Mehmet Öcalan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mehmet Öcalan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Aralık 2012 Çarşamba

Genel affa doğru / Apo'yu sempatikleştirme / Kürt baharı

Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy, Amirallere Suikast vb. tertip davalarının vicdanlarda yarattığı rahatsızlık ortada. Henüz bitmeyen yargılamalar var ama onlara da yargılama denilemeyeceği için, sonuç şimdiden belli: ağır hapis cezaları.

Aslında amaç da bir süredir belli.

Bu davalarda o denli bir mağduriyet yaratılacak ki, kamu serbest kalmaları için her şeyi göz önüne alacak. Genel affı bile!..Bundan PKK/KCK tutukluları da yararlanacak. Plan bu...

Konu ile ilgili ilk açıklamalar hemen türemeye başladı zaten. Eski Yargıtay Başkanı Sami Selçuk, Ergenekon'daki hukuksuzluklara yönelik mağduriyetin giderilmesi için genel af öneriyordu.

Öcalan genel aftan yararlanabilir mi? Cevap aramamız gereken soru bu...

Geçtiğimiz aylardaki "açlık grevleri" malumunuz 68 gün sürdü. Açlık grevleri, "ölümcül" aşamaya geldiği sırada kronolojik şekilde "ilginç" olaylar yaşandı. Bakın bakın neler olmuş!

14 Kasım'da Apo'nun kardeşi Mehmet Öcalan açıklama yapıyor: Seneye kürt sorunu çözülecek ve ağabeyim serbest kalacak! + Ağabeyinin mesajını iletiyor: Yeni gelişmeler olacak! (Bkz)
16 Kasım'da Bülent Arınç durduk yere bir açıklama yaptı. "Açlık grevleri her an bitebilir" dedi. (Bkz)
17 Kasım'da Apo, kardeşi Mehmet Öcalan'la haber yolladı: Açlık grevlerine son verin! (Bkz)

Vaay anasını yaa...

Bir yandan "bunlar açlık grevi yapmıyor, yalaaannn böhğğüüüü" diyen bir yandan da ip sallandıranlar, diğer bir yandan Öcalan'la neyin pazarlığını yaptı acaba?

Gelelim Öcalan'a prestij kazandırma meselesine...

Şehit cenazelerine haber bültenlerinde fazla yer verilmesini "terör örgütünün propagandası" olarak nitelendirip yasaklayan hükümet bugün terör örgütünün nasıl propagandasını yapıyor bakın.

Açlık grevini büyük bir fedakarlıkla(!) bitirten Öcalan, basın sayesinde "kurtarıcı lider" gibi oldu. Çocuk katili gitti, yerine kahraman geldi amk.

Bu ilk aşamaydı.

İkinci aşama ise Bülent Arınç'ın sözleri ile başladı. İzleyelim.


Gülten Kışanak'la empati yapıp "Ben de dağa çıkardım" diyen Bülent Arınç, daha sonra da üç arkadaşın hikayesini anlatıyor.

Neymiş efendim, bunlar beraber okuyormuş, beraber namaz kılıyormuş. Birinin adı Durmuş Yılmaz, birinin adı Yakup İnce diğerinin adı ise Abdullah Öcalan'mış!

Vay efendim vay.

Lider Öcalan(!) yetmedi, şimdi de dindar Öcalan geldi.

Hükümeti eleştirdiği için "halkı silahlı isyana teşvik" etmekle suçlanan gazeteciler yıllardır tutuklu lan bu ülkede.  Bunlar ney amk? Terörist başını övmek, terör örgütünü meşru kılmak değil mi?

Arınç bu açıklamaları ile adeta "domino"ya start verdi. Bu açıklamalardan sonra medya, mal bulmuş mağribi gibi bu konuya atladı. İlk durakları üç kişilik hikayedeki AKP'li Durmuş Yılmaz oldu.

Taha Akyol'a konuşan Durmuş Yılmaz, Öcalan'ı şöyle tarif etti:
"Evet dindar biriydi. Namazını kılardı. Hemen hepimiz gibi Anadolu'dan, köyden büyük şehre gelmiş bir öğrenciydi. Mütevazı, çekingen biriydi. Hatta pasif diyebilirim."

Medyanın bir sonraki durağı ise hikayedeki diğer isim Yakup İnce oldu.

Yakup dayı da şöyle diyor:
"O dönem Maltepe'de camiye beraber giderdik. O bizimle gelmek istedi. Bir gün bir arkadaş ben, Abdullah Öcalan ve Durmuş Yılmaz'ı Risale-i Nur talebelerinin evine davet ettiler. Ben o anda 'Abdullah sen okula git' dedim. Eğer o gün git demeseydim Nurcu olmuştu.

İzleyin...


Yakup İnce, "Öcalan'a 'git' demeseydim Nurcu olacaktı" diyor... Bu kadar emin konuştuğuna göre hikayedeki üç kişiden ikisi nurcu olmuş belli ki.

Hitler'in propaganda bakanı Joseph Goebbels ne diyordu:
“Yeterince tekrar ederseniz ve halkın psikolojisinden anlarsanız, bir karenin hakikatte bir çember olduğunu ispat etmeniz imkânsız değildir. Bunlar yalnızca sözcüklerdir ve sözcükler kılık değiştirtilerek onlara fikirleri giydirene kadar bir kalıba sokulabilirler.”

Bugün yapılan da budur... Önümüzdeki süreçte Öcalan'ın daha çooook hikayelerini dinleyeceğiz ve Öcalan'ın PKK/KCK/BDP'nin eylemlerine yönelik vicdani yüzü(!) ile karşılaşacağız. Demedi demeyin.

2003'te AKP'nin onayladığı uluslararası İkiz Yasalar, Türkiye'de tıpkı Arap ülkelerindeki gibi bir "bahar"ın hakkını tanıyor. Yasayla, devlet içerisinde yaşayan ve kendisine "halk" diyen kitlelere "kendi kaderini tayin etme hakkı" tanınmış oldu. BDP'lilerin "Kürt halkı" vurgusunun sebebi budur.

BDP Eşbaşkanı Ahmet Türk 8 Haziran 2011'de ne demişti?
"Demokratik özerklik dünyanın her yerinde merkezi hükümetler ile uzlaşarak anlaşarak, yürütülen bir çalışma. Ama tabi ki hükümet, devlet Kürtlerin bu taleplerini görmezlikten gelirse Kürtler kendi örgütlenmesini iç dinamiklerini gündeme getirerek, kendi kendini yönetme gibi bir çalışmayı başlatır." (Bkz)

Olası bir "Kürt baharı"nın zemini yasal olarak zaten hazır anlayacağınız. Sadece start verilmesi kaldı.

5-6 Aralık'ta Avrupa Parlamentosu’nda düzenlenen "AB, Türkiye ve Kürtler" (9. Uluslararası Kürt Konferansı) adlı konferansta bu açık açık dile getirildi.

Toplantıda hemfikir olunan konu: "Kürt baharının zamanı geldi!"

Katılımcılardan İsrailli akademisyen Ofra Bengio (Tel Aviv Üniversitesi Moşe Dayan Merkezi Kürt Araştırmaları bölümü başkanı) “Son yıllarda PKK bölgede güçlendi. İsrail’in geleceği için bu çok önemli, İsrail’in desteği sürecek” dedi ve ekledi: Sıra "Kürt baharı"nda...

BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş: ‘Bir tarafın en önemli aktör olarak gördüğü kişiyi, bir adada tutarak sonuç alamazsınız. Şartlar eşitlenmeli. Öcalan İmralı’dan çıkarılmalı. Ama önce silahları bırakın demek müzakerenin ruhuna terstir. BDP Öcalan’la görüşebilmeli.

Gazeteci Cengiz Çandar da, "Kürt baharı"nı dile getirdi ve “Türkiye, PKK’yı ve onun temsilcilerini tanımak zorunda kalacak. Biz bunun için çalışacağız. İsrailli dostum Ofra Bengio da bunun için çaba harcayacak” dedi.

Konferansa katılanlar arasında Türkiye’den AKP'li milletvekili Galip Ensarioğlu, CHP'li Rıza Türmen, BDP'li Aysel Tuğluk ve Selahattin Demirtaş vardı. Gazeteciler arasında ise Cengiz Çandar, Hasan Cemal, Serdar Akinan, Ahmet Şık, Nuray Mert gibi isimler vardı.

Konferansta tüm devletler 'PKK'yı terör örgütü listesinden çıkartmaya' davet edildi, Türk hükümetine "Yeni Anayasa" sözü hatırlatıldı.

Türk hükümeti ile PKK arasında başlatılması istenilen yeni müzakere sürecinin yol haritası ise şöyle belirlendi:
  • Türkiye, AB’ye üyelik zorunluluklarına cevap olmak için daha fazla reform yapmalı.
  • Sayın Öcalan’ın müzakerelerde tam bir rol oynayabilmesi için koşulları düzenlenmeli.
  • Türkiye ve Kürtler arasında doğrudan görüşmeler derhal ve koşulsuz olarak başlamalı.
  • AB, Türkiye ile Kürt temsilciler arasında müzakere ve diyalog için resmi destek vermeli.
  • Daha geniş müzakereli bir barış süreci için genel siyasi bir af zemini hemen yaratılmalı.
  • Müzakereyi kolaylaştırmak için devletler PKK’yi ‘terörist örgütler’ listesinden çıkarmalı.
  • Adli reform onbinlerce Kürt’ün cezaevlerinden çıkmasını sağlayacak şekilde genişletilmeli.
  • Türk makamları müzakereler temelinde yeni demokratik ve sivil anayasa sözünü tutmalı.
Adli reform (4. yargı paketi) ve yeni anayasa kim için hazırlanıyormuş anladınız mı?

Bu oyun tutmaz. PKK sorununun temelli çözülmesi karşılığında bile bu millet Öcalan'ın serbest kalmasına göz yummaz, yumamaz. Fakat KCK tutukluları ve "terör örgütü yandaşları" bir şekilde serbest bırakılacak. Bu da Kürt Baharı'na(!) kapı aralayacak. Küresel güçlerin planı açıkça bu. Fakat dikkat ederseniz, hiçbir planda hiçbir konferansta Türk milletinden ve göstereceği tepkiden söz edilmiyor. Bu milleti hala tanıyamadıkları buradan belli...