PKK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
PKK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Nisan 2014 Cuma

Doğu Perinçek; Cemaat ve Genel Af konuları

Son günlerin en çok konuşulan isimlerinden biri Doğu Perinçek...

Malum, Cemaat medyasının her zaman hedefindeydi, şimdi ise yaptığı açıklamalar ile "muhaliflerin" de hedefine kondu. AKP'liler oldum olası sevmiyor zaten. Vurun abalıya...

Adam ne İsa'ya ne de Musa'ya yaranamıyor...

Peki nedir insanları hiddetlendiren?

Perinçek, F-Tipi ile mücadele konusunda "Tayyip Erdoğan'ı destekleriz" demiş. Vay efendim nasıl dermiş! Ne demesini bekliyordunuz? Fethullahçı çeteyi Türkiye'de deşifre eden ilk isimlerdendir Doğu Perinçek. Gladyo nitelendirmesini o yapmıştır. Çete sözcüğünü ilk kullananlardan biri de o olmuştur. Türkiye yıllar sonra aynı noktaya gelmiştir.

Bugünün tatlısu muhaliflerinin hoşuna gitse de gitmese de Cemaatle mücadele konusunda herkese destek verilmeli. Kim olduğunun hiç önemi yok.

Siyasi mücadelesini/savaşını sistemle değil de sistemin bir unsuru/enstrümanı olan Erdoğan ile yapmak isteyen bunu yaparken de sistemin kendisi ile hesaplaşmayı esgeçen "muhalif" kusura bakmayın ama "küçük adam"dır.

Gülen Cemaati, Türkiye'deki en büyük iç tehdit unsurudur. Yok edilmesi kaçınılmazdır. Bunun kimin elinden geldiği bizi sadece tespit yaparken ilgilendirir, yoksa Erdoğan'ı kaderi, kendisini sistemin içerisindeyken sistemle çatışmaya ittiği için bundan alınıp/gücenip, "desteklememek" tam bir Y-CHP kafasıdır.

GENEL AF KONUSU

Perinçek'in 5N1K'da dile getirdiği "Genel af" söylemi de çok tartışıldı, özellikle milliyetçi cepheden çok tepki gördü. Bu tepkilere kızmıyorum, duygusal tepkilere kızılmaz. Aynı zamanda Perinçek'in sunduğu genel af istemine toplum henüz hazır olmadığını da gösterir. Konuşulması/tartışılması bir kayıp değil, kazançtır. Ancak programı izleyemeyip sadece "genel af" söylemi üzerinden kılıç kuşanıp Perinçek'e savaş açmak pek ahlaki değil.

Öncelikle, Perinçek'in PKK sorununa yönelik sunduğu kalıcı çözümü beğenmiyorsak, alternatif çözüm programımız olmak zorunda.

Önce sorunun temeline inelim.

Ne diyor Perinçek?

"Şu anki çözüm süreci bir çözülme sürecidir. Güneydoğu'da özerklik ve küçük hükümetçikler kurma çalışmaları var."

Doğru mu? Doğru...

Ekliyor;

"Yapılması gereken, PKK'nın silah bırakıp örgütü lağvetmesi ve bununla birlikte bir genel af çıkarılması"

Dikkat edin, "genel af çıkaralım da sonra keyfiniz isterse silah bırakırsınız" demiyor. İki önkoşul sunuyor; Silah bırak, örgütü lağvet! Akabinde genel af çıksın.

Şimdi buna refleksif olarak tepki göstermek mümkün tabii. Tepki verenlere hak verebileceğim manevi gerekçelerim de var. Ancak alternatif çözüm aklınıza geliyor mu? Mesela ne yapılabilir? 10 bine varan PKK'lı, yüz binlerce sempatizanı (potansiyel PKK'lı) bu topraklarda yaşıyor. Ve artık hükümet sayesinde legalite de kazanmış durumdalar. Çünkü Kürt açılımı adıyla başlayan sürecin tek muhattabı Abdullah Öcalan!

Perinçek'in bu teklifinin özeti aslında şudur; PKK'yı emperyalistlerin elinden çekip alalım, kendi içimizde bu sorunu çözelim. Bu da tabii ki toplumsal barışı ve genel affı kaçınılmaz kılıyor.

Bu kadarıyla kalmıyor. Bu meselenin başlangıcını oluşturuyor. Şöyle ki; diyelim PKK örgütü lağvetmeyi reddetti ve silahlı eylemlerden vazgeçmedi. Burada Perinçek'in ikinci planı devreye giriyor. Genel affı reddettiği için toplumsal zeminde meşruiyeti sıfıra düşecek olan PKK, savunmasız kalacak. Türkiye, yaptırım gücünü rahatça uygulayabilecek. Bunu da bölge ülkeleri ile yapacak.
Perinçek'in kafasında oluşturmuş olduğu Türkiye-Suriye-Irak-İran-Azerbaycan cephesi ile bölgede terör örgütlerine karşı ortak hareket ile çok rahatlıkla PKK yok edilebilir.

İşçi Partisi, parti programında Kürt meselesine yaklaşımını şöyle ifade etmiş durumda yıllar önce:

6. Kürt Meselesine Emperyalist Müdahaleye Son 
Türkiyemizde Kürt meselesi, demokratik hak ve özgürlükler açısından esas olarak çözülmüştür. Ülkemizde iç barışı, bütünlüğü ve kardeşliği sağlamak için esas görev, emperyalist müdahaleye karşı birleşmek ve direnmektir. 

Bu amaçla izlenecek siyasetler ve yerine getirilecek görevler şunlardır:

- Kürt kökenli yurttaşlarımızın millî bütünlüğe kazanılması ve Cumhuriyet’in devrimci kültürünün hakim kılınması,

- Bölgede kamu yatırımlarıyla herkese iş ve aş sağlanması, çok boyutlu bir kalkınmanın gerçekleştirilmesi,

- Toprak reformuyla ağalık, şeyhlik ve aşiret reisliğinin tasfiyesi, hazine topraklarının ve mayından temizlenmiş arazilerin yoksul köylüye dağıtılması, 

- Bölücü teröre karşı kararlı ve kapsamlı mücadele,

- Irak’taki işgalci güçlerin çekilmesi ve Irak’ın toprak bütünlüğünün sağlanması,

- Suriye, İran, Irak, Azerbaycan ve KKTC ile bölgesel ittifak.

Bu gerçekleri ve sorunun bugün getirilmiş olduğu noktayı kabul ettikten sonra PKK'yı "bitirmek" için önünüzde 3 seçenek kalıyor.

1. Hükümetin şu anda yürüttüğü "kanı durdurup, özerkliği ve bölünmeyi kabul etme" süreci.
2. İç savaşı da göze alarak toplu kıyımlar yapmak yani devlet eli ile savaşa yönelmek.
3. Perinçek'in sunduğu PKK'nın lağvedilip, genel afla toplumsal barış zemininin yaratılması.

1'inci seçeneğin hatalı olduğunu hep beraber gördük. 2'nci seçeneğin uygulanabilir yanının düşük olduğunu, insani olmadığını, sorunu daha büyük hale getireceğini söylememe gerek yok herhalde.
Geriye ne kalıyor? 3'üncü seçenek.
Bu seçeneğin de bazı siyasi zaaflar yaratma ihtimali var tabii ki. Genel afla her şey bitmiyor, siyasal mücadeleleri bölücülük üzerinden devam ederse elbette devlet buna bir "dur" diyecektir. Bu da karşı tarafı yine perçinleyecektir.

Varsa aklınıza gelen gerçekçi bir çözüm yolu, buyrun söz sizde. Ama sırf klavye başında tatlısu milliyetçiliği yapmak adına sivri çıkışlar yapacaksanız hiç gereği yok, kendinizi yıpratmayın.

17 Kasım 2013 Pazar

AKP'nin Diyarbakır rezaleti / Dış politikada "çark" vakti

Dünkü Diyarbakır rezaleti,
1. Erdoğan'ın yıllardır uyguladığı Kürt politikasının basamaklarından bir tanesi. Yani zamana dayalı. "Normalleşme" adı altında insanların algıları ile oynayarak, inançları üzerinde manipülasyonlar yapmaya/psikolojik savaş yürütmeye dayalı...
2. Çuvallanan dış politikada yeni yollar açma çabası.
3. Tıkandığı söylenen "Çözüm sürecinde" bir şeyler yapmış görünmek, seçimlere bununla girmek.

Konuşmada dikkat çeken önemli bir nokta, "cezaevlerinin boşaltılacağı" mesajının verilmesi. Bu noktaya yani geleceğimizi, konunun genel affa varacağını yıllar evvel söyledik. Toplum buna hazır hale getirilmesi için hukuka olan güvenleri zedelendi, inandırıcılığını yitirmiş davalarla Genelkurmay Başkanı dahi "terörist" sıfatı ile cezaevine tıkıldı.
(Bkz: Genel affa doğru / Apo'yu sempatikleştirme / Kürt baharıGenel affa doğru 2 / İkinci Kürt açılımı / Türk ordusu neden tasfiye edildi?)

Erdoğan dün Diyarbakır'da Barzani'ye övgüler yağdırıp Kürdistan'dan söz ettiği saatlerde Barzani'nin partisi PDK'nın resmi Facebook hesabında paylaşılan Kürdistan haritasına dikkat edin.


Yıllar evvel "Diyarbakır BOP'un merkezi olabilir" diyen Erdoğan'ın eşbaşkanlık yaptığı BOP haritasındaki "Özgür Kürdistan"a ne kadar da benziyor...



Ayrılıkçı Kürtlerin hayallerini süsleyen Kürdistan, aslında birilerinin İsrail için kurmak istediği tampon bölgeden başka bir şey değil.

Eşbaşkan ve kuklalar görevini yapıyor. Peki ya biz?

Ama pardon; biz faşist, cahil, statükocuyduk değil mi? Onlar ise zeki, demokrat, liberal, özgürlükçü, yenilikçi.

Bugün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkes vebal altında. Kimse ileride "bilmiyordum, görmedim, anlamadım" deme lüksüne sahip değil.

//////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////

Suriye'de stratejik hamle yapan PYD'nin Esad'la birlikte kazanan taraf olduğunu da görelim. Evet, Suriye'de kaybeden AKP haricinde bir de Barzani/PKK/ bloku var. El Kaide'nin Suriye'deki Kürtlere adeta katliam derecesinde saldırılar düzenlemesi karşısında PYD'nin Kürtleri sahiplenmesi, Kandil'de Kürtçülük oynayan PKK'lıların ve daha dün Diyarbakır'da şov yapan Barzani'nin yüzüne şamar gibi indi. Çünkü göbekten bağlı oldukları Amerika, onlara Suriye'de bir Kürt devleti vaad etmişti ve bunun için de Esad'ın indirilmesi gerekiyordu. PYD stratejik davranarak, Esad'dan sonrasının kendileri için bir son olduğunu gördü ve varlığını sürdürebilmek için Esad'ın yanında yer aldı.

Yani Erdoğan-Barzani buluşması, bir açıdan da "kaybedenlerin buluşması". 

//////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////

Çok tuhaf bir süreçten geçiyoruz.

ABD, uzun zamandan sonra ilk kez bu kadar büyük bir tokat yedi. ABD-Türkiye-Suudi Arabistan-Katar işbirliği Suriye'de Rusya/İran duvarına çarpınca geri vites yapıp sessizleşmeye başladı. ABD diplomasiye yöneldi. Arabistan/Katar tamamen konudan uzaklaştı. Ama ABD gazı ile Ortadoğu'nun hakimi olacağını sanan Erdoğan olayı kişiselleştirip bir süre daha aynı dış politikada ısrarcı oldu.

Bugün gelişmelere bakınca, AKP'nin yavaş yavaş Suriye politikasından geri adım atmaya çalıştığını görüyoruz. Mecbur bırakıldı. AKP radikal terör örgütlerini desteklemeye devam etseyd, uluslararası camiada terörist destekçisi sıfatı yemesi hiç de zor değildi. Henüz bu olaydan kurtulmuş da sayılmaz. "Kurban" vermek zorunda. Fidan'ı, Davutoğlu'nu vermezse, El Kaide-El Nusra'yı Türkiye'de besleyen İHH gibi kuruluşları kurban vermek zorunda. Ya da kendi deyimi ile "yedirmek" zorunda kalacak.

Erdoğan çuvalladığı dış politikada değişikliklere gitti. Dikkat edin;
Hakaretler yağdırdığı Maliki ile arayı düzeltmeye çalışıyor. Maliki'yi davet ediyor, daha sonra Irak'ı ziyaret edeceğini söylüyor.
Arasını bozduğu İran'la "nasıl barışırım" diye düşünüyor.
Müslüman Kardeşler'i gazlayıp iç savaş noktasına getirdiği Mısır'ın "gönlünü nasıl alırım" diye düşünüyor, çekmiş olduğu büyükelçisini geri gönderiyor.
Rusya ile de bir kaç enerji anlaşması yapıp gönüllerini almaya gidecektir muhtemelen.

Ortadoğu'nun hükümdarı olma gazıyla Müslüman Kardeşler'le ve küresel terörizmle Sünni blok kurma amacına giren Erdoğan, Şii/Nusayri/Alevi blokuna açmış olduğu savaştan vazgeçince tarafların onu affedeceğini düşünüyor. Bunun bedelini elbette ödeyecek. Bugün olmasa da, yarın...

29 Haziran 2013 Cumartesi

Lice olayları AKP-PKK kavgası mı? / Büyük Oyun mu?

Bugün Lice'de yaşananları anlayabilmek çok kolay değil fakat sorunun en temelinde Erdoğan'ın her konuda büyük vaatlerde bulunup, toplumda beklentiler yaratıp daha sonra beklentileri karşılayamamasının yarattığı patlama yatmaktadır.

Kesin olan bir şey var ki, artık "halkların kardeşliği" düsturu ile Amerikancı iktidarları ve Amerikanın piyon örgütlerini yıkmanın vakti gelmiştir. Kürt halkını kucaklamamız, AKP ve PKK'yı en acilinden defetmemiz gerekiyor.

Oturup analiz yapmanın çok zor olduğu bir süreç. Çünkü bir tarafta AKP diğer tarafta PKK var ve iki tarafa da güvenimiz yok. Son günlerde yaşanan ilginç gelişmeler ise beni inanılmaz bir şekilde işkillendirdi. Gayet kol kola girmiş AKPKK gitti, AKP'ye zorluk çıkarmayan PKK gitti, yerine sokaklara kendi sözde polisini çıkaran adeta provoke eden bir PKK geldi. Aynısı AKP için de geçerli.
"Demokratik hak vericez, şöyle yapıcaz böyle yapıcaz" diyen AKP gitti, PKK-BDP'nin çözüm sürecinin işleyişi için istediği yüzde 10 seçim barajının kalkması, anadilde eğitim gibi en basit talepleri bile elinin tersiyle iten Erdoğan geldi.

Bunlar normal değil beyler. Asıl BÜYÜK OYUN burada!

Benim aklıma 3 seçenek geliyor. Bunlar;

  1. Erdoğan'ın büyük vaatleri karşısında hiçbir şey alamadığı için kullanıldığını düşünen Kürt hareketi, AKP'den seçim öncesi bir şeyler koparmak istiyor, Erdoğan ise vereceği en ufak tavizde büyük oy kayıpları yaşayacağını bildiği için bunu reddediyor. 
  2. Erdoğan ipleri kopardı, "Ya ben kazanırım ya hepimiz kaybederiz" dedi 
  3. AKP-PKK pazarlığı ile Gezi ile başlayan halk hareketi PKK ile yan yana gösterilip, Erdoğan "tek vatansever lider" konumuna getirilmeye çalışılıyor. Bu gerçekleşirse MHP dibe çöker, Erdoğan dinci/milliyetçi oyların neredeyse hepsini alır ve o istediği "Başkanlık Sistemi'ne" de kavuşabilir!

Bu üçünden biri de olabilir, bambaşka bir şey de olabilir. Ciddi anlamda analiz yapmanın çok zor olduğu bir süreç. Bunun için şimdilik yanlış yönlendirmek yerine, son bir ayda bu sürece nasıl gelindi, neler söylendi, neler yapıldı bunları görmenizi istiyorum.

Aklıma ilk gelen konulardan tarih tarih derleme yaptım, çözümlemenizi bunları değerlendirerek yapın. Aklıma gelenleri de daha sonra ekleyeceğim...

GEZİ PARKI OLAYLARI SONRASI ERDOĞAN VE PKK'NIN TAVRI

1-18 Haziran 2013: Erdoğan Gezi Parkı eylemcilerine yüklenirken alakasız bir şekilde PKK ve Öcalan'dan bahsetmeye, sanki PKK'lılarla görüşen o değilmiş gibi konuşmaya, Gezi eylemcilerini PKK ile kolkola göstermeye çalıştı. Bir yandan da hem Erdoğan hem de bir kısım gazeteciler "eylemler çözüm sürecine zarar vermek için yapıldı" dedi.
14 Haziran 2013: Erdoğan "Suriye'de mezhep savaşı çıkartmak istiyorlar.." Bir kaç dakika sonra... "Reyhanlı'da 53 SÜNNİ vatandaşımız şehit edildi" dedi.
18 Haziran 2013: BDP'li Selahattin Demirtaş: "Öcalan ile müzakere yürüteceksin, çıkıp kürsüden de terörist başı, bölücü başı diyeceksin. Sen neyin başısın? Bu dil, bu üslup barış getirebilir mi?" dedi.
19 Haziran 2013: PKK'lı Karayılan “Devlet süreci sabote etmek için elinden ne geliyorsa yapıyor. Savaşa hazırlanıyor” dedi.
19 Haziran 2013: Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin BDP'lilerle görüştü. Sürecin 2. aşamasına geçildiği ifade edildi. BDP'liler 25 maddelik "demokrasi paketinin" devreye sokulmasını talep etti, hükümet yetkilileri ise "PKK'nın çekilmesinin hızlandırılmasını" istedi. Demirtaş toplantı sonrası Öcalan fotoğrafı önünde toplantının olumlu geçmediğinin sinyallerini verdi.
21 Haziran 2013: Erdoğan "ALEVİ kardeşlerimize ve vatandaşlarıma samimiyetle sesleniyorum. Bu oyunlara, tuzaklara, tahriklere karşı dikkatli olun. Huzurumuzu, huzurunuzu, istikrarı, güven ortamını bozacak, kardeşliğimizi zedeleyecek ortamlara karşı dikkatli olun" dedi.
22 Haziran 2013: Van'da askeri helikoptere PKK'lılar tarafından ateş açıldı.
25 Haziran 2013: Erdoğan: "Bu gösterilerde ALEVİ vatandaşlarımızın da kitlesel olarak yer aldığını maalesef gördük."
25 Haziran 2013: Şırnak sokaklarında PKK'nın sözde "polis gücü" devreye girdi, PKK'lılar otomobilleri çevirip kimlik kontrolü yaptı.
25 Haziran 2013: "Acaba bitecek mi?" denilen AB-Türkiye görüşmeleri, ne hikmetse normalleşmeye başladı; 22. fasıl açıldı. DİKKAT: 22. fasıl, PKK'nın da talebi olan Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nı da kapsıyor.
25 Haziran 2013: Erdoğan-Obama arasında bir saatlik telefon görüşmesi gerçekleşti.
25 Haziran 2013: PKK'lı Karayılan "barış sürecinin 3. aşaması ile birlikte Öcalan serbest kalacak, konfederalizm istiyoruz" dedi.
26 Haziran 2013: Ricciardone, Diyarbakır'ı ziyaret etti. "Şimdi -burası- çok sakin ama inşallah 'barış' çok derin köklerini bulacaktır... Diyarbakır terörizm için pardon turizm için merkez olabilir." dedi. (Dili sürçtü?)
26 Haziran 2013: PKK'nın sözde polis gücüne yönelik operasyon düzenlendi.
26 Haziran 2013: Erdoğan, "Akil İnsanlar"la buluştu, hazırladıkları raporu konuştular. 4 "akil" toplantıya katılmadı, katılanlar da memnun ayrılmadı. Toplantıda Erdoğan'ın raporda yer alan en hafif talepler arasında bulunan "Yüzde 10 seçim barajının kaldırılması" ve "anadilde eğitime" dahi karşı çıktığı iddia edildi.
27 Haziran 2013: Erdoğan'dan haber alınamıyor.
27-28 Haziran 2013: BDP Parti Meclisi ve Merkez Yürütme Kurulu toplantıları gerçekleşti; BDP meydanlara inme kararı aldı!
28 Haziran 2013: Erdoğan ve Gül'den haber alınamıyor, ikisi de Cuma'ya gitmedi.
28 Haziran 2013: Lice'de inşa edilen karakolu protesto eden grupla Jandarma arasında çatışma çıktı. Kimileri protestocu grubun tamamen demokratik bir tepki gösterdiğini iddia etti, kimi de karakola molotofla saldırdıklarını, karakolu basmaya çalıştıklarını iddia etti. 1 vatandaş hayatını kaybetti, 10 civarı yaralı var.
28 Haziran 2013: Diyarbakır Lice Kaymakamı Özer Özbek: “Sabah silahlı kişilerin protestocu grup arasında olacağı istihbaratı alındı. Kalekolu basıp işçilerin çadırını yaktılar Özel harekat havaya ateş açtı. Asla bir hedef alma durumu yok. Vurma varsa eğer kendilerini de vurmuş olabilirler” dedi.
28 Haziran 2013: AKP Genel Başkan Yrd. Hüseyin Çelik: "Kan akmıyor. Anladığım kadarıyla bu birilerini rahatsız ediyor. Birileri tekrar devreye girdi. Sosyal medyada Gezi parkı olayının Kürt versiyonu yaratılmaya çalışılıyor. Ben hayatını kaybeden vatandaşımıza Allah'tan rahmet diliyorum. Oradan bir Liceli beni aradı. Pkk'lı olduğunu söyleyen bir grup köylüleri karakol inşaatını protestoya zorladılar. Eylem şantiye çadırlarının yakılmasına molotof atılmasına döndü. 1 vatandaşımız öldü 9 kadar da yaralı var. Elbette bu olaylar hepimizi üzüyor. Bu olay meydana geldikten sonra pusuda bekleyenler, bu meseleyi Gezi Parkı'nın Kürt versiyonuna dönüştürmeye çalşıyor. "
28 Haziran 2013: BDP'li Gülten Kışanak: Tek amacı karakol inşaatını protesto etmek olan bir halkın üzerine ateş açılmış olması resmen bir katliam girişimidir. Halkımız sağduyusunu korumalı ve provokasyonlara gelmemelidir. Ancak şu da bilinmelidir ki bu alçakça saldırının hesabı sorulacaktır.
28 Haziran 2013: Erdoğan'ın TV'lerde yayınlanan "Ulusa Sesleniş" konuşmasında "Eylemciler büyük bir oyunun parçası oldular" dedi ve ekledi: "Çözüm Süreci de, bu tertiplerden etkilenmemiş, milletimizin sağduyusu sayesinde, kardeşliğimiz güç kazanmaya devam etmiştir."

Karşılıklı restleşmeler, çok masum gelmiyor bana. Gezi eylemlerinde devletin ve medyanın tavrının bir benzerinin yaşandığını görenlerden bazıları, Lice'ye "diren" çağrısında bulunuyor. Ancak bu önümüze kurulan tuzak olabilir. Plan bu olabilir yani. Gezi direnişi sonrası ABD ve AB'nin üstü kapalı tehditleri ile karşı karşıya kalan Erdoğan, bir anda iki tarafla da eski günlerine döndü. Karşılıklı restler ve jestlerin peşpeşe gelmesi benim midemi bulandırıyor. Ne olup bittiğini birkaç gün sonra Erdoğan'ın tavırlarından ve konuşmalarından daha net anlayacağız. O zamana kadar, sakinliğimizi koruyalım, tuzaklara düşmeyelim.

24 Mart 2013 Pazar

Büyük Ortadoğu Projesi tam gaz devam!.. / Merkez: Diyarbakır

Türkiye, tarihinin en aciz dönemini yaşıyor...

Sözde barış sürecinden, Öcalan'ın mektubundan ve PKK'nın Diyarbakır'daki şovundan bahsediyorum elbette...

Şu ana kadar her adımını üç aşağı beş yukarı önceden tahmin ettiğim bir süreç bu. Blogda önceki yazılarımı takip edenler durumun farkındadır.

Yıllar önce "Diyarbakır'ı Büyük Ortadoğu Projesi'nin yıldızı/merkezi yapacağız" diyen Erdoğan, 21 Mart 2013'te en büyük somut adımı atmış oldu. Devlet, Öcalan'ı artık sadece PKK'nın değil, Kürtlerin de lideri statüsüne getirdi. Barış güvercini ilan etti.


PKK: 1 TÜRKİYE: 0

PKK'nın Diyarbakır şovu ve Öcalan'ın mektubu Erdoğan'ı maçın ilk dakikasında 1-0 geri düşürdü. Her ne kadar medya "PKK bitiyor, barış geliyor" manşetleri atsa da Öcalan'ın mektubu hiç de bu yönde değildi. Evet, barıştan ve demokrasiden söz etmişti fakat az buçuk devlet politikalarıyla ve kullanılan manipülasyon tekniklerine dikkat ediyorsanız, bu sözcükleri en çok kullananların emperyalist devletler, bölücüler ve işbirlikçi köşe yazarları olduklarını zaten biliyorsunuzdur.

PKK'nın Diyarbakır şovu, AKP'yi sürecin mimarı olmadığının net göstergesi oldu. Öcalan, yazdığı mektupla Erdoğan'ı ikinci plana itti. Çünkü artık Erdoğan'ın bu süreçten geri adım atamayacağının farkında. Zaten Öcalan'ın "sızdırılan" BDP'lilerle yaptığı görüşmesinde de "süreç tıkanırsa 40 bin kişiyle halk savaşı başlatacağız" tehditini savurmasının sebebi buydu. Öcalan artık yeni süreçte sadece PKK'nın değil, Erdoğan'ın da yol göstereni olacaktır. Diyarbakır şovunun yarattığı bir diğer portre ise, PKK'nın ve Öcalan'ın devlet desteği ile meşrulaştırılmış olması. Zaten en başından beri devam eden açılım süreçleri, toplumda "Kürt eşittir PKK" ya da "Kürtlerin verilmemiş haklarını PKK alıyor" algısı oluşturmaktan başka hiçbir şeye yaramadı.

Öcalan'ın mektubundan dikkat çeken noktalar:

  • Sömürü rejimleri, baskıcı ve inkarcı anlayışlar artık miadını doldurmuştur. Ortadoğu ve Orta Asya halkları artık uyanıyor. Kendine ve aslına dönüyor. Birbirlerine karşı kışkırtıcı ve köreltici savaşlara ve çatışmalara dur diyor.
  • Bugün artık yeni bir Türkiye'ye, yeni bir Ortadoğu'ya ve yeni bir geleceğe uyanıyoruz.
  • Bugün yeni bir dönem başlıyor. Silahlı direniş sürecinden, demokratik siyaset sürecine kapı açılıyor.
  • Ben, bu çağrıma kulak veren milyonların şahitliğinde diyorum ki; artık yeni bir dönem başlıyor, silah değil, siyaset öne çıkıyor. Artık silahlı unsurlarımızın sınır ötesine çekilmesi aşamasına gelinmiştir.
  • Bu bir son değil, yeni bir başlangıçtır. Bu mücadeleyi bırakma değil, daha farklı bir mücadeleyi başlatmadır.
  • Yeni mücadelenin zemini fikir, ideoloji ve demokratik siyasettir, büyük bir demokratik hamle başlatmaktır.

"Ortadoğu halkları uyanıyor" vurgusu çok önemli. Çünkü kendisine ve peşindeki kitlelere çizdiği yeni yol da tıpkı onların yolu olacak. Yani hedef Arap Baharı gibi bir Kürt Baharı...
Yeni bir Ortadoğu dediği ise, bizim yıllardır bas bas bağırdığımız Büyük Ortadoğu Projesi'nden ibaret.
"Silahlı unsurların sınır ötesine çekilmesi aşamasına gelinmiştir" diyor dikkat edin, "silahları bırakın" demiyor!
"Bu bir son değil, yeni bir başlangıçtır" diyerek, Cumhuriyet'le 90 yıllık hesaplaşmanın galibi olduklarını ve ikinci maça hazırlanmaları gerektiklerini örgüte bildiriyor.

Bugün Öcalan'a yeni döneme geçilmesi gerektiği emrini verenler, 2003 yılında AKP'ye 'İkiz Yasalar'ı meclisten geçirtenlerdir. Bu adım adım işleyen bir süreç. "Bugün canım sıkıldı, PKK'lılar sınır dışına çıksın yarın geri gelsin" süreci değil. Bakın, 'İkiz Yasalar' sayesinde artık bu topraklarda yaşayan ve kendisine halk dedirtmiş her kitle, bu ülkede isyan başlatma, yasa tanımama hatta toprak talep etme hakkına sahip hale gelebilir.


İKİZ YASALAR


“1. Madde:

Halkların Kendi Kaderini tayin hakkı

            1.Bütün halklar kendi kaderlerini tayin hakkına sahiptir. Bu hak vasıtasıyla halklar kendi siyasal statülerini serbestçe tayin edebilir ve ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmelerini serbestçe sürdürebilirler.

            2.Bütün halklar uluslar arası hukuka ve karşılıklı menfaat ilkesine dayanan uluslar arası ekonomik işbirliği yükümlülüklerine zarar vermemek koşuluyla, doğal kaynakları ve zenginlikleri üzerinde kendi yararına serbestçe tasarrufta bulunabilir. Bir halk sahip olduğu maddi kaynaklardan hiçbir koşulda yoksun bırakılamaz.

            3.Kendini yönetemeyen ve vesayet altındaki ülkelerden sorumlu olan devletler de dahil bu sözleşmeye taraf bütün devletler, kendi kaderinin tayin hakkının gerçekleştirilmesi için çaba gösterir ve Birleşmiş Milletler Şartının hükümlerine uygun olarak bu hakka saygı gösterir.

2. Madde:


 Sözleşmenin iç hukuka uygulanması ve ayırımcılık yasağı

            1.Bu sözleşmeye taraf her devlet, gerek kendi başına ve gerekse uluslar arası alanda özellikle ekonomik ve teknik yardım ve işbirliği vasıtasıyla bu sözleşmede tanınan hakları mevcut kaynakları ölçüsünde giderek artan bir şekilde tam olarak gerçekleştirmek için, özellikle yasal tedbirlerin alınması da dahil, gerekli her türlü tedbiri almayı taahhüt eder.

            2.Bu sözleşmeye taraf devletler, bu sözleşmede beyan edilen hakların ırk, renk, cinsiyet, dil,din, siyasal veya diğer bir fikir,ulusal veya toplumsal köken, mülkiyet,doğum gibi her hangi bir statüye göre ayırımcılık yapılmaksızın kullanılmasını güvence altına almayı taahhüt ederler.

            3.Gelişmekte olan ülkeler, insan haklarını ve ulusal ekonomik durumlarını dikkate alarak, bu Sözleşmede tanınan ekonomik hakları vatandaş olmayan kişilere hangi ölçüde tanıyacaklarına karar verebilirler.”




PKK BİTECEK SANMAK

PKK bitmiyor, meşrulaştırılıyor. PKK zaten kendi içerisinde yok olmayı kabul etmez. Çünkü nihai hedefi, ileride kurulacak Kürdistan devletinin silahlı gücü olmaktır. Bugün adı örgüt olur, yarın ise silahlı kuvvetler. Hadi diyelim kendileri yok olmayı kabul etti. Bu kez patronları (!) İsrail ve ABD buna izin vermeyecektir.

Neden mi?

Çünkü İsrail'in geleceği, kurulması planlanan geçici devlet yani Kürdistan'a bağlı. "Vaadedilmiş topraklar" hedefine ulaşabilmek için öncelikli olarak Irak'ın kuzeyini Kürtlere teslim eden ABD, daha sonra bunu Suriye, İran ve son olarak da Türkiye'ye sıçratmayı hedefliyor. Irak'ta zor da olsa bu planı başardılar, kabul. Ancak Suriye'de büyük bir "çuvallama" söz konusu. Şimdiye kadar çoktan Suriye'nin kuzeyini parçalayıp Kürdistan Bölgesel Yönetimi Vol. 2 ilan etmiş olacaklardı planlarına göre... Ama her şey kağıt üzerindeki kadar kolay değil görüldüğü üzere.

ABD, Diyarbakır merkezli Kürdistan devletini (İkinci İsrail) kurana kadar bu süreci öyle ya da böyle devam ettirecektir. Ancak tarih bize şunu gösteriyor ki, ABD plan/program konusunda hiç de başarılı değildir. Vietnam, Afganistan, Irak... Buralarda başarıya ulaşamayan projelerin mimarları, Türk toprakları için çok daha büyük projeler hazırlamalılar. Böyle Diyarbakır merkezli gövde gösterileri, uzun süredir gaflet uykusunda olan bu halkı uyandırmaktan başka hiçbir şeye yaramaz. Çok yakın zamanda bunun farkına varacaklar.

Bugün yaşadıklarımıza bakın ve dönüp tekrar Ergenekon, Balyoz, Oda TV davalarına bakın. 30 bin kişinin katilinin barış güvercini haline getirildiği bu ülkede, bir yandan da vatanseverler bir tane bile delil bulunamamasına rağmen hapislere tıkıldı, müebbet yağdırıldı. Hepsi bu süreç içindi. Bu ülkenin direnç noktalarını birer birer yok ettiler. Küresel çetelerin verdiği emirler doğrultusunda tüm vatanseverleri içeri tıkan AKP hükümeti ve onun destekçileri şimdi oturup kara kara düşünsün, "biz ne yaptık" diye. "Ülkeyi ne hale getirdik, neden buna izin verdik" diye düşünsün. Bugün toplum bunun travmasını yaşıyor. AKP'ye sırf "müslüman adamlar, bunlardan zarar gelmez" diyerek oy veren büyük bir kitle bugün travma yaşıyor. Onların sinirleriyle oynanıyor. Kaldıramayacakları şeyler izlettiriliyor. Şeref, namus, ahlak, vatanseverlik... Bütün duygularıyla, bütün hisleriyle dalga geçiliyor ve karşılarına da medya sayeside "barış, özgürlük, demokrasi" kelimeleri ile duvar örüyor, susturuyor. Bu, toplumu konuşamayan fakat içinde fırtınalar kopan, patlamaya hazır bomba haline getiriyor. Bu, iç savaşın birinci adımıdır, yani psikolojik altyapısıdır.



Yeter particilik yaptığınız, artık şapkanızı çıkarıp önünüze koyun ve iyi bi' düşünün...

4 Mart 2013 Pazartesi

İç Savaşa Sürüklenen Türkiye / İmralı tutanaklarındaki acı gerçek

Merhaba yüzde 90’ı milliyetçi geçinen kamiller. Acun’un programlarından kafanızı kaldırdıysanız, biraz da ülke gündemine bakalım.

En son söylemem gerekeni ilk başta söyleyeyim de daha vurucu olsun; Türkiye, tarihindeki en büyük tehlike ile karşı karşıya. Bu tehlike belki de Kurtuluş Savaşı’ndan daha tehlikeli bir sürecin içerisine itilmemizden kaynaklanıyor.

Başbakan, bir yandan büyük çoğunluğu milliyetçi olan ülkede milliyetçiliğe saldırıp, bir yandan “barış” diyedursun, ülke gündeminin İmralı olması kadar acı bir noktaya geldik.

İmralı görüşmeleri ile başlayan süreçle birlikte son dönemlerde herkesin ağzında dolaşan bir kelime var; barış! “Neyin barışı aga bu?” diye soran da yok. Bu ülkede savaş çıktı da haberimiz mi yok? Dikkat etmeniz gereken tehlikeli bir “dil” var. Soğuk savaş döneminden sonra “barış, özgürlük, terör, insan hakları” kelimeleri ile bir “üstü kapalı” saldırı dili türetildi. Küresel güçlerin ve onların kalemşörlerinin sürekli ağzında bu kelimeler… Kim sürekli “barış” diyorsa oturup düşünün. Kesin o konuda bir bit yeniği vardır. Şu an içinde bulunduğumuz süreç de tam anlamı ile budur.

Erdoğan’ın birkaç yıldır süren açılım sürecinde kullandığı dile dikkat edelim. Alt kimlik-üst kimlik açıklamaları ve o günden beri süregelen “36 etnik grup” vurgusunun ayrıştırıcılığı bir yana dursun, bir de şu açıklamalara bakalım:

VARAN 1: “KÜRT SORUNU” MU? YOKSA “PKK SORUNU” MU? SORUNSALI
Yıl 2002: “Var diye inanmayacaksın. Sorun yok diye inanacaksın. Sorun var diye inanırsan sorun olur. Sorun yok dersen sorun ortadan kalkar. Biz diyoruz ki, bizim için böyle bir sorun yok.”
Yıl 2005: “Kürt sorunu benim sorunumdur”
Yıl 2009: “Buna ister “Kürt sorunu” deyin, ister “Güneydoğu” sorunu deyin, isterseniz son olarak adlandırdığımız “Kürt açılımı” diyelim, ne dersek diyelim bunun üzerinde bir çalışma başlattık.”
Yıl 2011: “Bu ülkede artık Kürt sorunu yoktur. Bu ülkede PKK sorunu vardır.”
Yıl 2013: “Tutturmuşlar şimdi bir Kürt sorunu diye, Millet Kürt sorunu diye bir şey tanımıyor. Vatan topraklarında asla ameliyata izin vermeyiz.”

VARAN 2: KÜRT SORUNUNDA MUHATTAP KİM?
5 Nisan 2012:Hükümet olarak terör örgütünü asla ve asla muhatap almayız, biz terör örgütüyle de asla masaya oturmayız, bunu herkes bilsin.”
27 Eylül 2012: “Terör örgütüyle mücadele ama siyasi uzantılarıyla müzakere dedik. Bakıyorsunuz bu partinin 9 milletvekili teröristlerle kucaklaşıyor, yanak yanağa öpüşüyor… Artık siyasi uzantılarla müzakere noktasında değilim.

VARAN 3: DOKUNULMAZLIKLAR VE İDAM KONUSU
3 Kasım 2012: “Şu anda birçok insanımız kamuoyu araştırmalarında “idam yeniden gelsin” diyor. Çünkü öldürülenin yakınlarının canı yanıyor.”
4 Aralık 2012: “BDP'nin hukuku, yasaları, hatta insani değerleri çiğneyen söylem ve eylemlerine daha fazla seyirci kalamayız. Bunun bedelini ödemeyecekler mi? Milletvekilliği bunun için zırh olamaz. Buna sessiz kalacak olursak halk bizi affetmez, Allah da affetmez.

VARAN 4: ERDOĞAN’IN ÇELİŞKİLİ MİLLİYETÇİ SÖYLEMLERİ
 26 Aralık 2010: “Değerli arkadaşlarım, benim milletimin dili tektir, bu Türk Milletidir…”
25 Mayıs 2011:Ben ne Tek dil dedim, ne tek din dedim. Hiçbir yerde benim böyle bir ifadem yoktur. Çünkü bunlar yalan makinesi.”
4 Mayıs 2012: “Biz tek bayrak tek millet dedik ama tek din demedik
5 Mayıs 2012:Tek dil değil, tek din dedik

Bu çelişkili açıklamalar, Erdoğan’ın planı-programı dahilinde değil muhtemelen. Söylemlerini kontrol edemediği için, sürekli ortaya çıkan çelişkiler, yeni sorunların temelini hazırlıyor. Bu da birilerinin ekmeğine yağ sürüyor olsa gerek. Çünkü Erdoğan’ın yaptığı milliyetçi çıkışlar, bazen Hitler’i aratmayacak noktaya geliyor ve sonra bir anda en baba sosyalistin atamayacağı adımları atmaya çalışıyor. Bu zaten kopma noktasına gelen Türk-Kürt ilişkilerini daha da pamuk ipliğine bağlı hale getiriyor.


Yıllarca "Kürt sorununu çözeceğiz" dediler ve şimdi muhatap olarak PKK ve Abdullah Öcalan'ı alıyorlar. Mantık bunun neresinde? Bu, toplumun bilinçaltına Kürt = PKK mantığını oturtmuyor mu? PKK'ya soğuk bakan Kürtleri de PKK'ya itmiyor mu? Hepsinden önemlisi, devlet olarak PKK'yı meşrulaştırmış olmuyor musun? Yarın bir gün, dünyanın hangi ülkesine bugün masaya oturduğun PKK'nın bir terör örgütü olduğunu kabul ettirebileceksin? Sen PKK'yı legalleştiriyorsun, "PKK ile barışı getireceğiz ama başkaları (CHP, MHP ve diğer milli kitleler) istemiyor" diyorsun.

İçinde bulunduğumuz sürece "Kürt sorununun çözümü" adını verenlerin, barış naraları atmaları, toplumun bilinçaltında "savaş var" algısını oturtmaktan başka hiçbir şeye yaramıyor. Bu toplum, ister inanın, ister inanmayın ama savaşa programlanıyor.

“BDP’lilerden hesap soracağız” ve “halk idamı istiyor” açıklamalarından bir ay sonra (-ki bu açıklamalar gerçekten de halkın büyük kesimini memnun etmiştir), Öcalan ile masaya oturmak akla mantığa sığacak şeyler değil. Erdoğan’ın bu ülkede yüzde 50’lik bir kitlesi var ve bu kitlenin zihnini sürekli bulandırıyor.
Geçtiğimiz birkaç ay önce, yazılarda altını çizdiğim bir konu vardı. Derin devlet, hükümet yetkilileri ve bunlara çanak tutan medya, Öcalan’ı toplum nazarında “lider” konumuna getirmeye çalışıyor ve utanmadan bunu yaparken “dini kullanmayı” da esgeçmiyordu. Belli ki bir şeyler hazırlanıyordu. Ben de yazılarımda bunları değerlendirip, ikinci açılım sürecinin kapımızda olduğunu ve bu sürecin sonunda “genel af” konusunun masaya yatırılmaya planlandığını dile getirmiştim. Zaten bunu az biraz düşünen herkes farketmişti.

*Konu ile ilgili yazılarım: Genel affa doğru / Genel affa doğru 2

Diğer bir saptamam ise, bu sürecin bir noktasından sonra işlerin çığrından çıkarılıp “barış” kelimesi ile pohpohlanan sürecin “Kürt Baharı”na dönüştürülmeye planlandığıydı.
BDP’lilerin Öcalan’la görüşme tutanakları Milliyet gazetesinde yayınlandı. Tutanakların tümünü burada yayınlamıyorum, sadece önemli cümleleri alacağım. İsteyen tümü rahatlıkla bulabilir. Hala okumayan varsa zaten siktirsin gitsin.

Öcalan’ın BDP ile görüşmesindeki bazı sözleri:
  •  Rejim değişikliği olacak.
  •  Felsefi ve örgütsel birikimimi PKK’yı hazırlamak ve dönüştürmek için kullanıyorum.
  •  AKP’yi 10 yıldır ayakta tutan benim.
  • Sayın Başbakanı buna inandıran ekip (2011’de) PKK’yi bitireceğiz’ dedi. 10 bin kişiyi (KCK) içeriye aldılar, Bu güç MİT’e de darbe planladı. Ben hemen devreye girdim, ‘bu darbedir’ dedim. Ergenekon’dan farkı yok. Başbakan MİT’e darbe yapılınca sıranın kendisine geldiğini gördü, Başbakan vatana ihanet suçundan tutuklanacaktı. (Durdu yeniden söze başladı) Genelkurmay Başkanının (İlker Başbuğ’u kastetti) tutuklanması da budur.
  • MİT’i düşürseydiler. Türkiye’de tüm kaleler düşmüş olacaktı. Hakan Fidan tutuklansa, sonra sıra Başbakan’a gelecekti. Benim bu süreci canlandırmam, darbeyi engelleme sorumluluğu... Darbeyi önleyebileceğimi fark ettim ve süreci başlattım.
  • Süreç başarısız olursa ‘Apo öldü’ diyeceksiniz. Ben yokum. BDP ve PKK’nın beni kullanmasına izin vermem.
  • Ne ev hapsi, ne de af bunlara gerek kalmayacak. Herkes, hepimiz özgür olacağız. Şunu bilin ki bu hamlem komployu boşa çıkaracaktır. Ben komployu aşıyorum. Başarılı olursam, Ne KCK tutuklusu kalır ne başkası. Bu olmazsa 50 bin kişiyle halk savaşı olacak. Ölen ölecek, ben karışmıyorum. Yalnız, herkes bilmeli ki, ‘Ne eskisi gibi yaşayacağız, ne de eskisi gibi savaşacağız’.

Öngördüğüm gibi, bu sürecin sonunda Öcalan dahil tüm tutukluların serbest kalması planlanıyor. Bu yüzden “barış” sözcüğü herkesin ağzında dolaşıyor. Ergenekon tutuklulukları da teröristlerle birlikte serbest kalabilecek, plan bu.

Buna Öcalan inanmış gibi gözüküyor. Bana kalırsa, küresel güçler bu süreci nasıl önümüze sürdüyse, bu süreci öyle bir noktada sonlandıracaklar ki kendimizi bir anda iç savaşın içinde bulacağız. Zaten Öcalan’ın “Başarılı olamazsam halk savaşı olacak” dediği de bir anlamda bunun göstergesi. Yani önceki yazılarımda da belirttiğim üzere tıpkı Arap Baharı gibi tezgahlanan bir Kürt Baharı kapımızda…

Öcalan'ın "MİT'e darbe planlanıldığı" tespiti doğru. Öcalan'ın "son kale" dediği MİT'e operasyon yapanlar sizlerin de bildiği üzere cemaatin ekibiydi. Öcalan, cemaati açık tehdit gördüğünü dile getiriyor. Bu tutanaklardan sonra cemaatin yazarları da olabildiğince sert çıkışlar yapmış Öcalan'a... E destek veriyordunuz, "hayır sulhtadır" diyordunuz, "el etek bile öpülür"dü hani? N'oldu tatlım?

Bu tutanakların sızdırılması hükümete tehdit niteliğinde bana göre. BDP laf cambazlığı yapıyor ama durum gayet açık ortada. Sızdırma yapılacağı biline biline bazı şeyler konuşulmuş. Çünkü tutanakları dikkatlice okursanız, Öcalan sanki siyasi lidermişçesine "daha fazla özgürlük", "Anadolu'nun özgürleşmesi" gibi popülist söylemler kullanıp durmuş. Bunları toplumun karşısında söylersin de, BDP'lilerle konuşurken söylemezsin. Çocuk mu kandırıyorsunuz lan amına koduklarım? Tutanaklar sadece ve sadece Öcalan'ı "Kürt lideri" konumuna getirmek için hazırlanmış. Baksanıza, darbe önlüyor, iktidarı belirliyor, savaş çıkarabiliyor. Vay amına koyim be Rıfat abi.

Hükümet “barış” sözcüğü ile girdiği süreçte bir anda “Özgür olacağımızı göze al, geri adım atarsan savaş başlatırız” tehditi ile karşı karşıya kaldı. Erdoğan, kısa bir süre içerisinde ya ülkeyi iç savaşa sürükleyecek ya da Başkanlık Sistemi'ne geçebilirse, yeterli gücü elinde bulundurduğu için masaya oturdukları ile tek tek hesaplaşmaya başlayacak, o laf ettiği Esad'ın durumuna düşecektir ve bu da iktidarının sonunu getirecektir.

Ne yazık ki Türkiye, batı tezgahı ile adeta rehin alınmıştır. Eli kolu bağlıdır. Yeniden milli mücadele artık kaçınılmazdır. 

6 Ocak 2013 Pazar

Genel affa doğru 2 / İkinci Kürt açılımı / Türk ordusu neden tasfiye edildi?

Yazının ilk bölümünü okuyup öyle gelmenizi tavsiye ederek başlayayım. (Genel affa doğru / Apo'yu sempatikleştirme / Kürt baharı)

Habur Olayı ve Oslo Görüşmesi ile yerle yeksan olan "Kürt Açılımı", 2013'ün ilk günleri ile birlikte hızla yeniden gündeme getirilmeye başlandı. Öyle ki; MİT Müsteşarı Hakan Fidan, İmralı'da Öcalan'la pazarlık masasına oturdu, hatta git-gel yapmamak için 2 gün orada kaldı...

Önce bi hafızaları tazeleyelim:

Ne demişti padişahımız zamanında?
"Bunlarla (PKK'yla) bir araya oturduğumuzu söyleme şerefsizliğini yapanlar, bu alçakça iftirada bulunanlar bunun hesabını her yerde vereceklerdir. Biz AK Parti hükümeti olarak bugüne kadar terör örgütüyle hiçbir zaman masaya oturmadık hiçbir zaman da oturmayacağız." (İzleyin)

Daha sonra bildiğiniz üzere Oslo görüşmelerinin ses kaydı ortaya çıkmıştı.

Aslında "2. Kürt Açılımı" bir süredir başlamıştı fakat ilk seferdeki gibi zor durumda kalmak istemeyen iktidar, tedbiri elden bırakmamak için şimdiye kadar sessiz sedasız ilerletmekteydi. Bir süre "kuşkuyla" okuduğumuz Aydınlık gazetesi manşetleri bugün yaşananlarla öyle bir örtüşüyor ki, adeta yaşananlar manşetlerin sağlaması niteliğinde...

Neydi o manşetler?

1 Temmuz 2012 Aydınlık sürmanşeti
1 Temmuz tarihli Aydınlık sürmanşetine göre Öcalan, MİT'in yatında ABD'li yetkililerle görüştürülmüştü. (Detaylar için bkz.) İddiayı, "İmralı görevlileri"ne dayandıran Aydınlık, bir gün sonra ise MİT-Öcalan görüşmesinin detaylarını veriyordu.

2 Temmuz 2012 Aydınlık gazetesi sürmanşeti
Aydınlık, taaa 2 Temmuz'da AKP-İmralı görüşmelerini sürmanşete taşımış, Erdoğan'ın görevlendirdiği "yetkililerin" çizdiği yol haritasını belirlemişti. "Yetkililere" göre; "Kürt sorununda Öcalan'ın tek söz sahibi haline getirilmesi lazım. Bunun için kamuoyu hazırlanmalı. Tepkiler zamanla erir gider."

Ve iddiaya göre Apo'yla görüşmeleri yürütmekle "görevli" MİT'çiler öncelikli çözüm olarak "Apo'ya ev hapsi"ni uygun buluyorlar. (Detaylar için bkz.)

Bunlar iddia... Hatta o günlerde çoğumuza "uçuk" gelen bir iddiaydı. Ama bugün yaşananlara baktığımızda, o iddiaların apaçık ispatını görüyoruz.

Öcalan'ın tek söz sahibi konumuna getirilmesi bugün gerçekleşmiş durumda. Dikkat edin, yeni bir "açılım" başladı ve Erdoğan herkesten önce bu sefer kendisi önce İmralı ile görüşülebileceğini (Bkz.) daha sonra ise görüşüldüğünü açıkladı.


Ancak tüm bu açılım sürecinde PKK liderlerinden ve BDP'den pek ses-seda yok. Hayret! Yoksa Öcalan'ı "tek söz sahibi" yapmak için mi bütün bunlar?

BDP'nin tek yaptığı şey, 3 Ocak'ta MİT eli ile İmralı'da Öcalan'la görüştürülmek oldu. Öcalan, BDP'ye de yol haritasını çizdi.



"Genel affa doğru" başlıklı ilk yazımda dikkatinize sunduğum bir iki konu vardı. Bunları tekrarlamam şart.

Konulardan biri "açlık grevi"nde Öcalan'ın "kurtarıcı lider" konumuna getirtildiğiydi. Hatta öyle ki Başbakan Erdoğan bile "Açlık grevlerinin bitmesinde İmralı'nın mesajı da etkili oldu" sözlerini sarfetmişti. Ancak Erdoğan, Öcalan'ın bu talimatı vermesinin karşılığında hükümetin hiçbir teminat verilmediğini dile getirmişti. Aynı gün yandaş Yeni Şafak yazarı Ali Bayramoğlu ise "hükümetin avukat teminatı verdiğini" ifade etmişti.

3 Ocak 2013 tarihinde İsmail Hakkı Karadayı gözaltına alınırken, KCK davasında sessiz sedasız bir tahliye gerçekleşti. Tahliye edilen isim hükümetin teminatını ve açılımı işaret ediyor: Davut Uzunköprülü. (Detaylar için bkz.)

İsimden çıkaramadınız tabi... Bu adam Öcalan'ın avukatı!

Bir önceki yazımda altını çizdiğim bir diğer konu ise Ağlamaktan Sorumlu Devlet Bakanı Bülent Arınç'ın "Öcalan'ın müslüman kimliği"(!) ile ilgili hikayesi ve "Ben de olsam dağa çıkardım" temalı sözleriydi.

5-6 Aralık'ta Avrupa Parlamentosu’nda düzenlenen "AB, Türkiye ve Kürtler" (9. Uluslararası Kürt Konferansı) adlı konferansta çizilen yol haritasındaki üç maddeye dikkatinizi çekiyorum:

  1. Sayın Öcalan’ın müzakerelerde tam bir rol oynayabilmesi için koşulları düzenlenmeli.
  2. Daha geniş müzakereli bir barış süreci için genel siyasi bir af zemini hemen yaratılmalı.
  3. Adli reform onbinlerce Kürt’ün cezaevlerinden çıkmasını sağlayacak şekilde genişletilmeli. 
  4. .....
Konferans katılımcılarından biri olan gazeteci Serdar Akinan'ın 3 Ocak 2013 tarihinde yeni açılımla ilgili Twitter'da yazdığı yorumu ise görmezden gelinemez:


Geçtiğimiz aylarda Mehmet Ali Birand'dan uçuk bir açıklama gelmişti. Birand'ın açıklaması şöyle:

"Türkiye'nin bir genel affa ihtiyacı var. Genel af olmadan çözüm gelmez. Öcalan 'ı bugünkü hiçbir iktidar önümüzdeki 10 yıl içinde göze alıp adımını atamaz, bir karşılıklı anlaşma olursa olur. Şöyle olursa olur; Karşılıklı ateşkes ilan edilir, ilk adımlar atılır, ilk af çıkar, silaha dokunmamışlar affedilir. Arkasından yönetime gider, en sonunda da Öcalan affedilir. Buna ihtiyaç vardır.

O zaman Öcalan bir parti lideri olur. Bu demokrasinin gereğidir. Bugün Arafat olmuştur, Şimon Perez olmuştur. Öcalan da terörist, Arafat da terörist. Oda insan öldürdü, Öcalan da öldürdü. Gerçekçi olalım. Öcalan eğer çok gecikilmezse günün birinde meclise de girebilir. Bunu yaparsa ancak Tayyip Erdoğan yapabilir. Ondan güçlü birisini görmüyorum. Bu da 2014-2015'ten sonra olur. Tayip Erdoğan başkanlığı alırsa bu cesareti olur. Ben 2015 sonrasında bekliyorum gelişmeleri." (Detaylar için bkz.)

Bu açıklamalar emin olun ki belirli bir program üzerine yapılıyor. Kimse kafasına göre fikrini beyan etmiyor anlayacağınız.

Geçtiğimiz gün Radikal'de yer alan bir röportaj da genel affın altını çizmekteydi. Eski MİT Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş, röportajda "PKK'ya da Ergenekon'a da af gerekecek" sözleri ile hem manşeti belirlemiş hem de mesajını vermişti. (Detaylar için bkz.)

Cevat Öneş'le ilgili Öcalan'ın sarfettiği sözler:

“Cevat Öneş’in benim Türkiye’nin demokratikleşmesi açısından önemli bir önder şeklindeki ifadeleri isabetli. Benim Türkiye için kritik bir demokratik önderlik rolü oynuyorum, ama bu konuda önümün açılması gerekli” (18 Şubat 2011, Öcalan'ın avukatları ile görüşmesinden notlar...)

“Cevat Öneş’in, ‘Öcalan sorunun çözümünde Nelson Mandela rolünü oynayabilir’ görüşü doğrudur. Fakat Hükümet böyle bir diyaloga hazır değil. Devletin etkili ve yetkin kurumları benim çözümümü tartışmaya hazır.”(3 Mart 2010, Öcalan'ın avukatları ile görüşmesinden notlar...)

BDP'nin 24 Ocak 2012 tarihinde İstanbul Taksim Elite World Otel'de yapılan Merkez Yürütme Kurulu (MYK) Olağanüstü Toplantısı'na ("Kürt Sorunu, Çözüm Olanakları ve Öcalan'ın Rolü" konferansı) katılan Cevat Öneş'in sözlerine bakın şimdi:
"PKK sebep değil sonuçtur, PKK önemli bir siyasal harekettir ve durum PKK'ya önemli sorumluluklar yüklemektedir, Hükümet Anayasa sürecinde bir yol temizliği yaparak, TMK, TCK'da kaldırılması gereken maddeleri kaldırması ve güven artırıcı önlemler alması gerekir"

Daha bitmedi!..

MİT'çi Cevat Öneş'in DTK ile bağlantıları dudak uçuklatıyor.

DTK ne mi? Anlatıyorum...

DTK, Demokratik Toplum Kongresi. KCK iddianamesine göre PKK ile doğrudan bağlantılı, "Demokratik Toplum Hareketi"ne bağlı sivil toplum kuruluşlarını tek çatıda birleştirme misyonundaki bir oluşum.

Demokratik Toplum Hareketi ise sırayla HEP, DEP, HADEP, DEHAP, DTP ve son olarak BDP'dir.

Cevat Öneş'in DTK'nın neredeyse tüm konferanslarına katılmasının amacı onları tatlı dille ikna etmek mi?

31 Aralık 2012'de Habertürk'te canlı yayına katılan Nazlı Ilıcak'a Demirel'in "genel af önerisi" hakkındaki düşünceleri soruluyor. Önce konuya balıklama atlayıp "Genel af meselesi çok önemli tabi. Mesela Kürt meselesini de kapsayan bir genel affın..." sözlerini sarfeden Nazlı Ilıcak, sonra sunucu tarafından genel affın Ergenekon davasını da kapsayabilme ihtimalinin hatırlatılması üzerine "tabii şimdi af istiyorsa, bu tamamen Ergenekoncuları kapsayan bir aftır Süleyman Demirel'in istediği. Esasen suç işlemiş olanlar mahkeme tarafından belgelendikten sonra, mahkeme tarafından karara bağlandıktan sonra böyle bir affa ben de taraftarım. Ama şimdi mahkemeleri yarım bırakacak bir affa kesinlikle karşıyım." sözlerini sarfediyor. (İzlemek için tıkla)

Türkçesi şu: PKK'lı hüküm giyenlere af çıksın, Ergenekon'da yargılanan askerler, gazeteciler dava bitene kadar aftan yararlanamasın.

He amk he.

BDP'lileri günahım kadar sevmem ama Türkiye'de en dürüst politika onlarda sanırım. Her şeyi açıkça dile getiriyorlar. Selahattin Demirtaş'ın "Kürdistan'ı Erdoğan kuracak" sözlerini de bu açıdan değerlendiriyorum.

Kürt sorununun çözümü meselesinde daha önce PKK ile masaya oturan devlet, bugün direkt Öcalan'ı muhattap alarak farklı bir yol denemeye çalışıyor. Ancak bu sorunun çözümü asla kişi ya da örgütlere indirgenecek kadar küçük değil. En nihayetinde ABD'nin Ortadoğu'daki maşalığını üstlenen AKP hükümeti, bu politikasının sonucu olarak Suriye, İran ve Irak merkezi yönetimini karşısına aldı. PKK sorununu konuşuyorsak, bu ülkelerle olan ilişkileri gözardı edemeyiz. Özellikle Irak bu konuda oldukça hassas durumda. Irak'ın kuzeyinde kurulacak olası bir bağımsız devlet, zaten dış politikası hallaç pamuğuna dönmüş Türkiye'yi iyice ateşe atar.

Şimdi yine bir kaç alıntı yapacağım.

Kürdistan Bölgesi Yönetimi Başkanı Mesud Barzani, Ocak 2012'de “Eğer Kürdistan halkı bağımsızlık talep ederse, ben bunun önünde durmayacağım. Ben Kürdistan bölgesinin günden güne gelişmesini istiyorum ancak asıl umudum Kürdistan’ın bağımsızlığıdır. cümlelerini kurmuştu.

Kürdistan Bölge Hükümeti Başbakanı Neçirvan Barzani, Aralık 2012'de "Bağımsız Kürdistan’a her zamankinden daha yakınız!" açıklamasını yaptı.

Mesud Barzani'nin danışmanı, eski ABD'li diplomat ve petrol devi Exxon Mobil'i Kuzey Irak'a sokan Peter Galbraith, Mayıs 2012'de Kürt Rudaw dergisi ile yaptığı söyleşide şu kritik cümleyi kuruyor:

"Bağımsız Kürt devletinin ilanı için en uygun zaman geldi"

Galbraith, Aralık 2012'de Radikal'den Ezgi Başaran'a ise şu açıklamaları yapıyor:


"Irak’ta açıkça Şii olan ve bunu vurgulayan bir hükümet var. Ve Türkiye artık Sünni kimliğini öne çıkaran bir ülke. Bunu söylediğimde Amerikalıların çoğu AK Parti’nin Türkiye’yi bir İslam ülkesine dönüştürmek istediği fikrine kapılıyor. Hayır bunu söylemiyorum. Demek istediğim; Türkiye eskiden milliyetçi Kemalist bir rejim olarak kendini tanımlıyordu, artık Sünni bir kimliğe sahip.

Eğer bölgeye bu kimlik tanımları üzerinden bakarsanız, Türkiye’nin Maliki’ye ve İran’ın domine ettiği Irak’taki Şii nüfusuna karşı düşmanca tavır almasını daha iyi anlarsınız. Elbette tersi de Maliki için geçerli. Maliki, Suriye’de Sünnilerin öncülüğünde yürüyen muhalif harekete destek çıkan, kendi ülkesinde sorun yarattığını düşündüğü Erbil’le arasını iyi tutan bir Türkiye görüyor. Ve rahatsız oluyor. Tabii ki başka birçok faktör de var ama iki yönetim arasındaki sürtüşmenin temel sebeplerinden birinin bu kimlik siyaseti olduğunu düşünüyorum.

Bence önümüzdeki 5-10 yıl içerisinde bu (Bağımsız Kürdistan) kaçınılmazdır. Irak’taki Kürtler artık Irak’ın parçası olmak istemiyor, o kesin. Birçok Iraklı da Kürtlerin yeterince sorun yarattığını ve bağımsızlıklarını vererek onlardan kurtulunması gerektiğini düşünüyor. Gerçek bir birleştirici olan Talabani’nin ölümü de bu çözülmeyi hızlandıracaktır.

Ben Türkiye devletinin bunun farkında ve hazırlıklı olduğunu düşünüyorum. Elbette tercih etmez ama söylemlerine baktığımda konuya çok daha ılımlı yaklaştığını görüyorum. Bir kere çok ciddi ticari ilişkileri var Kuzey Irak’taki Kürtlerle. Artık siyaset birliği yapmaya da başladılar. Bağımsız bir Kürdistan’ın ayakta kalması için de komşu ülkelerden birinin desteğini alması lazım ki, bu ülke Türkiye’dir. Türkiye de buna uzak değil. Eskiden ‘Bağımsız bir Kürdistan kabul edilemez’ derlerdi, şimdi ‘Irak’ın birliği tercihe şayandır’ diyorlar. Arada çok fark var."


Yeni Şafak yazarı Murat Aksoy 2 Ocak 2013'te köşesinde Hükümet-Öcalan görüşmelerindeki 7 maddeyi açıkladı.
  1. İlk adımı Öcalan üzerindeki tecridin kısmen azaltılmasıdır. Ailesinin görüşmelerini bu ay ve önümüzdeki ay içinde bazı avukatların görüşmesi izleyecek.
  2. İkinci adım açlık grevlerinin sona ermesinde gündeme gelen ana dille savunma hakkıdır. Eksikliklerine rağmen taslak hazırlanmış ve Meclis’e sevk edilmiştir.
  3. Yerel yönetimlerin güçlenmesi açısından önemli bir adım olan Büyükşehir yasası hayat geçmiştir. Bu yasayı tamamlayacak önemli bir adım ise yılın son MGK’sında üzerinde mutabık kalınan Türkiye’nin Avrupa Yerel Yönetimler Şartı’na konulan çekincenin kaldırılması olacaktır.
  4. Yol haritasının en önemli maddesi ise üzerinde çalışılan 4. Yargı Paketi’ndeki bazı düzenlemeler olacaktır. Şiddete bulaşmışlar dışındaki tutuklular için ceza kanununda yapılacak değişiklik, yer isimlerinin iadesi, kamu kurumlarında anadilin kullanılması bunlardan bazılarıdır.
  5. Yol haritasında önemli bir madde de vatandaşlık tanımının etnik vurgudan arındırılmasıdır. AK Parti ve BDP bu konuda birbirine yakın. CHP’nin sunduğu alternatiflerden birisi de bu yönde. Bu konu yeni anayasa çalışmalarına bağlı olduğu için şimdilik beklemede ama niyetin varlığı önemli.
  6. Yol haritasına göre bu adımlara paralel olarak PKK’nın terör eylemlerini durduracaktır. Ki son bir ay içinde teröre eylemleri bıçak gibi kesilmiştir.
  7. Şu anda yol haritasının son adımları üzerinde müzakereler devam ediyor görünmektedir. Devlet hedefini silah bırakma olarak açıklarken bunun gerçeklememiş olması Öcalan’ın kademeli bir formül (ateşkes, sonra sınır dışına çekilme ve silah bırakma) önermesinden kaynaklanıyor görünmektedir.
Not: Yeni Şafak gibi gazetelerden kesitler sunmamın sebebi, kendi yayın organlarının "itiraf" niteliği taşımasıdır.

Açılımda görev yine ilk olarak medyaya verildi. Geçtiğimiz yıllarda Aydın Doğan'la kanlı-bıçaklı olan Erdoğan, bugün onun desteği ile halkı şekillendirmeye çalışıyor. Öyle ki, Doğan Medya Grubu, Aydın Doğan'ın talimatıyla Kürt açılımına tam destek verecek...

Aydın Doğan dün Doğan Medya Grubu altında yayın yapan kurumlara gönderdiği mektupla "Yayınlarınızda barışın dili hakim olsun. Çatışma dilinden uzak durun" talimatı verdi. Bunu açıklayan Radikal Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Eyüp Can... (Detaylar için bkz.)

Aynı gün Hürriyet gazetesi yazarı Ertuğrul Özkök de "genel affı" kaleme aldı. Özkök genel affı şu sözlerle savundu:
Bu ülkeye bir genel af lazım dediğim zaman fazla taraftar bulamamıştım. Şimdi bu konuda da ağırlıklı konsensüs iradesi oluşuyor.Evet bir genel aftan başka çıkar yolumuz yok.Bu herkes için iyidir. (Detaylar için bkz.)
Şimdi Türk halkına soracağımız soru şu...

Kademeli olarak "genel af" "Öcalan'a ev hapsi" ve "Öcalan'a tahliye" olaylarında tepki gösterecek misiniz? Gösterecekseniz tepkileriniz "eritilecek" cinsten mi olacak?

Oslo görüşmelerinde MİT'in PKK'ya verdiği bir teminat vardı. Emre Uslu'nun 10 Haziran 2012 tarihinde kaleme aldığı yazısındaki iddiasına göre o teminat şu yöndeydi;
Güneydoğuda görev yapan askerler ve polisler savaş suçlusu olarak yargılanacak!
(Detaylar için bkz.)

Oslo görüşmeleri ne zaman yapıldı? 2009-2010 yıllarında.

Balyoz operasyonu ne zaman başlatıldı? 30 Ocak 2010 tarihinde Mehmet Baransu'nun şu meşhur "bavulu" Beşiktaş'taki İstanbul Adliyesi'ne teslim etmesi sonrasında...

Balyoz operasyonu ile Türk askerini içeri tıkan iradeye destek veren Emre Uslu'nun, 2 yıl sonra kaleme aldığı yazı, Oslo görüşmelerinin detaylarında istemeden ve dolaylı olarak da olsa PKK'ya verilen teminatın gerçekleştiğini ispatlıyordu.

Balyoz operasyonunda tutuklananlar arasında yer alan Emekli Kıdemli Albay Hasan Atilla Uğur (Öcalan'ı sorgulayan komutan), Özel Kuvvetler Komutanı emekli Korgeneral Engin Alan (Öcalan'ı Türkiye'ye getiren ekipten komutan) isimleri bu çerçevede değerlendirilmeli.

Wikileaks belgelerinde yer alan ABD’nin Ankara Büyükelçisi Robert Pearson imzalı 18 Nisan 2003 tarihli belgede TSK'daki kutuplaşmalarla ilgili dikkat çeken bir bölüm:

“Birincisi, Türkiye’nin stratejik çıkarının, ABD ve NATO ile sıkı bağları sürdürmekte olduğunu, istekli olmasa da kabul eden ‘Atlantikçiler’. İkincisi, ABD ile bağları sürdürme ihtiyacına öfkelenen, Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkan, kimseye güvenmemeyi (Irak topraklarında kurulacak bağımsız bir Kürt Devleti’ni destekleme niyetinden emin oldukları ABD de buna dâhil) yeğleyen ve Kemalist devletin tavizsiz biçimde korunmasında ısrar eden katı ‘Milliyetçiler’. Üçüncüsü de, ‘Avrasya’ konseptinin, Rusya’nın hâkimiyetindeki tabiatını kavramaksızın, uzun zamandır ABD’ye bir alternatif arayan ve Rusya’yla ya da Rusya ve İran’ı veya Rusya ile Çin’i içine alan iyi tanımlanmamış bir gruplaşma ile daha yakın ilişkiler kurmayı düşünen ‘Avrasyacılar’.”

Dönemin TSK'daki en üst düzey "Atlantikçi" Hilmi Özkök'e nasıl bakıyor diye soruyorsanız, yine Wikileaks'ten alıntı yapalım:
“AKP ile ordu arasında gelişen ilişki değerlendirilirken, Özkök faktörü de Erdoğan’ın karakteri kadar önem taşıyacaktır. Özkök’ün daha açık fikirli bir askeri lider olduğu söyleniyor (başka şeylerin yanı sıra, Ramazan’da da oruç tutuyor).”

Ve Wikileaks'te asıl gelmek istediğim nokta şu ki; Özkök karşıtı olarak ismi geçen tüm komutanların süregelen tarihlerde tutuklanacak olmasıdır...
Kara Kuvvetleri Komutanı Yalman, Jandarma Komutanı Eruygur, Birinci Ordu Komutanı Doğan, Ege Ordu Komutanı Tolon, İkinci Ordu Komutanı Türkeri ve MGK Genel Sekreteri Kılınç'ın Özkök karşıtı olduğunun altı çiziliyor. Yaşar Büyükanıt’ın ise ikili oynadığı iddia ediliyor.
(Wikileaks, ABD Ankara Büyükelçilik Müsteşarı Robert Deutsch tarafından yazılan 10 Aralık 2002 tarihli belge)

Olayları kronolojik olarak değerlendirirsek, TSK'nın tasfiyesini başlatan asıl konu 1 Mart tezkeresiydi.
3 Mart 2003’te Robert Pearson'ın ABD Dışişlerine gönderdiği telgrafta tezkerenin reddinin sebepleri şöyle sıralanıyor:
  • Laik Türk Devleti’nin, ABD hükümetinin Irak’taki niyetlerine ilişkin korkuları 
  • İslami eğilimli AKP’yi dizüstü çöktürme niyetindeki güçlü istek 
  • AKP’nin iç dinamikleri, parti içi rekabet ve acemilik.
Wikileaks belgelerinde İlker Başbuğ'un Kürt meselesine yaklaşımı çok dikkat çekiciydi:

"Başbuğ, hiç sorulmadan, Türk hükümetinin azınlık haklarında AB bağlantılı reform çabasını kendiliğinden gündeme getirdi. Son iki üç yıldır, parlamentonun “kültürel haklar”ı garanti eden birçok yasayı geçirdiğini söyledi. Yapılan değişiklikler önemliydi ve geçirilen yasalara bir itirazı yoktu. “Artık yapılacak ya da talep edilecek bir şey kalmadı” diye görüşünü açıkladı. Ne var ki, AB daha fazlasını talep etmeyi sürdürüyordu. Uygulamanın daha sıkı takip edilmesini isteyip duruyorlar. “Bununla neyi kastediyorlar? Yeterli olmayan ne” diye sordu.

Leyla Zana’nın cezaevinden salıverilmesinden sonra bölgeyi turladığını belirterek, Türkiye’nin güneydoğusundaki olayların “hukuku aştığını” söyledi. Zana’nın siyasi faaliyetlerde bulunurken Kürtçe konuştuğunu, bunun da Siyasi Partiler Yasası’nın açık bir ihlali olduğunu bildirdi. 7 eylülde, Diyarbakır Belediye Başkanı’nın AB’nin Genişlemeden Sorumlu Komiseri (Günter) Verheugen’e, AB’nin gerekliliklerini karşılamak için, yasanın bu hükmünün (siyasi faaliyette Türkçe dışında bir dil kullanma yasağı kastediliyor) değiştirilmesinin gerekip gerekmeyeceğini sorduğu bildiriliyordu. Belediye Başkanı’nın bu soruyu sormuş olması da, Zana’nın kendi şehrinde olduğu bir esnada, bunun asılnda bir ihlal olduğunu anladığını göstermekteydi.

Son olarak, Başbuğ, Zana’nın hapisteki PKK/Kongra-Gel lideri Abdullah Öcalan’a “Siyasi, toplumsal ve kültürel haklarımızı AB üyeliği yoluyla alacağız” diyen bir mektup yazdığını kaydetti. "Eğer AB, Zana’nın destekçilerinin hedeflerine ulaşması için bir araçsa, daha fazla ne istiyorlar" diye sordu. 7 eylülde Güneydoğu’da güvenlik güçlerinin iki mensubunun öldürüldüğünü söyledi. Yarın bir başkası daha hayatını kaybedebilirdi. Bu insanların hayatlarını riske atmalarını niçin istiyoruz, diye sordu. (YORUM: Başbuğ’un buradaki iması, Zana’nın ve onun yandaşlarının AB’yi, Türkiye’yi bölmek için bir araç olarak gördüğüydü.) Başbuğ, “Daha fazla verecek bir şeyimiz yok ve biz gereğinden fazlasını verdik” dedi."
(ABD’nin Ankara Büyükelçisi Eric Edelman’ın 10 Eylül 2004’te kaleme aldığı “Büyükelçi ile Genelkurmay İkinci Başkanı Başbuğ, Kıbrıs’ı, AB Reformlarını ve İkili İlişkileri Tartışıyor” başlıklı ve “GİZLİ” ibareli telgraf, Wikileaks belgeleri)

Ergenekon operasyonları neyin savaşı?
  • 2007'de Ümraniye davası ile Ergenekon'un temelleri atılıyor...
  • ABD'li yetkililere göre "ikili oynayan" Büyükanıt, 4 Mayıs 2007'de Dolmabahçe'de Türk-Amerikan savaşındaki tarafını açıkça seçiyordu.
  • 2008'de Ergenekon operasyonları/gözaltılar/tutuklamalar başlıyor...
  • 4 Mart 2008'de Kara Kuvvetleri Komutanı İlker Başbuğ ile Anayasa Mahkemesi Başkanı Osman Paksüt arasında görüşme gerçekleşiyor (Daha sonra bu görüşme kapatma davası ile ilişkilendirilmiştir)
  • 14 Mart 2008'de AKP'ye kapatma davası açılıyor...
  • 21 Mart 2008'de İlhan Selçuk, Doğu Perinçek ve Kemal Alemdaroğlu'nun da aralarında bulunduğu 14 kişi Ergenekon operasyonu kapsamında gözaltına alınıyor. 
  • 1 Temmuz 2008'de ABD Ankara Büyükelçiliği Siyasi Müsteşarı’nın kaleme aldığı ve büyükelçi Wilson tarafından onaylandıktan sonra ABD’ye gönderilen raporda 21 Mart'taki Ergenekon dalgasından bir hafta önce Emniyet’ten bir yönetici ABD büyükelçiliğinin Federal Soruşturma Bürosu’nu ziyaret ediyor ve "AKP’nin kapatılması meselesinin konuşulduğuna" inandıkları "Başbuğ-Paksüt görüşmesine misilleme olarak bir operasyon düzenleyeceklerini" söylüyor.
  • 1 Temmuz 2008'de Şener Eruygur, Hurşit Tolon, Hasan Atilla Uğur, Mustafa Balbay gibi bir çok isim Ergenekon operasyonu kapsamında tutuklanıyor.
Ergenekon "uzmanı" gazetecilerin itirafları

Şimdi 2009 yılından 3 köşe yazarının birer gün aralıklarla kaleme aldıkları yazılardan kesitler sunacağım. Altı çizili yerlere yoğunlaşabilirsiniz...
"Ergenekon sadece bizim sorunumuz değil. Türkiye ile ilişkide olan neredeyse tüm ülkeleri ilgilendiriyor; özellikle de Türkiye'nin dış politikasında stratejik bir yön değişikliğinden olumlu veya olumsuz etkilenebilecek ülkeleri. 
Ergenekon, devlet içinde bulunan resmî bir yapının deformasyona uğramış hali. Kökleri de belli: Özel Harp Dairesi. Türkiye'nin NATO'ya girmesinden sonra Avrupa'daki birçok NATO ülkesinde olduğu gibi bizde de örgütlendi. Mali kaynakları ve teçhizatı NATO'dan sağlandı. Amaç, Soğuk Savaş döneminde ülkenin muhtemel bir Sovyet işgaline uğraması veya komünist bir ihtilale maruz kalması durumunda 'sivil direniş'i örgütlemekti.

Barış zamanında 'uyuması' öngörülen bu örgütler boş durmadılar. Siyasete, şiddete ve maddi çıkar kavgalarına bulaştılar. Soğuk Savaş'ın sona ermesiyle de NATO'nun suça karışmış bu örgütlere daha fazla ihtiyacı kalmayınca tasfiye edildiler.
Benzer bir süreç şimdi de Türkiye'de yaşanıyor. Amacı dışına çıkan ve 'Rusçu' bir kliğin kontrolüne giren Türk Gladio'su artık korunup kollanmıyor. Nedeni açık: Gürcistan ve doğalgaz krizlerinde iyice görülen Rusya-Batı gerginliği Türkiye'yi yeniden vazgeçilmez bir 'cephe' ülke konumuna getiriyor. 
Peki, böyle bir ülkede elli yıldır Batı güvenlik sistematiğinde bulunan bir ordunun Rusya yanlısı, NATO, ABD ve AB ile işbirliğine karşı 'Rusçu' bir kliğin eline geçmesine seyirci kalınır mı? 
Malzeme elde, Rusçu ekip güçlenmiş; NATO'nun ikinci büyük ordusu, 'ABD ve AB ile işbirliğini bırakıp Rusya ve İran'la ittifak kuralım.' diyen bir MGK Genel Sekreteri çıkarmış. Son dalgada gözaltına alınanlardan Tuncer Kılınç'ın, bu 'stratejik ufkunu' ilan etmesinin ardından 7 yıl geçmiş. Bu düzeydeki bir askerin böylesine derin bir 'stratejik yeniden yapılanma' yolu gösterdikten sonra makamında kös kös oturmuş olabileceğini kimse düşünmüyordur herhalde. Kılınç, 'stratejik vizyon'unu pratiğe dönüştürmek için birtakım çalışmalara girişmiş olmalı. 
Dahası, Ergenekon'dan yargılananlardan Şener Eruygur bu ülkede Jandarma Genel Komutanı olmuş, yine Ergenekon sanıklarından Hurşit Tolon 1. Ordu Komutanı olarak Genelkurmay Başkanlığı'na giden yolun en başına kadar gelmiş. NATO'yu Türkiye için en büyük tehlike ilan edip, bir NATO ordusunun bu kadar tepesine çıkmış bir grubun varlığı şaka değil, bütün Batı ittifakı mensuplarının 'kaygıyla' izleyeceği ciddi bir durum.  
Üstelik bu klik, sadece ordu içinde yükselmeye değil, Özden Örnek günlüklerinden anlaşıldığı gibi fiilî bir darbeyle yönetime el koymaya çalışmış. Ama başaramamışlar; 'Rusçu' bir darbeye vize verilmemiş!  
Bunlardan, Ergenekon soruşturmasında ABD/NATO parmağı olduğu sonucu çıkmaz. Tasfiyeyi yargı yapıyor, ama dikkat; tasfiye edilen Ergenekon resmî bir kurumun uzantısı. Dolayısıyla bu örgütün arkaplanında bulunan güçlerin tasfiye işlemine yönelik tutumu önemli. Nedir bu tutum? Sessizlik; ordunun ve ordu üzerinden ABD/NATO'nun sessizliği."

....
(İhsan Dağı, Zaman, 13 Ocak 2009)

//////////////////////////////////////////////////////////////////////////////
"On üç yıl Washington’da gazetecilik yaptım. Bu yıllar bana, ABD’nin Türk ordusuyla arasındaki ilişkinin kalıcı biçimde yıpranmasını asla istemeyeceğini öğretti. Bununla beraber Amerikan siyasetinin ve ordusunun Türkiye’yi iyi tanıyan mensuplarının, TSK’nın soğuk Savaş sonrasındaki performansına kuşkuyla baktıklarına da birçok kez tanık oldum. 
Türk ordusunun Washington’da, ‘gitgide Batı’dan kopan, bazı unsurlarıyla Rusya’nın etki alanına giren, AB sürecini baltalamaya çalışan, Kıbrıs’ta çözümü engelleyen, demokratikleşmeyi içine sindiremeyen, 1920’lerin zihniyetine tutsak, küreselleşmeden de Türkiye’nin küreselleşmesiyle uyumlu değişimlerden de, giderek Türkiye toplumundan da kopuk’ bir kurum olarak algılanmaya başladığını gözlemledim. 
Yukarıda aktardığım gözlemin yol açabileceği kestirmeci yorumların farkındayım. Ama bu gözlemden, Ergenekon soruşturmasında ABD parmağı olduğu sonucu çıkmaz. 
Doğru teşhis, İhsan Dağı’nın da yazdığı gibi, TSK’nın üst kademesinin Ergenekon soruşturmasına engel olmayarak kendini Batı ittifakı içinde yeniden konumlandırmaya çalıştığıdır."
(Yasemin Çongar, Taraf gazetesi, 14 Ocak 2009)

//////////////////////////////////////////////////////////////////////////////
"NATO kurulduğunda Sovyet’lere karşı en vurucu ölüm makinesi, Soğuk Savaş’ın en keskin kılıcıydı...
Sovyet’lerin çökmesi ardından nitelik değiştirdi...
NATO 1949 yılında kurulmuştu... Soğuk Savaş’ın ‘İleri Karakolu’ konumundaki Türkiye ise 1952 yılında, Yunanistan, İspanya ve Batı Almanya’dan çok önce üye oldu...
Nitelik değişimin en şaşırtıcı virajı ise 1998 yılında, NATO ellinci kuruluş yılını kutlarken yaşandı... Örgüt, ‘demokrasiyi korumayı’ da temel hedefi haline getirdi... Kendi halkına eziyet eden Miloseviç’in ülkenin ‘hükümdarlık’ hakkına pabuç bırakılmadan NATO tarafından devrilmesi bu açıdan bir milattır...
* * *
Ankara’daki ‘askeri cumhuriyet’ ise demokrasiden, demokratikleşmeden haz etmiyordu... 
Soğuk Savaş tamtamları ve anti-komünizm şartlanması, bir de tek parti zihniyetiyle sarmalanınca yeniliğe, dönüşüme, değişime karşı delinmesi zor bir zırh oluşturmuştu...
AB süreci bunu iyice zorlamaya başlayınca, demokrasi korkusu batı karşıtı yeni ittifaklar aramayı bile gündeme getirdi...
Batı’yı boşlayarak NATO’dan ayrılmak, bölgedeki diktatörlüklerle, hatta din devletleriyle yeni ittifaklara gitmek üst düzey askerler tarafından dillendirilir oldu... 
‘Batılı modernleşme’ ile övünen askerlerin kimileri, demokrasi korkusuyla tam zıt bir yöne hamle etmeye hazırdı...
* * *
Ergenekon Terör Örgütü sadece içeride bir darbe girişimi değil...
Türkiye’yi ‘Batı’daki demokrasi ittifakından’ koparma girişimi... AB’den tutun da, kimlik değiştiren NATO’ya karşı beliren ani alerji bundan... Şimdi, anlaşılan, içerde ve dışarıda, hedef alınan irade harekete geçti... 
Halk iradesi, demokrasi ve batı medeniyeti koalisyonu Ergenekon’u ortaklaşa teşrih masasına yatırmak istiyor...
Özetle NATO askeriye üzerinden tekrar geri dönüyor denilebilir..."
(Mehmet Altan, Star gazetesi, 15 Ocak 2009)

Özetle Mehmet Altan, İhsan Dağı ve Yasemin Çongar şunu diyor; TSK ve Ergenekoncular(!) batıdan ve NATO'dan uzaklaşıp Avrasyacı olmuşlar, Rusya ve İran'la yaklaşmaya başlamışlar, demokrasiye(!) savaş açmışlar.

Bundan alâ Ergenekon itirafı mı olur?

Bugün Suriye'yi alaşağı etmek isteyen küresel güçlerin yanında kim var? AKP; yani Atlantikçiler.
Suriye'deki kanlı oyunun karşısında duran kim var? Rusya ve İran... Türkiye'de ise muhalefet partileri ve Ergenekon tutukluları; yani Milliyetçiler ve Avrasyacılar.

Dipnot ve saptamalar:
* Ortadoğu'nun geleceği, ezilen ve hedefe konulan devletlerin halklarının, güçlerini birleştirip birleştirmemesine bağlıdır. İlk adım, Türkiye'nin 1 Mart tezkeresindeki iradesini yeniden ortaya koyup BOP Eşbaşkanlığı görevinden istifa etmesi ile başlamalıdır.

*Eğer Ergenekon diye bir örgüt gerçekten varolsaydı, bugün devlet İmralı'yla değil, Silivri ile müzakere ediyor olurdu.

19 Aralık 2012 Çarşamba

Genel affa doğru / Apo'yu sempatikleştirme / Kürt baharı

Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy, Amirallere Suikast vb. tertip davalarının vicdanlarda yarattığı rahatsızlık ortada. Henüz bitmeyen yargılamalar var ama onlara da yargılama denilemeyeceği için, sonuç şimdiden belli: ağır hapis cezaları.

Aslında amaç da bir süredir belli.

Bu davalarda o denli bir mağduriyet yaratılacak ki, kamu serbest kalmaları için her şeyi göz önüne alacak. Genel affı bile!..Bundan PKK/KCK tutukluları da yararlanacak. Plan bu...

Konu ile ilgili ilk açıklamalar hemen türemeye başladı zaten. Eski Yargıtay Başkanı Sami Selçuk, Ergenekon'daki hukuksuzluklara yönelik mağduriyetin giderilmesi için genel af öneriyordu.

Öcalan genel aftan yararlanabilir mi? Cevap aramamız gereken soru bu...

Geçtiğimiz aylardaki "açlık grevleri" malumunuz 68 gün sürdü. Açlık grevleri, "ölümcül" aşamaya geldiği sırada kronolojik şekilde "ilginç" olaylar yaşandı. Bakın bakın neler olmuş!

14 Kasım'da Apo'nun kardeşi Mehmet Öcalan açıklama yapıyor: Seneye kürt sorunu çözülecek ve ağabeyim serbest kalacak! + Ağabeyinin mesajını iletiyor: Yeni gelişmeler olacak! (Bkz)
16 Kasım'da Bülent Arınç durduk yere bir açıklama yaptı. "Açlık grevleri her an bitebilir" dedi. (Bkz)
17 Kasım'da Apo, kardeşi Mehmet Öcalan'la haber yolladı: Açlık grevlerine son verin! (Bkz)

Vaay anasını yaa...

Bir yandan "bunlar açlık grevi yapmıyor, yalaaannn böhğğüüüü" diyen bir yandan da ip sallandıranlar, diğer bir yandan Öcalan'la neyin pazarlığını yaptı acaba?

Gelelim Öcalan'a prestij kazandırma meselesine...

Şehit cenazelerine haber bültenlerinde fazla yer verilmesini "terör örgütünün propagandası" olarak nitelendirip yasaklayan hükümet bugün terör örgütünün nasıl propagandasını yapıyor bakın.

Açlık grevini büyük bir fedakarlıkla(!) bitirten Öcalan, basın sayesinde "kurtarıcı lider" gibi oldu. Çocuk katili gitti, yerine kahraman geldi amk.

Bu ilk aşamaydı.

İkinci aşama ise Bülent Arınç'ın sözleri ile başladı. İzleyelim.


Gülten Kışanak'la empati yapıp "Ben de dağa çıkardım" diyen Bülent Arınç, daha sonra da üç arkadaşın hikayesini anlatıyor.

Neymiş efendim, bunlar beraber okuyormuş, beraber namaz kılıyormuş. Birinin adı Durmuş Yılmaz, birinin adı Yakup İnce diğerinin adı ise Abdullah Öcalan'mış!

Vay efendim vay.

Lider Öcalan(!) yetmedi, şimdi de dindar Öcalan geldi.

Hükümeti eleştirdiği için "halkı silahlı isyana teşvik" etmekle suçlanan gazeteciler yıllardır tutuklu lan bu ülkede.  Bunlar ney amk? Terörist başını övmek, terör örgütünü meşru kılmak değil mi?

Arınç bu açıklamaları ile adeta "domino"ya start verdi. Bu açıklamalardan sonra medya, mal bulmuş mağribi gibi bu konuya atladı. İlk durakları üç kişilik hikayedeki AKP'li Durmuş Yılmaz oldu.

Taha Akyol'a konuşan Durmuş Yılmaz, Öcalan'ı şöyle tarif etti:
"Evet dindar biriydi. Namazını kılardı. Hemen hepimiz gibi Anadolu'dan, köyden büyük şehre gelmiş bir öğrenciydi. Mütevazı, çekingen biriydi. Hatta pasif diyebilirim."

Medyanın bir sonraki durağı ise hikayedeki diğer isim Yakup İnce oldu.

Yakup dayı da şöyle diyor:
"O dönem Maltepe'de camiye beraber giderdik. O bizimle gelmek istedi. Bir gün bir arkadaş ben, Abdullah Öcalan ve Durmuş Yılmaz'ı Risale-i Nur talebelerinin evine davet ettiler. Ben o anda 'Abdullah sen okula git' dedim. Eğer o gün git demeseydim Nurcu olmuştu.

İzleyin...


Yakup İnce, "Öcalan'a 'git' demeseydim Nurcu olacaktı" diyor... Bu kadar emin konuştuğuna göre hikayedeki üç kişiden ikisi nurcu olmuş belli ki.

Hitler'in propaganda bakanı Joseph Goebbels ne diyordu:
“Yeterince tekrar ederseniz ve halkın psikolojisinden anlarsanız, bir karenin hakikatte bir çember olduğunu ispat etmeniz imkânsız değildir. Bunlar yalnızca sözcüklerdir ve sözcükler kılık değiştirtilerek onlara fikirleri giydirene kadar bir kalıba sokulabilirler.”

Bugün yapılan da budur... Önümüzdeki süreçte Öcalan'ın daha çooook hikayelerini dinleyeceğiz ve Öcalan'ın PKK/KCK/BDP'nin eylemlerine yönelik vicdani yüzü(!) ile karşılaşacağız. Demedi demeyin.

2003'te AKP'nin onayladığı uluslararası İkiz Yasalar, Türkiye'de tıpkı Arap ülkelerindeki gibi bir "bahar"ın hakkını tanıyor. Yasayla, devlet içerisinde yaşayan ve kendisine "halk" diyen kitlelere "kendi kaderini tayin etme hakkı" tanınmış oldu. BDP'lilerin "Kürt halkı" vurgusunun sebebi budur.

BDP Eşbaşkanı Ahmet Türk 8 Haziran 2011'de ne demişti?
"Demokratik özerklik dünyanın her yerinde merkezi hükümetler ile uzlaşarak anlaşarak, yürütülen bir çalışma. Ama tabi ki hükümet, devlet Kürtlerin bu taleplerini görmezlikten gelirse Kürtler kendi örgütlenmesini iç dinamiklerini gündeme getirerek, kendi kendini yönetme gibi bir çalışmayı başlatır." (Bkz)

Olası bir "Kürt baharı"nın zemini yasal olarak zaten hazır anlayacağınız. Sadece start verilmesi kaldı.

5-6 Aralık'ta Avrupa Parlamentosu’nda düzenlenen "AB, Türkiye ve Kürtler" (9. Uluslararası Kürt Konferansı) adlı konferansta bu açık açık dile getirildi.

Toplantıda hemfikir olunan konu: "Kürt baharının zamanı geldi!"

Katılımcılardan İsrailli akademisyen Ofra Bengio (Tel Aviv Üniversitesi Moşe Dayan Merkezi Kürt Araştırmaları bölümü başkanı) “Son yıllarda PKK bölgede güçlendi. İsrail’in geleceği için bu çok önemli, İsrail’in desteği sürecek” dedi ve ekledi: Sıra "Kürt baharı"nda...

BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş: ‘Bir tarafın en önemli aktör olarak gördüğü kişiyi, bir adada tutarak sonuç alamazsınız. Şartlar eşitlenmeli. Öcalan İmralı’dan çıkarılmalı. Ama önce silahları bırakın demek müzakerenin ruhuna terstir. BDP Öcalan’la görüşebilmeli.

Gazeteci Cengiz Çandar da, "Kürt baharı"nı dile getirdi ve “Türkiye, PKK’yı ve onun temsilcilerini tanımak zorunda kalacak. Biz bunun için çalışacağız. İsrailli dostum Ofra Bengio da bunun için çaba harcayacak” dedi.

Konferansa katılanlar arasında Türkiye’den AKP'li milletvekili Galip Ensarioğlu, CHP'li Rıza Türmen, BDP'li Aysel Tuğluk ve Selahattin Demirtaş vardı. Gazeteciler arasında ise Cengiz Çandar, Hasan Cemal, Serdar Akinan, Ahmet Şık, Nuray Mert gibi isimler vardı.

Konferansta tüm devletler 'PKK'yı terör örgütü listesinden çıkartmaya' davet edildi, Türk hükümetine "Yeni Anayasa" sözü hatırlatıldı.

Türk hükümeti ile PKK arasında başlatılması istenilen yeni müzakere sürecinin yol haritası ise şöyle belirlendi:
  • Türkiye, AB’ye üyelik zorunluluklarına cevap olmak için daha fazla reform yapmalı.
  • Sayın Öcalan’ın müzakerelerde tam bir rol oynayabilmesi için koşulları düzenlenmeli.
  • Türkiye ve Kürtler arasında doğrudan görüşmeler derhal ve koşulsuz olarak başlamalı.
  • AB, Türkiye ile Kürt temsilciler arasında müzakere ve diyalog için resmi destek vermeli.
  • Daha geniş müzakereli bir barış süreci için genel siyasi bir af zemini hemen yaratılmalı.
  • Müzakereyi kolaylaştırmak için devletler PKK’yi ‘terörist örgütler’ listesinden çıkarmalı.
  • Adli reform onbinlerce Kürt’ün cezaevlerinden çıkmasını sağlayacak şekilde genişletilmeli.
  • Türk makamları müzakereler temelinde yeni demokratik ve sivil anayasa sözünü tutmalı.
Adli reform (4. yargı paketi) ve yeni anayasa kim için hazırlanıyormuş anladınız mı?

Bu oyun tutmaz. PKK sorununun temelli çözülmesi karşılığında bile bu millet Öcalan'ın serbest kalmasına göz yummaz, yumamaz. Fakat KCK tutukluları ve "terör örgütü yandaşları" bir şekilde serbest bırakılacak. Bu da Kürt Baharı'na(!) kapı aralayacak. Küresel güçlerin planı açıkça bu. Fakat dikkat ederseniz, hiçbir planda hiçbir konferansta Türk milletinden ve göstereceği tepkiden söz edilmiyor. Bu milleti hala tanıyamadıkları buradan belli...