29 Haziran 2013 Cumartesi

Lice olayları AKP-PKK kavgası mı? / Büyük Oyun mu?

Bugün Lice'de yaşananları anlayabilmek çok kolay değil fakat sorunun en temelinde Erdoğan'ın her konuda büyük vaatlerde bulunup, toplumda beklentiler yaratıp daha sonra beklentileri karşılayamamasının yarattığı patlama yatmaktadır.

Kesin olan bir şey var ki, artık "halkların kardeşliği" düsturu ile Amerikancı iktidarları ve Amerikanın piyon örgütlerini yıkmanın vakti gelmiştir. Kürt halkını kucaklamamız, AKP ve PKK'yı en acilinden defetmemiz gerekiyor.

Oturup analiz yapmanın çok zor olduğu bir süreç. Çünkü bir tarafta AKP diğer tarafta PKK var ve iki tarafa da güvenimiz yok. Son günlerde yaşanan ilginç gelişmeler ise beni inanılmaz bir şekilde işkillendirdi. Gayet kol kola girmiş AKPKK gitti, AKP'ye zorluk çıkarmayan PKK gitti, yerine sokaklara kendi sözde polisini çıkaran adeta provoke eden bir PKK geldi. Aynısı AKP için de geçerli.
"Demokratik hak vericez, şöyle yapıcaz böyle yapıcaz" diyen AKP gitti, PKK-BDP'nin çözüm sürecinin işleyişi için istediği yüzde 10 seçim barajının kalkması, anadilde eğitim gibi en basit talepleri bile elinin tersiyle iten Erdoğan geldi.

Bunlar normal değil beyler. Asıl BÜYÜK OYUN burada!

Benim aklıma 3 seçenek geliyor. Bunlar;

  1. Erdoğan'ın büyük vaatleri karşısında hiçbir şey alamadığı için kullanıldığını düşünen Kürt hareketi, AKP'den seçim öncesi bir şeyler koparmak istiyor, Erdoğan ise vereceği en ufak tavizde büyük oy kayıpları yaşayacağını bildiği için bunu reddediyor. 
  2. Erdoğan ipleri kopardı, "Ya ben kazanırım ya hepimiz kaybederiz" dedi 
  3. AKP-PKK pazarlığı ile Gezi ile başlayan halk hareketi PKK ile yan yana gösterilip, Erdoğan "tek vatansever lider" konumuna getirilmeye çalışılıyor. Bu gerçekleşirse MHP dibe çöker, Erdoğan dinci/milliyetçi oyların neredeyse hepsini alır ve o istediği "Başkanlık Sistemi'ne" de kavuşabilir!

Bu üçünden biri de olabilir, bambaşka bir şey de olabilir. Ciddi anlamda analiz yapmanın çok zor olduğu bir süreç. Bunun için şimdilik yanlış yönlendirmek yerine, son bir ayda bu sürece nasıl gelindi, neler söylendi, neler yapıldı bunları görmenizi istiyorum.

Aklıma ilk gelen konulardan tarih tarih derleme yaptım, çözümlemenizi bunları değerlendirerek yapın. Aklıma gelenleri de daha sonra ekleyeceğim...

GEZİ PARKI OLAYLARI SONRASI ERDOĞAN VE PKK'NIN TAVRI

1-18 Haziran 2013: Erdoğan Gezi Parkı eylemcilerine yüklenirken alakasız bir şekilde PKK ve Öcalan'dan bahsetmeye, sanki PKK'lılarla görüşen o değilmiş gibi konuşmaya, Gezi eylemcilerini PKK ile kolkola göstermeye çalıştı. Bir yandan da hem Erdoğan hem de bir kısım gazeteciler "eylemler çözüm sürecine zarar vermek için yapıldı" dedi.
14 Haziran 2013: Erdoğan "Suriye'de mezhep savaşı çıkartmak istiyorlar.." Bir kaç dakika sonra... "Reyhanlı'da 53 SÜNNİ vatandaşımız şehit edildi" dedi.
18 Haziran 2013: BDP'li Selahattin Demirtaş: "Öcalan ile müzakere yürüteceksin, çıkıp kürsüden de terörist başı, bölücü başı diyeceksin. Sen neyin başısın? Bu dil, bu üslup barış getirebilir mi?" dedi.
19 Haziran 2013: PKK'lı Karayılan “Devlet süreci sabote etmek için elinden ne geliyorsa yapıyor. Savaşa hazırlanıyor” dedi.
19 Haziran 2013: Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin BDP'lilerle görüştü. Sürecin 2. aşamasına geçildiği ifade edildi. BDP'liler 25 maddelik "demokrasi paketinin" devreye sokulmasını talep etti, hükümet yetkilileri ise "PKK'nın çekilmesinin hızlandırılmasını" istedi. Demirtaş toplantı sonrası Öcalan fotoğrafı önünde toplantının olumlu geçmediğinin sinyallerini verdi.
21 Haziran 2013: Erdoğan "ALEVİ kardeşlerimize ve vatandaşlarıma samimiyetle sesleniyorum. Bu oyunlara, tuzaklara, tahriklere karşı dikkatli olun. Huzurumuzu, huzurunuzu, istikrarı, güven ortamını bozacak, kardeşliğimizi zedeleyecek ortamlara karşı dikkatli olun" dedi.
22 Haziran 2013: Van'da askeri helikoptere PKK'lılar tarafından ateş açıldı.
25 Haziran 2013: Erdoğan: "Bu gösterilerde ALEVİ vatandaşlarımızın da kitlesel olarak yer aldığını maalesef gördük."
25 Haziran 2013: Şırnak sokaklarında PKK'nın sözde "polis gücü" devreye girdi, PKK'lılar otomobilleri çevirip kimlik kontrolü yaptı.
25 Haziran 2013: "Acaba bitecek mi?" denilen AB-Türkiye görüşmeleri, ne hikmetse normalleşmeye başladı; 22. fasıl açıldı. DİKKAT: 22. fasıl, PKK'nın da talebi olan Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nı da kapsıyor.
25 Haziran 2013: Erdoğan-Obama arasında bir saatlik telefon görüşmesi gerçekleşti.
25 Haziran 2013: PKK'lı Karayılan "barış sürecinin 3. aşaması ile birlikte Öcalan serbest kalacak, konfederalizm istiyoruz" dedi.
26 Haziran 2013: Ricciardone, Diyarbakır'ı ziyaret etti. "Şimdi -burası- çok sakin ama inşallah 'barış' çok derin köklerini bulacaktır... Diyarbakır terörizm için pardon turizm için merkez olabilir." dedi. (Dili sürçtü?)
26 Haziran 2013: PKK'nın sözde polis gücüne yönelik operasyon düzenlendi.
26 Haziran 2013: Erdoğan, "Akil İnsanlar"la buluştu, hazırladıkları raporu konuştular. 4 "akil" toplantıya katılmadı, katılanlar da memnun ayrılmadı. Toplantıda Erdoğan'ın raporda yer alan en hafif talepler arasında bulunan "Yüzde 10 seçim barajının kaldırılması" ve "anadilde eğitime" dahi karşı çıktığı iddia edildi.
27 Haziran 2013: Erdoğan'dan haber alınamıyor.
27-28 Haziran 2013: BDP Parti Meclisi ve Merkez Yürütme Kurulu toplantıları gerçekleşti; BDP meydanlara inme kararı aldı!
28 Haziran 2013: Erdoğan ve Gül'den haber alınamıyor, ikisi de Cuma'ya gitmedi.
28 Haziran 2013: Lice'de inşa edilen karakolu protesto eden grupla Jandarma arasında çatışma çıktı. Kimileri protestocu grubun tamamen demokratik bir tepki gösterdiğini iddia etti, kimi de karakola molotofla saldırdıklarını, karakolu basmaya çalıştıklarını iddia etti. 1 vatandaş hayatını kaybetti, 10 civarı yaralı var.
28 Haziran 2013: Diyarbakır Lice Kaymakamı Özer Özbek: “Sabah silahlı kişilerin protestocu grup arasında olacağı istihbaratı alındı. Kalekolu basıp işçilerin çadırını yaktılar Özel harekat havaya ateş açtı. Asla bir hedef alma durumu yok. Vurma varsa eğer kendilerini de vurmuş olabilirler” dedi.
28 Haziran 2013: AKP Genel Başkan Yrd. Hüseyin Çelik: "Kan akmıyor. Anladığım kadarıyla bu birilerini rahatsız ediyor. Birileri tekrar devreye girdi. Sosyal medyada Gezi parkı olayının Kürt versiyonu yaratılmaya çalışılıyor. Ben hayatını kaybeden vatandaşımıza Allah'tan rahmet diliyorum. Oradan bir Liceli beni aradı. Pkk'lı olduğunu söyleyen bir grup köylüleri karakol inşaatını protestoya zorladılar. Eylem şantiye çadırlarının yakılmasına molotof atılmasına döndü. 1 vatandaşımız öldü 9 kadar da yaralı var. Elbette bu olaylar hepimizi üzüyor. Bu olay meydana geldikten sonra pusuda bekleyenler, bu meseleyi Gezi Parkı'nın Kürt versiyonuna dönüştürmeye çalşıyor. "
28 Haziran 2013: BDP'li Gülten Kışanak: Tek amacı karakol inşaatını protesto etmek olan bir halkın üzerine ateş açılmış olması resmen bir katliam girişimidir. Halkımız sağduyusunu korumalı ve provokasyonlara gelmemelidir. Ancak şu da bilinmelidir ki bu alçakça saldırının hesabı sorulacaktır.
28 Haziran 2013: Erdoğan'ın TV'lerde yayınlanan "Ulusa Sesleniş" konuşmasında "Eylemciler büyük bir oyunun parçası oldular" dedi ve ekledi: "Çözüm Süreci de, bu tertiplerden etkilenmemiş, milletimizin sağduyusu sayesinde, kardeşliğimiz güç kazanmaya devam etmiştir."

Karşılıklı restleşmeler, çok masum gelmiyor bana. Gezi eylemlerinde devletin ve medyanın tavrının bir benzerinin yaşandığını görenlerden bazıları, Lice'ye "diren" çağrısında bulunuyor. Ancak bu önümüze kurulan tuzak olabilir. Plan bu olabilir yani. Gezi direnişi sonrası ABD ve AB'nin üstü kapalı tehditleri ile karşı karşıya kalan Erdoğan, bir anda iki tarafla da eski günlerine döndü. Karşılıklı restler ve jestlerin peşpeşe gelmesi benim midemi bulandırıyor. Ne olup bittiğini birkaç gün sonra Erdoğan'ın tavırlarından ve konuşmalarından daha net anlayacağız. O zamana kadar, sakinliğimizi koruyalım, tuzaklara düşmeyelim.

5 Haziran 2013 Çarşamba

Gezi Parkı olayları / Yükselen muhalif güç!

Günlerdik sokaklardayız. Yorgunuz, bir o kadar da umutluyuz.

Genellikle partizan olmayan muhalifler, kendilerini sokağa attı ve muhalefet partilerinin görevini üstlendi.

Daha açık ve dahe geniş ifade ediyorum:

31 MAYIS 2013; HALK FAŞİZME BAŞ KALDIRDI VE MUHALEFETE EL KOYDU!

Fakat henüz her şey yeni başlıyor. Bu hareket, organizasyonsuz organize olabilmiş bir hareket. Henüz faşizm karşıtlığı dışında bir çizgisi yok. Bu hareketi bilinçli şekilde korumak ve her gün üzerine daha da çok koyarak ilerletmek görevimiz.

Artık "uff tyyip çok slk yaa.s .s" diyen liseli genç de politize olmaya başlamıştır. Çünkü yaşı 16'dır ve bu ülkede yaşı 30 olup meydana bir kez dahi inmemiş olanlardan daha cesur olabilmiştir!

Bu, hem demokratik kazançtır hem de geleceğe yönelik umut veren bir manzaradır.

80 ihtilali ile birlikte bastırılan ve sindirilen insanların apolitize olmuş çocuklarını bile politize eden bu hareket sahipsiz bırakılmamalı, sönüp gitmemelidir. Bu yüzden, bu harekete yol haritası çizmek gerekiyor. Benim şahsi fikrim şudur ki; bu hareket ilk olarak dört aşama ile devam ettirilebilir.

1. Bu süreçte antidemokratik, özellikle şiddet içeren eylemlerden ve inançlara yönelik yapılabilecek saygısızlıklardan uzak durulması gerekiyor.
2. Politize edilmiş ve baskı/korku imparatorluğuna baş kaldırabilmiş insanlar yeniden eski vahametine geri dönmemesi için sürekli yinelenen eylemler yapılmalı. 
3. Hareket sürekli kendi içerisinde devrim halinde olmalı, kitlesel eylemler mantık çerçevesinde ve planlı/programlı yapılmalı. Kapitalist sermayeye ve medyaya karşı büyük kitlesel eylemler düzenlenmeli.
4. Tüm bunlar gerçekleşirken, kitlenin sürekli genişletilmesi için aktif propaganda yapılması gerekiyor. 

Ülke geneline yayılan eylemlerde öğrenciler okullardan çıkıp meydanlara iniyor. Başlarında 16-17 yaşlarında çocuklar liderlik yapıyor. Birlikte sloganlar atıyorlar. Büyüklerinden gördükleri gibi, içlerinden geldikleri gibi, masumca, çocukça... Bunları TV'ler göstermiyor. Çünkü onlar ya ezilen halkı görmezden gelir, ya da bomba gösterir, çatışma gösterir. Halkın yanında olmaz; taa ki halk medyadan da hesabını sorana kadar!

2 Nisan 2013 Habertürk önünde protesto
3 Nisan 2013 - NTV binasının önünde protesto
3 Nisan 2013 - ATV binasının önünde protesto
Direnişin en şiddetli olduğu Cuma akşamı ve gecesi Taksim'deydim. Onun için eylemlere soğuk da baksanız, içeriden biri olarak benim görüşlerimi dinlemenizi öneriyorum.

Önce eylemin sebebini sonra da hükümete ve sırayla muhalefete değineceğim.

Küçük bir park eylemi nasıl bir anda Türkiye'ye yayılan eylemlere dönüştü? Evet, bu eylem masum bir park savunmasıydı ama cesur bir hak savunmasına dönüştü. Asla yanyana getiremeyeceğiniz adamlara birlikte slogan attırdı.
Bunun sebebi çok basit: İlk kez bir ideoloji, bir grup, bir parti ya da bir takım için toplanmıyordu kitleler. Ortak payda bulmuşlardı; insanlık!

Siz bakmayın medyanın sürekli polisle çatışan grupları gösterdiğine -ki polise karşılık veren herkese de laf etmeyeceğim. Çünkü insanlar saatlerce polis tarafından şiddete maruz kalıyor. Sinirlerine hakim olamayanlar, provoke olanlar, isyan edenler olabilir.

Bakın aşağıdaki videoyu TV'lerde göremezsiniz, ajanstan derledim. TV'ler sadece İstanbul, Ankara ve İzmir'deki eylemlerden söz ediyor ve sadece çatışma görüntülerini gösteriyor. Çünkü marjinalize etmeye çalışıyorlar. Çünkü onlar halkın değil, güç sahiplerinin yanında bulunurlar.


Bu görüntüleri yaymanız gerekiyor. Bu insanları vatan haini gören ve göstermeye çalışanları durdurmamız gerekiyor.

Hepsi Cuma sabahı saat 5'te uykusunda polis şiddetine maruz kalan Gezi Parkı eylemcilerine yapılan faşist saldırıya kafa tuttu.
Çünkü biliyorlardı, bugün Gezi Parkı eylemcileri yalnız bırakılırsa, yarın sıra onlara da gelecekti.
Çünkü biliyorlardı, faşizmin eğer durdurulamazsa her geçen gün başkalarını da ayaklarının altına alacağını.
Çünkü biliyorlardı, 12 yıldır artaran süregelen "ben yaptım, olacak" kafa yapısının diktatörlük olduğunu.
Çünkü biliyorlardı; sandık demokrasi demek değildir. Hatta sandık, orantısız sonuçlar çıkardığı vakit Hitler'i, Saddam Hüseyin'i ve Mübarek'i diktatör yapmıştı...

Bunun için sokaklara indi millet.

Hayatının her alanına müdahale eden ve sürekli kendisine hakaret eden bir Başbakan istemiyor insanlar.

"Emek'i yıktım, Gezi'yi de yıkıyorum, AKM'yi de yıkacağım, ben her istediğimi yaparım" gibi diktatör kafa yapısı ve insanlara saygısızca söylemler: "Ayyaş, kafa kıyak, çapulcu, marjinal, darbeci, Ergenekoncu..."

Sürekli hakaret, sürekli iftira... Ve sonra da "76 milyonun Başbakanıyım" inş. canım yaaa (:

Bu hareket bir devrim hareketi değil fakat Türkiye için bir devrim niteliğinde. Çünkü ilk kez böyle geniş çevreler sokaklara demokratik tepkilerini dökmek üzere çıktı. Tamam Cumhuriyet Mitinglerinde de yüksek katılım vardı ama o kitleler aynı anda tek merkezde toplanıyordu ve içerisine sadece "Cumhuriyetçi" diyebileceğimiz insanları kapsıyordu. Muhafazakarı kapsayamıyordu. Kürdü kapsayamıyordu. Devrimcilerin bile sadece bir kısmını kapsayabiliyordu.

Peki şimdi?

Devrimci, ülkücü, muhafazakar... Türk, Kürt, ve bilimum etnik kimlik. Hepsi yan yana, kol kola... Birlikte slogan atıyorlar. "Faşizme karşı omuz omuza" diyorlar. "Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzel al sancak" diyorlar. "Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir" diyorlar. Bazen küfrediyorlar bazen Çav Bella diyorlar.


Bu kare Trabzon'dan. Çok şey anlatıyor. Halkların kardeşliği böyle olur. Halkların birleşmesi böyle olur. Ve halk birleştiği zaman o susan medya susamaz; özür diler! AVM'lere çöreklenecek kapitalist sermaye çöreklenemez; "Halkın bu denli karşı çıktığı bir projede yer almamız mümkün değil" der.

Bir önceki yazımda (İslam'ın sosyal yönü) vergi rekortmeni şirketleri yayınlamış ve listenin ilk 15'inde 10 bankanın yer aldığının altını çizmiştim. Çünkü bunlar halkların kanını emen vampirler! NTV'nin gösterilere yönelik karartma uygulamasından sonra sosyal medyada çok sahiplenilmese de Doğuş Holding'e boykot talepleri vardı. Küçük bir kitle bu boykota uydu ve sadece 2 gün süren boykot sonucunda bugün Garanti Bankası Genel Müdürü Ergun Özen'in yaptığı açıklamaya göre 1500 kişi kartlarını iptal etmiş ve toplam 35-40 milyon liralık mevduat çıkışı gerçekleşmiş. Toplam mevduatı göz önünde bulundurursak 0,5/1000 gibi düşük bir rakam bu. Yine de bir anda nakit çekilmesi, elbette ki etkiliyor.

Çekilen para miktarının 40 milyon değil de 4 milyar olduğunu düşünün... Ve bunun her geçen gün arttığını düşünün. Yapamayacağınız şey kalmaz! Size sahiplik taslayanların nasıl peşinizde koşacaklarını o zaman görün!

Bu boykotları genişletip tüm kapitalist sermayeye karşı uyguladığınızı düşünün.

TAYYİP NEYİN PEŞİNDE?

Öncelikle parkta başlayan eylemlere katılım sayısı çok düşük olduğu için devlet üç-beş kişiyi ciddiye bile almadı. Sabahın köründe baskın yaptı, faşizmini ortaya koydu. Ancak hesaplanmayan bir şey vardı; o da park konusunun masumiyeti ve o çocukların parkta sadece kitap okudukları, çadır kurdukları gerçeği idi.
Polisin şiddetine tepki büyüdü, tepki büyüdükçe kitle arttı. Kitle artınca 1 Mayıs'ta olağanüstü hal ilan edip, insanları evlere kapatınca bunu her zaman yapabileceğini düşünen hükümet, aynı hataya düştü fakat dediğim gibi bu kez durum farklıydı.

Tayyip'in "galibiyet sevdası" yüzünden polis şiddeti uzun süre devam etti, bazı illerde hala ediyor. Erdoğan'ın bu inadının sebebi yenik düştüğü kibri ve içinde bulunduğu güç sarhoşluğu. Şu an sokaktaki insanları kendisine birer düşman olarak gördüğü çok açık ve bunu her açıklamasında dile getiriyor. Bir başka sebep ise Erdoğan'a bilgi veren ve yol haritası çizen danışmanları. Başbakan Danışmanı Yalçın Akdoğan, "Tayyip Erdoğan'ı kimseye yedirmeyiz" diye açıklama yaptı mesela. Bunu sokaktakilerden daha çok Başbakan'ın çevresindeki isimler Arap Baharı'na benzetiyor açıklamaları ile... Liderini korumak istiyor, bu yüzden liderini de yanlış bilgilendiriyor.

Topbaş çıkıyor, "Ders çıkardık" diyor.
Bülent Arınç çıkıyor "Birileri özür dilesin" diyor.
Erdoğan'dan "Yüzde 50'yi zor tutuyoruz" açıklaması, ve her şey yıkılıyor!
Sonra Cumhurbaşkanı çıkıyor "Mesaj alındı, demokrasi sadece sandık değildir" diyor.
Erdoğan tekrar sahnede! "Demokrasinin yolu sandıktan geçer!"

Ciddi anlamda olayı kişiselleştirmiş durumda belli ki. Fakat ülkeden gidip, koltuğunu Arınç'a devretmesi ile birlikte "Erdoğan'sız çözüm" devreye girdi, yine ılımlı mesajlar verildi.

Erdoğan, hem AKP içerisinde hem de medyadaki destekçileri tarafından yalnızlaştırılıyor. Daha doğrusu kendisini marjinalleştiriyor. Bu baskıcı kafa yapısından kurtulamazsa, şunu açıkça söyleyebilirim ki Ortadoğu'daki "stratejik ortakları" ve "dava kardeşleri" onu bir anda yutup yollarına devam eder!

Bu konu önemli, çünkü bu eylemlere batı medyasının verdiği destek benim midemi bulandırdı. Yükselen bir muhalif hareket var ve bu hareket Ortadoğu'daki gibi isyan da barındırıyor. Bu hareketi şekillendirmek isteyenler olacaktır. Eğer hareket çekilmez ve büyümeye devam ederse, Erdoğan'ı o koltuğa oturtanlar o koltuktan indirmesini de bilecektir. Bunun için yeterli altyapı Türkiye'de hazırdır. Muhalif kitlenin varlığının yanında bir de devlet içinde kadrolaşmış Cemaat'in Erdoğan'la kavgalı olması, Erdoğan'ın bitirilmesinde etkin rol oynayabilir. Sonuç olarak kaybeden sadece Erdoğan olur, kazanan kimse olmaz!

Bunun için batı medyasından destek bekleyen, Twitter'dan sürekli onlara yazılar gönderen andavallara sesleniyorum. Batıda da özgürlük falan yok, götünüzü yırtmayın. O gavatlardan dostluk ve insanlık beklemeyin. Eğer davanıza inanıyorsanız dik durun ve halkınıza sarılın. Aksi takdirde Mısır'daki yüzbinlerden farkınız olmaz. RTE gider, AG, FG gelir. Kazanan yine küresel güçler, kaybeden de yine biz oluruz.

BAHÇELİ NEYİN PEŞİNDE?

Kendisini yenileyemeyen MHP, genç nesile ayak uyduramayan Devlet Bahçeli, süreci okuyamayan MHP kadroları, harekete dil uzatma boyutlarına gelecek tarihi bir yanılgı içerisinde.

Hadi siz meydanlara inmediniz, lan hiç mi haber almıyorsunuz? Milletvekili olmuşsunuz, hiç mi bağlantınız yok. Meydanlarda yüzlerce ülkücü var. Nasıl olur da MHP lideri Bahçeli çıkıp sokaktakilere dil uzatır! "Onlar aramızda barınamaz" der! Muhalif olan hareketi marjinalleştirmek nasıl bir yanılgıdır?

Hepsini geçtim, Bahçeli'nin bu sorumsuzluğu yüzünden İstanbul'da bazı semtlerde ve bir kaç ilde daha ülkücüler Gezi Parkı eylemcilerine yönelik saldırılarda ve tahriklerde bulunmaya başladı. Bazen fiziksel şiddet, bazen tekbir sesleri ile... Tepki gösterdikleri insanların elinde Türk bayrakları var. Bugüne kadar Ocakları kabuğuna çeken, sokaktan alıkoyan Bahçeli, bugün demokratik tepki gösteren halka dil uzatarak partizanlarını masum insanların üzerine salıyor. Biz Erdoğan'ın iç savaş tehdidini gördük ve eleştirdik ama Bahçeli, Erdoğan'dan daha duyarsız yaklaşıyor sürece.


Not. Yazıda birkaç ekleme yapacağım.