönemlik 'gölge Başbakanlık' sistemine geçmek isteyen Erdoğan, bunu gerçekleştirmek için Abdullah Gül'ü devre dışı bırakmak istiyor.

Dershane konusu neyse, internet yasası konusu da odur.

Seçim öncesi Cemaat'in saldırısına maruz kalacağını farkeden Erdoğan, nasıl dershane üzerinden kavga başlatıp AKP kitlesi ile Cemaat arasında bir kırılma yaratıp savaş için cepheleri ayırdıysa, internet yasası üzerinden de Gül'e tuzak kurmuştur.

Abdullah Gül, Cemaat'in yarattığı kaosun büyümesini bekliyordu, Erdoğan'ın internet yasası hamlesi Gül'ü "pusuda bekleyen" pasif izleyici pozisyonundan aktif pozisyona çekti. Kaostan yararlanıp bir kurtarıcı gibi sahaya çıkmayı planlayan Gül'ün önünde artık 2 seçenek var.

1. AKP kitlesinden kopmama adına yasayı imzalayıp, meydana inmek için doğru zamanı beklemek.
2. Yasayı veto edip, hem dünyada hem Türkiye'de Erdoğan'ın otoriterleşmesinden sıkılanlara göz kırpmak.

Yasayı veto ederse, AKP içerisinde Gül üzerinden zaten başlamış olan bir ayrışma daha da tartışılır hale gelecektir. Muhtemelen bu seçmene de bir süre sonra yansımaya başlayacaktır.

TBB Başkanı Metin Feyzioğlu, Gül-Erdoğan kavgasının geldiği boyutu fark edip, internet yasası ile ilgili verdiği her demecin sonuna bir cümle ekliyor; "Veto yoksa, oy da yok!"

Türkiye'nin dışında gerek AB'den, gerek ABD'den de ince mesajlar veriliyor.

Alan Makovsky ve Michael Werz Gül'e en net mesajı veren isimler.

Makovsyk: ‘’..Eğer Gül, özgürlükler adına çok problemli olan, adeta Ortadoğu otoriter rejimlerini andıran bu internet sansürü yasa teklifinin altına imza atarsa, Washington, Gül'ün de Erdoğan’dan farklı olmadığı kanaatine varacak ve kendisine olan umudunu da kaybedecek. Onun için, Washington bakımından, bu karar çok önemli- kader kararı bile diyebiliriz... ’’

Michael Werz: ‘’Cumhurbaşkanı Gül, bir zamandır gidişattan rahatsız olduğu yönde bazı sinyaller vermişti. Washington’da yasayı imzalamayacağı yönünde yüksek bir beklenti var.
‘’..Gül’ün oldukça farklı yelpazelere sahip olan Türk toplumunu temsil etmesinden dolayı, bu yasayı imzaladığı takdirde, yasaya karşı çıkan birçok çevrenin taleplerini dikkate almadığını göstermiş olacak. İkinci olarak da Türkiye’nin marka ismi ciddi bir zarara uğrayacak. Bunların yanısıra, eğer Gül bu yasayı imzalarsa, partiden ayrılan çok az sayıdaki bazı milletvekilleri hariç, kendisi de dahil olmak üzere herkesin AKP’nin parti çizgisinde sıralandıklarını göstermiş olacak...’’ 
‘’Zaman, demokrasi mi yoksa parti çizgisinin mi daha önemli olduğunu gösterme zamanı.’’

Alan Makovsky, 97'de ABD Savunma Başdanışmanı iken "Erbakan ile nasıl mücadele edilmeli?" başlıklı bir makale hazırlayan adam. Şu an Erbakan, 28 Şubat'la ilgili konuşurken kendisinin adını çok zikretmiştir.
Bir diğer ilginç bilgi ise, Kılıçdaroğlu'nun son ABD ziyaretinde bu isimle de görüşme yapmış olmasıdır.

Michael Werz ise Center for American Progress’in Türkiye uzmanı. Uzun süre AKP politikaları fazlaca övmüşlüğü vardır. Özellikle "Kürt meselesi"nde.

Eminim ki Abdullah Gül, hiçbir yasa için bu kadar kararsız kalmamıştır. Gül'ün önünde 10 küsür gün var. Benim tahminim Gül'ün yasayı veto edeceği yönünde.

Bakalım Abdullah Gül yol ayrımına hazır mı?

29 Kasım 2013 Cuma

Zıvanadan çıkan Kılıçdaroğlu ve Y-CHP

Üzülerek söylüyorum ki CHP'nin, dönüştürülen Türkiye'ye yani Yeni Türkiye'ye entegre edildiğine dair şüphelerim her geçen gün artmakta.

11 yıllık AKP iktidarı, muhalif unsurlara Anti Amerikancı ve milli bir görev vermişken, kitleler bunun farkına varmış/görevi üstlenmişken CHP'nin kendisini dönüştürmesi kabul edilemez. CHP'nin geçmişine ihanetidir bu.

Evet, Kılıçdaroğlu'nun ABD ziyaretinden söz ediyorum.

ABD-İsrail-Suudi Arabistan-Katar-Türkiye, Suriye'de duvara tosladı ve birer birer geri adım atıyor.
AKP hükümeti dış politikada çuvalladı. Bunu daha önceki yazımda kaleme aldım.

AKP'nin bölgede yürüttüğü sünni-Amerikancı politikası yüzünden yalnız kaldı ve CHP durumu kendi lehine çevirmeye çalışıyor. Buna diyecek sözüm yok, eyvallah. Ancak, bunu Ortadoğu'da masaya oturarak, Rusya ile ABD ile görüşerek yapmak varken, neden ABD icazeti almaya gidiyor Kılıçdaroğlu?

Kim veriyor bu akılları bu adama? Belli ki Sarıgül'ü aday yaptıran güç yine devrede!

"Bu sonucu nereden çıkardın, adam bir çok ülkeye gidiyor yine öyle bir ziyaret olamaz mı?" diyeceksiniz, biliyorum. Cevabını vereyim.

Kılıçdaroğlu ziyaret öncesi ne dedi?
“Bu gezi bizim Çin’e, Mısır’a, Irak’a yaptığımız gezi formatında değil”

Eğer komploculukta sınır tanımaz noktaya gelmediysem, bu cümle bazı şeylerin özeti niteliğinde.

Bir başka nokta...

Kılıçdaroğlu'nun havaalanında yaptığı açıklama var. Suçluluk psikolojisi ile uzunca bir metin hazırlanmış ve Kılıçdaroğlu kağıttan okuyup duruyor metni... Dakikalarca süren "Neden ABD'ye gidiyorum" açıklaması...


CHP'nin gayriresmi ekonomi danışmanı Kemal Derviş'in, Aralık ayından itibaren CHP'de daha da aktif olacağı söylentileri var. ABD ziyareti öncesi de Kılıçdaroğlu kendisinden akıl almıştı. Bunu not olarak tutalım.

Şimdi de Kılıçdaroğlu'nun birkaç aydır devam ettirdiği ve son günlerde iyice sıklaşan "tuhaf görüşmelerini" bir hatırlayalım.

25 Mart 2013, Kılıçdaroğlu NESA Başkanı Emekli Büyükelçi James A. Larocco ile görüştü. (NESA, ABD devleti destekli bir "BOP'çu" kuruluş) http://www.hurriyet.com.tr/gundem/22896087.asp
09 Ekim 2013, Kılıçdaroğlu, Kemal Derviş ile görüştü. http://www.aksam.com.tr/siyaset/kilicdaroglu-oyle-bir-isimle-gorustu-ki/haber-251486
24 Eki 2013, Kılıçdaroğlu, Ricciardone ile görüştü. Kılıçdaroğlu, Ricciardone ile görüştü // Ricciardone ikna etti, Kılıçdaroğlu Washington’a gidiyor

Ve şimdi,  ABD ziyareti... Kimlerle görüşecek ve nerelerde konuşacak Kemal bey?

İngiltere’nin Washington Büyükelçisi ve eski Türkiye Büyükelçisi Sir Peter Westmacott ile görüşecek.
Barack Obama'nın Danışmanı ve Ulusal Güvenlik Avrupa Direktörü Karen Donfried ile görüşecek.

Brookings Enstitüsü'nde. (Tavistock'a bağlı çalışmalar yürüten, ABD politikalarını belirleyici unsurlardan olan enstitü) konuşacak.
Bipartisan Policy Center'da (Partilerüstü Politika Merkezi) konuşma yapacak. Eric Edelman ve 96'da Erdoğan'a iktidar yolunu açan Morton Abramowitz bu düşünce kuruluşunda görev üstlenmiştir. Muhtemelen Kılıçdaroğlu bu iki isimle de görüşme yapacaktır. Kurumun son dönemdeki AKP aleyhinde raporları dikkat çekiciydi. AKP'ye uyarı raporu

Dipnot: Washington'daki CHP resepsiyonuna katılanlar arasında Henry Barkey de vardı. Şu BOP aktörü ve Kürdistan'ın mimarlarından olan Henry var ya, heh işte o.

İsimlere bakın...

Tekrar düşünün, şüphelenmekte haksız mıyım?

Umarım yanılıyorumdur, umarım Kılıçdaroğlu ve ekibi çok zeki bir hareket yapıp İran/Rusya/Suriye ile birlikte başlayan ve İran-ABD ittifakını doğuran yeni uluslararası konjonktüre kendini entegre ederek Türkiye'yi ABD-Suudi Arabistan kıskacından kurtarmayı planlıyordur.

Umarım...

5 Haziran 2013 Çarşamba

Gezi Parkı olayları / Yükselen muhalif güç!

Günlerdik sokaklardayız. Yorgunuz, bir o kadar da umutluyuz.

Genellikle partizan olmayan muhalifler, kendilerini sokağa attı ve muhalefet partilerinin görevini üstlendi.

Daha açık ve dahe geniş ifade ediyorum:

31 MAYIS 2013; HALK FAŞİZME BAŞ KALDIRDI VE MUHALEFETE EL KOYDU!

Fakat henüz her şey yeni başlıyor. Bu hareket, organizasyonsuz organize olabilmiş bir hareket. Henüz faşizm karşıtlığı dışında bir çizgisi yok. Bu hareketi bilinçli şekilde korumak ve her gün üzerine daha da çok koyarak ilerletmek görevimiz.

Artık "uff tyyip çok slk yaa.s .s" diyen liseli genç de politize olmaya başlamıştır. Çünkü yaşı 16'dır ve bu ülkede yaşı 30 olup meydana bir kez dahi inmemiş olanlardan daha cesur olabilmiştir!

Bu, hem demokratik kazançtır hem de geleceğe yönelik umut veren bir manzaradır.

80 ihtilali ile birlikte bastırılan ve sindirilen insanların apolitize olmuş çocuklarını bile politize eden bu hareket sahipsiz bırakılmamalı, sönüp gitmemelidir. Bu yüzden, bu harekete yol haritası çizmek gerekiyor. Benim şahsi fikrim şudur ki; bu hareket ilk olarak dört aşama ile devam ettirilebilir.

1. Bu süreçte antidemokratik, özellikle şiddet içeren eylemlerden ve inançlara yönelik yapılabilecek saygısızlıklardan uzak durulması gerekiyor.
2. Politize edilmiş ve baskı/korku imparatorluğuna baş kaldırabilmiş insanlar yeniden eski vahametine geri dönmemesi için sürekli yinelenen eylemler yapılmalı. 
3. Hareket sürekli kendi içerisinde devrim halinde olmalı, kitlesel eylemler mantık çerçevesinde ve planlı/programlı yapılmalı. Kapitalist sermayeye ve medyaya karşı büyük kitlesel eylemler düzenlenmeli.
4. Tüm bunlar gerçekleşirken, kitlenin sürekli genişletilmesi için aktif propaganda yapılması gerekiyor. 

Ülke geneline yayılan eylemlerde öğrenciler okullardan çıkıp meydanlara iniyor. Başlarında 16-17 yaşlarında çocuklar liderlik yapıyor. Birlikte sloganlar atıyorlar. Büyüklerinden gördükleri gibi, içlerinden geldikleri gibi, masumca, çocukça... Bunları TV'ler göstermiyor. Çünkü onlar ya ezilen halkı görmezden gelir, ya da bomba gösterir, çatışma gösterir. Halkın yanında olmaz; taa ki halk medyadan da hesabını sorana kadar!

2 Nisan 2013 Habertürk önünde protesto
3 Nisan 2013 - NTV binasının önünde protesto
3 Nisan 2013 - ATV binasının önünde protesto
Direnişin en şiddetli olduğu Cuma akşamı ve gecesi Taksim'deydim. Onun için eylemlere soğuk da baksanız, içeriden biri olarak benim görüşlerimi dinlemenizi öneriyorum.

Önce eylemin sebebini sonra da hükümete ve sırayla muhalefete değineceğim.

Küçük bir park eylemi nasıl bir anda Türkiye'ye yayılan eylemlere dönüştü? Evet, bu eylem masum bir park savunmasıydı ama cesur bir hak savunmasına dönüştü. Asla yanyana getiremeyeceğiniz adamlara birlikte slogan attırdı.
Bunun sebebi çok basit: İlk kez bir ideoloji, bir grup, bir parti ya da bir takım için toplanmıyordu kitleler. Ortak payda bulmuşlardı; insanlık!

Siz bakmayın medyanın sürekli polisle çatışan grupları gösterdiğine -ki polise karşılık veren herkese de laf etmeyeceğim. Çünkü insanlar saatlerce polis tarafından şiddete maruz kalıyor. Sinirlerine hakim olamayanlar, provoke olanlar, isyan edenler olabilir.

Bakın aşağıdaki videoyu TV'lerde göremezsiniz, ajanstan derledim. TV'ler sadece İstanbul, Ankara ve İzmir'deki eylemlerden söz ediyor ve sadece çatışma görüntülerini gösteriyor. Çünkü marjinalize etmeye çalışıyorlar. Çünkü onlar halkın değil, güç sahiplerinin yanında bulunurlar.


Bu görüntüleri yaymanız gerekiyor. Bu insanları vatan haini gören ve göstermeye çalışanları durdurmamız gerekiyor.

Hepsi Cuma sabahı saat 5'te uykusunda polis şiddetine maruz kalan Gezi Parkı eylemcilerine yapılan faşist saldırıya kafa tuttu.
Çünkü biliyorlardı, bugün Gezi Parkı eylemcileri yalnız bırakılırsa, yarın sıra onlara da gelecekti.
Çünkü biliyorlardı, faşizmin eğer durdurulamazsa her geçen gün başkalarını da ayaklarının altına alacağını.
Çünkü biliyorlardı, 12 yıldır artaran süregelen "ben yaptım, olacak" kafa yapısının diktatörlük olduğunu.
Çünkü biliyorlardı; sandık demokrasi demek değildir. Hatta sandık, orantısız sonuçlar çıkardığı vakit Hitler'i, Saddam Hüseyin'i ve Mübarek'i diktatör yapmıştı...

Bunun için sokaklara indi millet.

Hayatının her alanına müdahale eden ve sürekli kendisine hakaret eden bir Başbakan istemiyor insanlar.

"Emek'i yıktım, Gezi'yi de yıkıyorum, AKM'yi de yıkacağım, ben her istediğimi yaparım" gibi diktatör kafa yapısı ve insanlara saygısızca söylemler: "Ayyaş, kafa kıyak, çapulcu, marjinal, darbeci, Ergenekoncu..."

Sürekli hakaret, sürekli iftira... Ve sonra da "76 milyonun Başbakanıyım" inş. canım yaaa (:

Bu hareket bir devrim hareketi değil fakat Türkiye için bir devrim niteliğinde. Çünkü ilk kez böyle geniş çevreler sokaklara demokratik tepkilerini dökmek üzere çıktı. Tamam Cumhuriyet Mitinglerinde de yüksek katılım vardı ama o kitleler aynı anda tek merkezde toplanıyordu ve içerisine sadece "Cumhuriyetçi" diyebileceğimiz insanları kapsıyordu. Muhafazakarı kapsayamıyordu. Kürdü kapsayamıyordu. Devrimcilerin bile sadece bir kısmını kapsayabiliyordu.

Peki şimdi?

Devrimci, ülkücü, muhafazakar... Türk, Kürt, ve bilimum etnik kimlik. Hepsi yan yana, kol kola... Birlikte slogan atıyorlar. "Faşizme karşı omuz omuza" diyorlar. "Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzel al sancak" diyorlar. "Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir" diyorlar. Bazen küfrediyorlar bazen Çav Bella diyorlar.


Bu kare Trabzon'dan. Çok şey anlatıyor. Halkların kardeşliği böyle olur. Halkların birleşmesi böyle olur. Ve halk birleştiği zaman o susan medya susamaz; özür diler! AVM'lere çöreklenecek kapitalist sermaye çöreklenemez; "Halkın bu denli karşı çıktığı bir projede yer almamız mümkün değil" der.

Bir önceki yazımda (İslam'ın sosyal yönü) vergi rekortmeni şirketleri yayınlamış ve listenin ilk 15'inde 10 bankanın yer aldığının altını çizmiştim. Çünkü bunlar halkların kanını emen vampirler! NTV'nin gösterilere yönelik karartma uygulamasından sonra sosyal medyada çok sahiplenilmese de Doğuş Holding'e boykot talepleri vardı. Küçük bir kitle bu boykota uydu ve sadece 2 gün süren boykot sonucunda bugün Garanti Bankası Genel Müdürü Ergun Özen'in yaptığı açıklamaya göre 1500 kişi kartlarını iptal etmiş ve toplam 35-40 milyon liralık mevduat çıkışı gerçekleşmiş. Toplam mevduatı göz önünde bulundurursak 0,5/1000 gibi düşük bir rakam bu. Yine de bir anda nakit çekilmesi, elbette ki etkiliyor.

Çekilen para miktarının 40 milyon değil de 4 milyar olduğunu düşünün... Ve bunun her geçen gün arttığını düşünün. Yapamayacağınız şey kalmaz! Size sahiplik taslayanların nasıl peşinizde koşacaklarını o zaman görün!

Bu boykotları genişletip tüm kapitalist sermayeye karşı uyguladığınızı düşünün.

TAYYİP NEYİN PEŞİNDE?

Öncelikle parkta başlayan eylemlere katılım sayısı çok düşük olduğu için devlet üç-beş kişiyi ciddiye bile almadı. Sabahın köründe baskın yaptı, faşizmini ortaya koydu. Ancak hesaplanmayan bir şey vardı; o da park konusunun masumiyeti ve o çocukların parkta sadece kitap okudukları, çadır kurdukları gerçeği idi.
Polisin şiddetine tepki büyüdü, tepki büyüdükçe kitle arttı. Kitle artınca 1 Mayıs'ta olağanüstü hal ilan edip, insanları evlere kapatınca bunu her zaman yapabileceğini düşünen hükümet, aynı hataya düştü fakat dediğim gibi bu kez durum farklıydı.

Tayyip'in "galibiyet sevdası" yüzünden polis şiddeti uzun süre devam etti, bazı illerde hala ediyor. Erdoğan'ın bu inadının sebebi yenik düştüğü kibri ve içinde bulunduğu güç sarhoşluğu. Şu an sokaktaki insanları kendisine birer düşman olarak gördüğü çok açık ve bunu her açıklamasında dile getiriyor. Bir başka sebep ise Erdoğan'a bilgi veren ve yol haritası çizen danışmanları. Başbakan Danışmanı Yalçın Akdoğan, "Tayyip Erdoğan'ı kimseye yedirmeyiz" diye açıklama yaptı mesela. Bunu sokaktakilerden daha çok Başbakan'ın çevresindeki isimler Arap Baharı'na benzetiyor açıklamaları ile... Liderini korumak istiyor, bu yüzden liderini de yanlış bilgilendiriyor.

Topbaş çıkıyor, "Ders çıkardık" diyor.
Bülent Arınç çıkıyor "Birileri özür dilesin" diyor.
Erdoğan'dan "Yüzde 50'yi zor tutuyoruz" açıklaması, ve her şey yıkılıyor!
Sonra Cumhurbaşkanı çıkıyor "Mesaj alındı, demokrasi sadece sandık değildir" diyor.
Erdoğan tekrar sahnede! "Demokrasinin yolu sandıktan geçer!"

Ciddi anlamda olayı kişiselleştirmiş durumda belli ki. Fakat ülkeden gidip, koltuğunu Arınç'a devretmesi ile birlikte "Erdoğan'sız çözüm" devreye girdi, yine ılımlı mesajlar verildi.

Erdoğan, hem AKP içerisinde hem de medyadaki destekçileri tarafından yalnızlaştırılıyor. Daha doğrusu kendisini marjinalleştiriyor. Bu baskıcı kafa yapısından kurtulamazsa, şunu açıkça söyleyebilirim ki Ortadoğu'daki "stratejik ortakları" ve "dava kardeşleri" onu bir anda yutup yollarına devam eder!

Bu konu önemli, çünkü bu eylemlere batı medyasının verdiği destek benim midemi bulandırdı. Yükselen bir muhalif hareket var ve bu hareket Ortadoğu'daki gibi isyan da barındırıyor. Bu hareketi şekillendirmek isteyenler olacaktır. Eğer hareket çekilmez ve büyümeye devam ederse, Erdoğan'ı o koltuğa oturtanlar o koltuktan indirmesini de bilecektir. Bunun için yeterli altyapı Türkiye'de hazırdır. Muhalif kitlenin varlığının yanında bir de devlet içinde kadrolaşmış Cemaat'in Erdoğan'la kavgalı olması, Erdoğan'ın bitirilmesinde etkin rol oynayabilir. Sonuç olarak kaybeden sadece Erdoğan olur, kazanan kimse olmaz!

Bunun için batı medyasından destek bekleyen, Twitter'dan sürekli onlara yazılar gönderen andavallara sesleniyorum. Batıda da özgürlük falan yok, götünüzü yırtmayın. O gavatlardan dostluk ve insanlık beklemeyin. Eğer davanıza inanıyorsanız dik durun ve halkınıza sarılın. Aksi takdirde Mısır'daki yüzbinlerden farkınız olmaz. RTE gider, AG, FG gelir. Kazanan yine küresel güçler, kaybeden de yine biz oluruz.

BAHÇELİ NEYİN PEŞİNDE?

Kendisini yenileyemeyen MHP, genç nesile ayak uyduramayan Devlet Bahçeli, süreci okuyamayan MHP kadroları, harekete dil uzatma boyutlarına gelecek tarihi bir yanılgı içerisinde.

Hadi siz meydanlara inmediniz, lan hiç mi haber almıyorsunuz? Milletvekili olmuşsunuz, hiç mi bağlantınız yok. Meydanlarda yüzlerce ülkücü var. Nasıl olur da MHP lideri Bahçeli çıkıp sokaktakilere dil uzatır! "Onlar aramızda barınamaz" der! Muhalif olan hareketi marjinalleştirmek nasıl bir yanılgıdır?

Hepsini geçtim, Bahçeli'nin bu sorumsuzluğu yüzünden İstanbul'da bazı semtlerde ve bir kaç ilde daha ülkücüler Gezi Parkı eylemcilerine yönelik saldırılarda ve tahriklerde bulunmaya başladı. Bazen fiziksel şiddet, bazen tekbir sesleri ile... Tepki gösterdikleri insanların elinde Türk bayrakları var. Bugüne kadar Ocakları kabuğuna çeken, sokaktan alıkoyan Bahçeli, bugün demokratik tepki gösteren halka dil uzatarak partizanlarını masum insanların üzerine salıyor. Biz Erdoğan'ın iç savaş tehdidini gördük ve eleştirdik ama Bahçeli, Erdoğan'dan daha duyarsız yaklaşıyor sürece.


Not. Yazıda birkaç ekleme yapacağım.